HABER MERKEZİ
Ayrılık deyince hep aklımıza, insanların ayrılıkları, hasretlikleri, özlemleri ve bu yüzden çektikleri acılar gelir. Bir de yaşadığı coğrafyadan, seni yarattığını, var edip koruduğunu bildiğin doğadan kopmak, ayrılmak vardır. Kendi doğandan kopmak tarihsel kökünden, yaşam özünden koparılmaktır. Nasıl ki bir ağaç kökünden koparılıp başka bir yere ekilemezse, nasıl ki bazı tohumlar kendi toprağından, ikliminden başka yerde filizlenmezse, kendi doğasından, ikliminden kopan insan da yaşayamaz; savrulur, çarpılır ve kendine yabancılaşır. Doğasından çıkarılan insan kendinden çalınan insandır. Doğasından kopan insan, ölüme mahkum edilmiş insandır. İnsanlık kendi doğasıyla uyum ve paylaşımla başlar. Doğa insanı yaratır, besler, korur ve insan kendini doğanın kollarında mutlu özgür ve güçlü hisseder. İnsan doğaya emek verir, doğa tüm cömertliğiyle insana emeğinin bedelini verir. İnsan ile doğa arasında tüm insani hedefler, özlemler ötesinde bir bağ vardır. Bu bağ, her şeyden daha güçlü bir bağdır. Damarlarımızdaki kan, kanı pompalayan kalp doğanın canından süzülüp yaratılmış. Ana ve babalarımızdan önce onun evlatlarıyız. Bu bağ, bu çekim, bu huzur, başka nasıl açıklanabilir. Ruhumuzun derinlikleri nereden geldiğini, gerçek özünü, anasını tanıyor ve onda huzur, güven ve mutluluk buluyor. Bir ana ile çocuğun ilişkisinde, annesinde çocuk dünyanın tüm gücünü, korumasını, becerisini, mutluluğunu görüyorsa, doğanın kollarında da ana kucağındaki küçücük bir bebek gibi mutlu ve huzurludur insan.
Doğayla en iç içe yaşayan halklardan biridir Kürt halkı. Kürtlere dayatılan soykırımın ilk adımı, onları doğasından koparmak, coğrafyasından uzaklaştırmakla başlar. Daha sonra kendisine ait olmayan yabancı bir yaşamın içine çekip eriterek, kendisini ve geçmişini unutturmaya çalışırlar. Coğrafya insana, insanın kendisini, kim olduğunu, tarihini ve kültürünü hep anlatır, hatırlatır. Bu yüzden toprağında yaşayanlar eriyip dağılmaz, savrulup kaybolmazlar.
Doğanın kıymetini elbette bir de gerilla en iyi bilir. Özgürlüğü için mücadele ettiği dağlar, ana kucağı gibi sarar gerillayı. Dağlar da gerillanın kıymetini bilir, geleceğin özgür günlerini yaratmak için yağmur, çamur, kar, fırtına, uçurum ve doruk demeden dağlara sarılan bu insanları, bu yüzden korur sanki. Gerillanın her şeyidir dağlar. Dağlar en iyi anlar gerillayı, en iyi yine dağlar anlatır gerillayı. Bu yüzden gerilla, dağlara emek vermekten bıkmaz ve emek verdikçe daha da bağlanır. Ne kadar asiyse o kadar çok sever. Gerillanın hayalinde ayrılık ise asla yoktur. Emek verilen bir dağdan çıkmak bile derinden kanatır gerillanın yüreğini.
Evet, bir dağdan ayrılmak ölüm gibi zor, kabullenilmez ve kavranılmaz. Ölümlü olduğunu bildiğin halde nasıl sonsuz hissediyorsa kendini insan, bir dağa son gidişi olduğunu bilse de hep tekrar gelecekmiş gibi kabullenemez ve kavrayamaz ayrılığı. Sanki sonsuza kadar birlikte kalınacakmış gibi hissedilir. Çarçella’ya son çıkışımda içime dolup dolup taşan bu duygulardı. Ayrılık var mıdır? Çarçella’dan ayrılabilir miyim? Ölüm gibi kabullenilmesi zor senden ayrılış Çarçella! O korkunç uçurumlarda oturmuş, envayi renklerle boyalı kayaların güzelliğine, hep ilk sefer görüyormuşçasına merak ve heyecanla bakarken, içimde hiç Çarçella’dan ayrılma hissi olmadı. Tekrar görüşecek olmalıyız. İnsan, bir dağdan ayrılışının kesinliğini hissediyor. Görüşmemizin son olduğunu o arazi yüzüme haykırır. Buruk bir hüzünle bakar sanki. Çarçella’ya her gelişimde bir daha gelememe ihtimalinin korkusuyla geldim. Ama o hep “tekrar görüşeceğiz” dedi. Son seferde yine öyle diyordu, umarım yine görüşürüz…
Doğa ne kadar özgür, Çarçella ne kadar özgür. İnsan, Çarçella’da özgürlüğü hissediyor. Hiçbir şey yarım, eksik ya da anlamsız, gereksiz ve fazla değil. Esen rüzgar, nazlı çiçekler, kıştan kalma kar buzulları, masmavi göller, asi uçurumlar hepsi özgürlük ahenginde birbirini tamamlıyor Çarçella’da. İnsan da aradığını bulmanın hissiyle, bütünlüklü, huzurlu, anlamlı hissediyor kendini. Bu anlam, dayanıklılık ve direnç tüm dert ve tasaları alıp götürüyor. İnsan kendini sürekli Çarçella’yla bir diyalog halinde buluyor. Bu sadelik, bu huzur veren güzellik, bu bahar tazeliği, bu renk cümbüşü, bu asilik nasıl anlatılabilir ki! Bence her gerilla görmelidir. Öylesi bir doğa güzelliğini ve anlam bütünlüğünü ifade ediyor Çarçella.
