HABER MERKEZİ
Mezopotamya’da yaşanan ilk entelektüel devrimin gücü hala tüm modernitelere vurduğu damgayla varlığını hissettirmektedir. İlk buluşlar, keşifler ve yaşam inşasını yaratan aydınlanma ilk toplumsallaşma olarak tarihe geçmiş olsa da özünde de ilk ve tek toplumsallaşmadır. Tarihte toplum gerçeğinde belli değişimler olsa da toplumsallaşma diyebileceğimiz ikinci bir dönem ya da durum yoktur, olamaz da. Çünkü toplum bir defa oluşmuştur. Ondan sonrası oluşan toplumsallığın nasıl süreceğine ilişkindir. Bundan sonrasında Sümer uygarlığının devrimsel etkisini görmek mümkündür. Son olarak da kapitalist modernitenin son dört yüzyıllık dönemde insanlığa bir din düzeyinde dayattığı bilimci bakış açısı, mekanik fiziğin kanunlarıyla oluşturulmuş ve tanrı-kul ikilemi yerine özne-nesne ikilemi yerleştirilmiş, nesnelcilik yeni tanrısallık olarak hâkim kılınarak iktidarların eline verilmiştir. Bilim, tarihin hiçbir döneminde bu dönemde olduğu kadar iktidar aracı haline gelmemiştir. Bilimin iktidar aracı haline getirilmesi kesinlikle bilim olmaktan çıkması demektir. Çünkü toplumsallığın oluşmasında bilgi ve iktidarın yan yana gelmesi mümkün değildir. Her iki olgunun doğasına da terstir. Bilgi tüm insanlık ve toplumsallık içindir. Yaşamak ve yaşamı süreklileştirmek içindir. İktidar ise insanlığın ölümü demektir. Bir grubun, kesimin çıkarına tüm diğerlerinin ölümü demektir. Yaşatmayı değil sömürmeyi, uzun vadede ölümü amaç edinir. Bundan dolayı ikisi birbirine terstir.
Tüm bu veriler ışığında toplumun en dinamik kesimi olan gençliğe şunu sormak gerekir:
Gençliğin iktidarın denetimine girmeyecek ve iktidarın duvarları arasında hapsolmayacak bilgi yapılanmalarına ulaşma ve bu yeni özgür bilmeleri yaşamsallaştırma iddiası var mıdır, yok mudur? Bugün demokratik modernitenin en güçlü temsilcisi olması gereken üniversiteler ve diğer akademik kurumlaşmalar gençliğe hegemon sistem tarafından en fazla bilgi hamallığının yaptırıldığı kurumlar haline gelmiştir. Bu kurumlar, demokratik uygarlığın maddi ve manevi kültürünü, bilgi birikimini alarak yeni genç kuşaklara vermeyi, bu verme işlemini yaparken devletçi paradigmayı yeni kuşaklarda hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Demokratik toplumların, örgütlenmelerin bu bilgi ve kültür birikimini kendi doğal toplum paradigmasıyla topluma verecek kurumlaşmalar oluşturmaması, toplumların en büyük kaybetme noktası olmaktadır.
Önderliğimiz bu kurumlaşmaları ulus devletin yeni tapınakları olarak adlandırmaktadır. Buna karşın Avrupa merkezli sistem analizleri önemli oranda gelişmiş, sistem sorgulanmış ve farklı alternatifler ortaya konulmuştur, fakat kapitalist modernite karşısında demokratik modernitenin inşası başarılamamıştır. Avrupalı entelektüeller anlamlı açıklamalar (manifestolar), bilimsel disiplinler, felsefi ekoller, sanatsal eğilimler ve etik öğretiler geliştirdiler. Fakat toplumun ahlâki ve politik karakterini koruyacak kadar başarılı olamadılar. Tersine, sermaye ve iktidar tekellerine bağlandıkça, ahlâki ve politik toplumun imhaya varana dek hedef haline getirilmesinde sadece yetmezlik, eksiklik ve yanlışlıklarla izah edilemeyecek denli suç ortaklığı yaptılar. Entelektüel kriz işte böyle başladı.
