HABER MERKEZİ
Bütün zamanları sana bıraktım
Kendince yaşayasın diye
Bütün zamanları sana bırakıyorum
Güneşle doyasıya kucaklaşasın diye
Aya yeterince bakasın,
Kuşlarla isteğince, özgürce uçasın diye
Bütün zamanları sana ait kıldım
Sevdamdan sıkılırsan eğer,
Özgür kalasın diye…
Merhabayla mı yoksa hoşçakalla mı? Selamlayayım seni. Aslında bu iki kavramın çatışıklığında seni selama geçen yüreğim tekrar sende uzlaşan ve birleşen merhabanın hoş çakalında yasa boğulmuş. Herkes ve her şey yasın kokuyor biliyor musun?
Hayat bu kadar mı acımasız? Ve zaman nasılda hılı işliyor insana yaşamında. Göz açıp kapamak arsıymış şu insan ömrü denilen şey. Gidipte geri dönmeyenlerin, ardı sıra bıraktıkları hüzün tadında yaşam kavgasına durmakmış sevdadan sevdalıya giden yol. Ve uçurumun eşiğinde kanatlanmaktır yaşam sevdası. Herkes bir biçimde nasibini alır bu hayattan. Tıpkı senin kendine özgü yaşamı tanımlaman gibi, “Ben yaşamı tanımadan, ona acemice güldüm” diyordun. Ama en anlamlısı öğrenmektir, yani seninkidir bence. Atlattığın her zorlu sancılı süreç sana ustalıklı yaşamayı hem de en doğru bir biçimde öğretti. Hem öğrenilen her şey acemiliklerle başlamıyor mu? Önemli olan başlangıçların acemiliğinden, ustalık sanatını edinme erdemine ulaşma gücünü göstermektir. Sen bunu başardın. Eylemin başarısına giden köprüyü böyle kurdun. Yaşam hocamız böyle öğretmedi mi bize? O “Yaşamın başarısını gösteremeyenlerin başarılı eyleminden bahsedilemez” diyor. Yani ömür boyu insanın sahip olduğu veya sahi olacağı başarıların sırrı yaşam ayrıntılarında gizlidir. İnsan yaşamın değerini bilmelidir. İnsan yaşamın anlamını bilerek yaşadıkça, kendini de anlamlı kılabilir. İnsanın yaşama tutku ve aşk derecesinde sarılmalıdır. İnsan geçici geldiği hayata, kısacık ömrü boyunca yaşama verdiği anlam kadar eylem sahibi olur. Anlamlı eylem gücünü gösterdiği oranda ise arkasında silinmez izler bırakır. Peki ya sevdalısı olduğun kahramanların en iyi, en doğru yoldaşlığını senin kadar ortaya koyan var mıdır? Ve benim bunun hakkını ortaya koyacak yazım gücüm var mı? Bu çelişkili gel-git’li ruh halim içerisinde kaygılarım beni alıkoymaya çalışsa da, bu kaygılar yazma istemine yenik düşmektedir, sen söz konusu olunca.
Sanki üzerinden bunca yıl geçmemiş ve dün gibi geliyor aklıma, ilk karşılaşmamız. Hayata gözlerini yeni açmış, yeni yetme bir kız, şaşkın bakışları yaşama olan acemiliğinin doğal yansıması. Ama bu gencecik be narin kızın vücudu yara bere içinde. Atılan bombadan kalma metal parçalar. Küçük-büyük delikler açarak yer edinmişler bu vücutta. Ben soruyorum, “Ne oldu sana heval” cevabı “Saldırıp mevziyi aldık, eylemimiz başarılıydı, sonra bir arkadaş yaralandı, onu getirmek zorundaydım. Tam onu getirmeye çalışırken bize bomba attılar, yaralandım. Buna rağmen yaralı arkadaşı getirmeden gelmedim” şeklindeydi. Üzerimde ciddi bir etkiye yol açan bu öyküyle başlayan tanışmamız da, yoldaşa-yoldaşlığa bağlılık gerektiğince canını vermek olduğunu ortaya koydun. Ki seni en son eyleme götürende bu bağlılık değimliydi? Derinden etkilendiğin Ş. Ruken ve Ş. Kendal yoldaşlara ilişkin defterindeki yazın… sanki son olacağını bilircesine… Sanki Kendallaşmaya doğru uçma yollarını, Kendalın defterinden öğrenmek istercesine, sadece onu ve onları okutmaktı, son günlerindeki tüm uğraşın. Onlar sensiz gitseler de, onları yalnız bırakmak istemezcesine, ardın sıra gittin onların. Ne kadar güzel ve ne kadar anlamlı kurdun kendin ve onlar ile arandaki bağı. Bilirim gülüm, insan ömrü kısadır, başkasıyla, başkalarının ömrüyle tamamlanmadıkça, bir değeri kalmıyor, öğrendiklerimizin, bildiklerimizin ve edindiklerimizin. Öğrendiklerimizden çıkarırız, en güçlü dersleri… çoğu kez bir yanlışımızdan, birilerinin yanlışından yola çıkarak ulaşırız en doğru olanına. Sende yoldaşa bağlılığın gereği olarak Kendalları, Rukenleri, Gabarları tamamlayan bütünün bir parçası.
Ya eylemci kişiliğine ne demeli? Bir Koçer kızından en fazla beklenen iyi bir “Berivan” olmaktır. Oysa daha çocuk yaşta bile annesinden gördüğü ilk eğitim; “Bir kız olarak çeyizini nasıl hazırlamalı, nasıl iyi bir Berivan olma değil, karşısına çıktığı anda askere, panzere yani özgürlüğün önündeki bütün düşman engeline karşı, nasıl savaşılır” düşüncesiyle şekillendirir. Bu nedenle de Slav çocukluğundan itibaren elinin ilk tuttuğu taşla başladı savaşmaya. Giderek bu sevda bir özgürlük militanı olma yolunda eylemci bir karaktere büründürdü seni… Taviz vermeden gelişen ihanet pervasızlığına, zira ihanet nasıl da umutlanmıştır sonuç almaya dair… Karşısında sizler gibi bedenini siper edecek APO’cuların olduğunu hesaplamamışlardı anlaşılan. Ve eylem anı gelip çatmıştı. Sonuna kadar hedefine kilitlenerek yönelip, başarılı olmanın tüm gereklerini kendinde oluşturdun. Tıpkı bir şahin gibi önce hedefini bulma, keşfetme bir anda saldırıp istediğini koparırdın düşmanın ruhu bile duymadan. Yani bir APO’cuya yaraşır şekilde başarı ruhu ile cesaretlice, fedakârca ve engel tanımadan.
Son çıkışının hepimizde yarattığı etkiye bir tanık olsaydın! Dona kaldı bütün gözler, dona kaldı tüm yürekler. Sana karşı selama duruyor benliğimiz. Başımız dik ve onurluca…
Sen Zilandın, bomba olup düşmanda patlayan, Semaydın, alevlerdeki ateş dansına duran, küllerinden köprüler kuran. Beritandın uçurumlarda çiçek açan ve Slavdın düşman elinin eline değmesine müsaade etmeyip, canına kıymayı duruş bilen. Sen ihanetin göğsüne saplanan kurşun, Kendallaşarak fedaileşen. Sen kimliğimiz, çizgimi, duruşumu, onurumuzsun yoldaş, senden tekrar öğrendiklerimizle, söz veriyorum. Her şey intikamın için. Söz onurdur, onuru çiğnetmeyeceğiz…
Rengin Botan