Bir de gerilla yüreğinin tarifini en çok Çarçella ifade edebilir. Uçurumlar; asi, geçit vermez, her an ölümü getirebilir ve ölümle iç içeliktir. Ama bir o kadar da yaşam doludur. En nazlı çiçekler, en asi uçurumlarda açar. Renklerinin ihtişamı herkesi büyüler ve gören herkes dokunmaktan, koklamaktan kendini alamaz. Gerillacılık da her şeyden önce uçurum yürekli olmayı bilmektir. Gerilla her şeyden önce direniştir. Yaşamı yaratmanın, her an ölümle hesaplaşma sınırındaki direnç iradesidir.
Ve soğuğu yıllarda demlenmiş buzullar. Kar hiç bitmez Çarçella’da. Bazı yerler kardan başını kaldırıp baharı ve güneşi hiç göremez, hiçbir zaman baharı çiçeklerle kutlayamaz. Yüzyıllardır kar altındadır. Gerillanın yüreğinde dağların özgürlüğü uğruna erken toprağa düşenlerin acısı da hiç bitmeyen bir kış gibidir. Gerillanın yüreğinin bir yanı hep kıştır. Baharı yarım kalmış, cesur, yiğit, genç yoldaşların eksiğini hangi bahar doldurabilir ki!
Uçurumların, buzulların ortasında en nazlı bir bahar yeşerir…
Baharın güzelliğini, insanı derin duygulara alıp götüren duru ve sade göller tamamlar. Hiç bitmeyen bir bahar… Hep çiçekli, hep yemyeşil, hep çağlayanlı… Sakin, huzurlu ve pürüzsüz bir bahar. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir bahar yoktur. Böyle bir tazelik, yaşam doluluk ve duruluk yoktur. Cennetin başka bir tasavvuru olabilir mi? Cennet ancak bu kadar güzel olabilir. Uçurumların ve karın geçit vermezliğinde gizlenmiş bir harika. Gerillanın yüreğinin temizliği, özlemleri, özgür yaşam umudu ancak bu baharla ifade edilebilir. Bu bahar gerillanın halklara yaratmak istediği bahardır.
Her şey, bir gün, yüreğimize benzeyen, yüreğimizin benzediği bu dağda, bu dağlarda insanlığın özgürlüğü gönlünce içebilmesi için. Çarçella, asiliğin, güzelliğin, direngenliğin, özgürlüğün hikayelerini yıllarca anlattı insanlığa. İnsanlık onun dilinden esinlenerek, onun bereketinden beslenerek kendini yarattı. Çarçella ilk önce Anatanrıça’ya açtı uçurumlarının kapısını. Bugün bizim yürüdüğümüz patikaları ilk olarak anatanrıçalar açmış ve bugün biz bu patikalarda onların yaşadığı güzellikte, eşitlikte, özgürlükte bir yaşam yaratmak için yürümekteyiz. Bu dağlarda yürürken her köşede tanrıçaları hissetmemek mümkün değil. Yıkık köylerde tanrıçaların emeğini, esen yelde nefeslerini, akan sularda tarihte kaybolan çığlıklarını duyuyorsun. Bugün de bu dağlar, ilk günlerdeki gibi en güzel yaşama analık yapmaya hazır ve bedel vermeyi hak ediyor.
Bir bahar daha dağları yeşillere boyadı. Çarçella henüz kar altında, daha bahara durmamış. Yavaş yavaş eriyecek karlar ve Çarçella yine bir cennet baharı ile bizlere güvenli kollarını açacak. Oysa Çarçella’nın yamaçlarında her gün savaş haberleri gelmekte. Çarçella’yı gerilladan koparmak için şimdiden yoğun bir savaş veriliyor. Çarçella, bunca tarihe, güzelliklere olduğu kadar, acılara da tanık bir dağdır. Bu baharda asiliğinden ve güzelliğinden taviz vermeden, yine cennet baharını çiçeklendirecek, güvenli kolları ile bizi kucaklayıp koruyacak. Çarçella’nın güzelliği özgürlüğün sembolü. Çarçella baharları güzellikle süsledikçe, bizler de özgürlüğü Çarçella’ya taşıma kavgasını hep sürdüreceğiz.
Ayrılığa gelince; dağlardan ayrılık yoktur…
Emine Erciyes