Ulus devlet yapılanmasının temelinde eğitim kurumları vardır. çünkü bu kurumlaşma gençliğin, gençlik yoluyla devletin geleceğinin kazanılması ve iktidarın kurulması için şarttır. Eğitim, ulus devlete göre gençleri eğmenin temel kurumlarıdır. Ordularda bu eğme işi tamamlanır. Bundan dolayı da zorunlu eğitimler ve zorunlu askerlik konusu kesinlikle devredilmez bir hak olarak görülür ulus devletlerde. Oysa öğrenmenin tek ve vazgeçilmez yeri ulus devletin eğitim kurumları değildir. İnsanlığın demokratik yaşamından süzülen bilgiyi salt okullarda, üniversitelerde ya da herhangi devlet kurumlaşmasının olduğu binalarda aramak yanlıştır. Bilgi, insanın olduğu her yerdedir. Tabi ki ulus devlet kurumlaşması da insanlığın birikimi olan bilgiyi taşıyıp yeni kuşaklara vermektedir. Ki bunu yapmadan asla kendini varedemeyecektir. Ama temelde reddedilmesi gereken noktalardan biri de bilginin veriliş tarzı, eğitim yöntemidir. Ortadoğu’da Kürtçe deyimle ‘bidarê zorê’ tarzında eğitim verilmektedir. Eğitim, terbiye etmenin, bir forma koymanın, sınırları belirleyerek o sınırlar içine hapsetmenin temel yöntemi olmaktadır. Eskiden sopa ile yapılırken bugün bu yöntem büyük oranda aşılmıştır. Bugünkü yöntem, gençleri diplomasız kalmakla tehdit etmek, gençleri kaba deyimle yarış atı gibi koşturmak, gençlerin başında kırbaç sallar gibi sistem tehdidini her an gündemde tutarak terbiye etmeye çalışmaktır. Bu tarz bir öğretme yöntemi kesinlikle özgürlükçü bir yöntem değildir ve reddedilmesi gereken, yerine doğru olanın konulması gereken bir yöntemdir.
İnsanı okumasını bilen insan doğru bilgiye ulaşır ve iyi-güzel yaşamaya adım atabilir. Çünkü bilgi ve bilim ahlâki ve politik toplumun parçasıdır. Bilginin oluşması toplumsallıkla bağlantılı olduğundan kullanılması da toplumsallıkla bağlantılıdır. Tüm bilgiler, insanı var eden ve koruyan toplumun ayakta kalması ve sürekliliği için kullanılır başka türlü kullanılması akla dahi gelmez. Ta ki uygarlık ortaya çıkana, yalan söylenene, saldırı gerçekleşene, kadın köleleştirilene ve gençler salt iş gücü olarak kullanılmaya başlanana kadar İşte bu dönem bilginin toplumdan koparıldığı dönemlerdir.
Promete efsanesi ateş sembolündeki aydınlığı, bilgiyi tanrılardan çalmayı, aslında topluma ait olanı geri almayı anlatır. Buradaki ateş aydınlıktır. Aydınlığı yaratan bilgidir. Bilginin toplumdan çalınması; değerlerin, yasaların ve tüm üretimlerin tanrıçalardan çalınarak erkek tanrılar tarafından tekelleştirilmesidir. Bu bilgiye ulaştıktan sonra gençliğe düşen görevler dahada belirginleşmektedir. Bugün bilginin sonsuz çalındığı bir çağdayız. Her gencin Promete olması gerektiği bir çağdayız. Her bir genç ateşi tanrılardan çalan Promete gibi aydınlığı, bilgiyi ve anlamı oluşturan değerleri hâkim sistemin elinden çalma cesaretini göstermedikçe, bunun için adımlar atmadıkça bilginin iktidar odaklarının elinde tekel aracı olması da engellenemez.
Gençliğin bu cesareti olmalıdır. Cesaretin olması için de öncelikle o bilginin, o aydınlığın topluma ait olduğuna ve egemenler tarafından çalındığına, bunun bir haksızlık olduğuna inanmak şarttır. Bu, özgür bilgidir. Eyleme götüren özgür bilgi insanın kendini gerçekleştirmesinin de temel yollarından biridir. Kendini gerçekleştiren bir genç ancak eyleme cesaret edebilir. Cesaret edebilmek, eyleme geçildiğinde karşılaşılacak zorlukların bilincinde olmak ve bu zorluklar karşısında direnme iradesini gösterebilme kararlılığında olmaktır. Promete’nin ciğerlerinin her gün kartallara yedirilmesi, bir parçasının her gün yok edilmesi ve her gün, gün doğumuna kadar Promete tarafından bu yok edilen parçanın yenilenmesi her bir gencin çözümlemesi ve kendine örnek alması gereken bir durumdur.
Kapitalist sistemi de bu temelde ele alabiliriz. Gençliğin her gün bir parçasını yiyen ve yok eden sistem karşısında her gün o parçayı yenileyerek yerini doldurmak, gençliği tek tek bireyler ve toplum olarak kemiren ve eksilten sistem karşısından her gün kendini tamamlamayı, özgür bir var olma eylemi olarak bilmek ve bu gücü gösterebilmek müthiş bir yaratıcılık ister. Bugün gençliğin durumu daha çok ondan koparılanın ardından ağlamak, topluma dayatılan ve bireye toplum-aile tarafından uygulanan gerilikleri, sistemsel saldırıları görmek fakat bu gerçek karşısında kırılma yaşadığını ifade etmek şeklinde görülmektedir. Ondan koparılanı misliyle yaratmaya ve geri almaya iddialı bir gençlik, öncelikle zihniyette kendini ve toplumunu varetmeye, varlığını korumaya kararlı bir gençlik gerektirir. Gençlik, ulus devlet sınırları içindeki üniversite, akademi ya da benzer kurumlarda ne kadar bilgi toplarsa toplasın, o bilgiler topluma ait kılınamıyorsa gençliği de insanlığından koparacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Gençlik Prometeleşmelidir.
Mevcut sosyal bilimin nesnellik, bilimsellik, rasyonalite söylemlerine sığınarak geliştirdiği putçu anlayış yıkılmalıdır. Nuhun putları yıkması değerinde bir eylem gereklidir bunun için. Putları yıkacak cesaret de ancak Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Mazlum Doğan ve Abdullah Öcalan ruhunu yaşayan gençlikte bulunabilir. Putlar, kapitalist modernitenin ulus devlet formuyla inşa ettiği kölelik araçlarıdır. Demokratik ulus temelinde bir aydınlanmanın yaratılması için öncelikle ulus devletin toplumların farklılıklarını yontarak, katlederek, renkleri öldürerek ortaya çıkardığı devletçi putlar, homojenleşmeyi süreklileştiren bir mekanizma yaratmakta, bunu da modern yaşam diye sunmaktadır.
Modern yaşam denilen, pozitivizmin bu gerçeğinin, daha doğrusu gerçekleri katletmesinin sonuçlarından başka bir şey değildir. Artık sanal toplum çağına eriştik. Hiçbir gerçek sanal toplum kadar olguculuğu açıklayamaz. Olgucu toplum sanal toplumdur. Sanal toplum olgucu toplumun gerçek yüzü, yüzünün ötesinde hakikatin ta kendisidir. Olguların anlamsızlığı (daha doğrusu kan banyosu, hayali toplum, tüketim toplumu anlamında anlamsızlık anlaşılmalı) sanal toplumla zirve yapıyor. Medyatik toplum, şov toplumu, magazinel toplum hep nesnel, olgucu anlayışın, pozitivizmin açığa çıkmış hakikatidir. Bu da aslında hakikatin inkârıdır.
İnkâr edilen hakikatler çağında gençlik kendi hakikatini bulmalı ve yaşamalıdır. İkilemlerden kurtulmalı, ikilemlerin toplumu parçalayarak hakikatiinkâr ettiğini ve bu inkâr sistemini sürekli ürettiğini bilmeli, bütünlüklü düşünebilmelidir. Özgür düşünceye ulaşmalı, bilgi hamalı olmamaya ve bilgi iktidarlarının aracı haline gelmemeye özen göstermelidir. Hakikat yitimi zihniyette başladıysa arayış ve buluş da zihniyette olmalıdır. Yitirilen, ahlâkî ve politik değerlerle birlikte yitirilmiştir. Tekrar bulmak istiyorsan kaybettiğin yerde arayacaksın. Yani uygarlık ve moderniteye karşı ahlâki ve politik toplumu, onun gerçekliğini arayacaksın, bulacaksın. Bununla da yetinmeyeceksin; tanınmaz hale getirilen varoluşunu yeniden inşa edeceksin. O zaman tarih boyunca kaybettiğin altın değerindeki bütün hakikatleri tek tek bulduğunu göreceksin. Bu temelde daha mutlu olacaksın. Bunun da ahlâki ve politik toplumdan geçtiğini anlayacaksın.
Tüm bu gerçekler ışığında şunu söyleyebiliriz: Alternatif entelektüel çabalar alternatif kurumlaşmalarla somutlaştırılmazsa toplumsallaşamazlar. Bundan dolayı da ulus devletin kurumlaşmalarına karşı, bu kurumlaşmaların toplum gerçeğine olmadığını gösterecek ve toplumsallaşmayı sağlayacak kurumların geliştirilmesi şarttır. Kendi eğitim evleri, akademi ve alternatif üniversitelerin kurulmasıyla bu kurumlaşmalar geliştirilmelidir. Devletin üniversiteleri ancak devletçi insanlar ve devletçi zihniyetler üretir. Özgür toplumun kurumları ise özgür insanlar ve özgür zihniyetlerle oluşabilir. Bundan dolayı devlet kurumlaşmalarının kesinlikle aşılması ve yerine alternatif kurumların oluşturulması gerekir. Devlet kurumlarına hapsedilmiş ve bu kurumların icazetine bağlanmış bilimcilik kesinlikle özgürlükçü olamaz ve bu bilimin hiçbir birikimiyle demokratik modernite inşa edilemez. Kurumlaşmalara giderken hâkim zihniyetle inşa edilen kurumlaşmaların taklit edilmemesine, zihniyet, yapılanma, program ve hatta biçim olarak da devlet kurumlaşmalarından ve benzeri olan hâkim kurum anlayışlarından uzak durmak gerekir. Sistemin iyi taklitleri sistemi daha iyi yaşatmayı getirir. Bu tuzağa düşmemek için öncelikli olarak yapılması gereken, kurumlaşmayı demokratik bir zemin üzerinden gerçekleştirmektir. Bununla birlikte yeni entelektüel kurumlaşmaların devletten kesinlikle bağımsız ve özerk olarak kurulmalarıdır. Devletten bağımsız entelektüel kurumlaşmalara gitmenin bir koşulu da bu kurumlaşmalarda yer alacak çalışacak ve zihniyet devriminde iddialı olan bireylerin yetiştirilmesi, bu bireylerin kendilerini toplumsal özgürlüğe adayacak düzeyde bireyler olmalarıdır. Bu bireyler için belli bir bilim-bilgi altyapısı olması gerekirken bu gerekliliğin devletin diplomalarına bağlanmaması gerekir. Önderliğimizin deyimiyle dağdaki çobandan kentteki profesöre kadar ideası ve amacı olan herkesin katılım gösterebileceği öngörülebilir.
Bu yeni kurumlaşmalar için öncelikle bilim ve bilgi tarihi, aydınlanma tarihi derinlikli bir tarzda okunmalı, alternatif sosyal bilim ekolleri incelenmeli, miraslarından örnek alınacak yanlar kadar ders çıkarılacak yanlar da ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede ütopik sosyalizmin mirası, anarşist eğilim ve örgütlenmeler, Frankfurt ve Anales Ekolleri, gençlik hareketinin dünyayı değiştirebileceğini kanıtlayan ve Önderliğimizin Gençlik kültür devrimi dediği 68 hareketi, bununla birlikte feminist ve ekolojist hareketlerin incelenmesi şarttır. Demokratik modernite hem uygarlık dönemi entelektüel pırıltı ve devrimlerini, hem de modernite karşıtı entelektüel çıkışların olumlu özelliklerini özümseme temelinde kendi entelektüel ve bilimsel devrimini yapmak durumundadır.
Her bir sistem karşıtı hareket, her bir örgütlenme ahlaki ve politik toplumu oluşturacak bir adım olarak değerlendirilmelidir. Sistem karşıtı hareketlerin temelde gençlik gücünden ilham aldığı gerçeği gençliği bu hareketleri doğru okumaya sevketmelidir. Ki ancak kurumlaşma temelinde çalışmalar somutlaştırılırsa entelektüel devrim gerçekleştirilebilir. Demokratik ulus esprisiyle bu kurumlaşmaları oluşturmak kadar, kurumlaşmaları tüm dünyaya yaymak ve insanlığın ortak entelektüel kaynaklarını oluşturmak da bir gerekliliktir. Bu temelde gençliğinufkundalokal, bölgesel, ulusal olduğu kadar kıtasal boyutta kurumlaşmalar da yer bulmalıdır.
Demokratik modernite, entelektüel devrim yapılmadan gerçekleştirilemez. Ve bu devrim de mevcut entelektüel yapılanmayla gerçekleşemez. Demokratik modernitenin bu ihtiyacını karşılamak için aydınlanma kararlılığına ulaşmak ve yeni bir zihniyetle kadrolaşmak şarttır. Mevcuthiçbir kurumlaşmaya ve yapılanmaya benzemeyecek olan bir yapılanma şarttır. Önderliğimizin 2013 Newrozunda belirttiği Ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız. belirlemesi, gençliğin entelektüel alan için de esas alması gereken bir perspektiftir. Eskisi gibi düşünmeyeceğiz, eskisi gibi konuşmayacağız, eskisi gibi bilmeyeceğiz ve eskisi gibi yaşamayacağız. Bu anlamda gençliğin yeni düşünme, yeni konuşma, yeni bilme ve yeni yaşama tarzımıza öncülük etmesi, özgür ve onurlu yaşam için bir zorunluluktur.
Gençliğin aydınlanma şartlarından biri de tarih okumalarıdır. Tarihe baktığımızda Kürt toplumunun ulus devletleşmedeki başarısızlıklarla dolu öyküleriyle karşılaşırız. Bu başarısızlıklar devletçi zihniyete girememiş olmanın da bir göstergesi olmaktadır. Tarihte karşımıza çıkan ve soykırım yöntemlerinden biri olarak toplumumuz karşısında bir silah gibi kullanılan devletsiz olma faktörünü, Önderliğimizin ortaya koyduğu demokratik uluslaşmayı oluşturmaya çalıştığımız bu çağda başarıya dönüştürmenin en büyük gerekçesi ve şansı olarak görmeliyiz. Eğer Ortadoğu’nun demokratik uluslaşma şansının var olduğunu söyleyebiliyorsak, bu, Kürtlerin devletsiz bir toplum olmalarından kaynağını almaktadır. Dünya insanlığının tek özgür yaşam ifadesi olacak demokratik modernite de işte bu demokratik ulus bütünlüğü üzerinden yükselme şansına kavuşacaktır. Aslolan sistem içinden çıkmayı, düşünsel farklılığı ve yeni özgür yaşamın kurumlaşmalarını geliştirerek demokratik uluslaşmayı oluşturmaktır. Atılan adımlar, yürütülen mücadele ve ortaya çıkan başarı düzeyi demokratik ulus sosyalizminin hangi boyutlarda yaşandığını da gösterecektir.
Demokratik modernitenin kendini köklü bir aydınlanma devrimiyle iç içe inşa etmesi, geçmişten öğrenilmesi gereken derslerin başında gelir. Bununla birlikte hemen vurgulamalıyım ki, geçmiş şimdidir. Toplumsal doğanın asli varoluş biçimi olan ahlâki ve politik toplumun tüm geçmişinden fazla söz etmesek de (Ama özellikle neolitik toplumun, köy-tarım toplumunun, göçebeliğin, kabile ve aşiretin, dinsel cemaatlerin halen yaşamsallıklarını inatla sürdürdüklerini göz ardı etmemeliyiz), son beş bin yıllık sermaye birikim ve iktidar tekellerince kaybettirilen değerleri yeniden kazanmak için devrimsel nitelikte entelektüel ve bilimsel üretim demokratik modernitenin inşasında en çok ihtiyaç duyulan desteği oluşturacaktır. Olmazsa olmaz kabilinden bu ihtiyacı karşılamak için entelektüel görevlerimiz üzerinde yoğunlaşmamız, çözümleme ve çözme çabalarımızı yoğunlaştırmamız her zamankinden daha fazla hayati önem taşımaktadır.
Bitti.
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi