HABER MERKEZİ
Etraftaki kalabalık, gürültü, hengame görülmeye değerdi. Daha sabahın ilk saatlerinde herkes büyük bir heyecanla ayağa kalkmış hazırlıklara başlamıştı. Bir yandan kleşini temizleyen,
bir yandan BKC’yi yağlayıp şeridine mermi dolduran, harbiye isteyip silah yağı veren… O gün öylesine bir trafik yoğunluğu yaşanmaktaydı ki anlatılmaya değerdi. Herkeste inanılmaz bir heyecan söz konusuydu. Oldukça kalabalık bir sayı uzun bir süreden sonra ilk defa bir araya gelmişti. Bu kalabalık bir yandan hazırlık içerisindeyken bir yandan da düzenleme heyecanındaydılar. Eylem için bir araya gelen tüm arkadaşlarda müthiş bir heyecan vardı. Özellikle düzenlemelerin okunduğu saat geldiğinde herkes nefesini tutmuş, pür dikkat düzenlemeleri dinliyordu. Düzenlemeler okunduktan sonra ayrı bir kalabalık yaşanmıştı. Bazı arkadaşlar “hani bu sefer biz de saldırı grubunda olacaktık?” diye ortalıkta muhatap ararken, bazıları ise saldırıda oldukları için mutluktan uçuyor gibiydiler. Yani kimin yüzüne baksan onun düzenlemesinin nereye olduğunu hemen anlayabilirdin.
Tabii düzenleme faslından sonra hemen başlayan halay faslı morali düşen arkadaşları birazda olsa kendine getirmeyi başarmıştı. O gün, eylemden bir gün önce tüm arkadaşlar öyle bir halaya tutuşmuşlardı ki, terden sırılsıklam olana değin, birçok arkadaş halaydan çıkmıyor, halayın devam etmesi için büyük bir direngenlik gösteriyorlardı. Aslında o gün eylemi kutlama günüydü. Eylemden kesin zaferle dönüleceğinin sözünün verildiği gündü.
“Serkeftin ve görüşürüz” sözcükleri, eyleme gidilmeden önce herkesin kucaklaşarak sarf ettiği son sözler oluyor. Sözleri dile getiren yüreklerin, gözleri öylesine umutla parlıyordu ki, mutluluğu ve zaferi o gözlerde görmek kesinlikle mümkündü. Vedalaşma anından sonra herkes grup grup ayrıldı. Bizim grubumuz dört kişiden oluşmaktaydı. Grup komutanımız B7’yi kullanacak olan Hevrê Kelhûr arkadaştı. Hevrê arkadaşın duruşu oldukça sakin ve tecrübenin getirdiği bir güvene sahipti. Beytüşşebap’a doğru yola koyulduğumuzda geri sayım başlamıştı.
O gün Beytüşşebap’ta düğün vardı. Söylenen bütün şarkılar bizi anlatıyordu. Kulaktan kulağa fısıldanmışçasına “silahlarıyla bize doğru gelen gerillalarımızın kucaklayalım” diyen sesler kulağımıza kadar ulaşıyordu. Şarkılarda “cilen gerilla reşe, silahe wan kleşe” sözleri Beytüşşebap’ta yankılanıyordu. Bu müzikler eşliğinde birkaç saniyeliğine de olsa çekilen o halayların coşkusu çok güzeldi. Devrim havası vardı desem yanlış olmaz herhalde. O gece gökyüzünde, yaşadığımız heyecan ve sevince şahitlik eden parçalı bulutlar ve yıldızlar vardı. Dilleri olsaydı en iyi onlar anlatırdı yaşananları. Gökyüzünde yıldızların arasında bile bir mücadele vardı. Hepsi tarihi güne tanıklık etmek için mücadele ediyorlardı.
Uzun bir yürüyüşten sonra nihayet yerimize ulaşmıştık. Hedefe 10 metre kala bizi fark eden iki kişiyi rehin alarak, beklemeye başladık. Hevrê arkadaş bir iki konuda bizleri uyardı. Tepe merkezin içinde küçük bir tepeydi. Rehin aldığımız gençlerin söylediğine göre bu köyün korucuları yurtseverdi. Heval Hêvre; “arkadaşlar bildiğimiz kadarıyla buradaki korucular yurtsever, bu yüzden ilk mermi atışımızla onları uyaracağız. Büyük ihtimalle karşılık vermeyecekler. Bu durumda onlara hiçbir şekilde zarar vermeyeceğiz. Asla silahları onlara doğru tutmayacağız” dedi ve bunu birkaç defa tekrarladı.
Evet, o gece Beytüşşebap kuşatılıyordu. Düşmanın bulunduğu her yerde mermiler patlayacaktı. Heyecanla başlama anını bekliyorduk. 09.45’de eylem başlayacaktı. Bizim bulunduğumuz mahalle oldukça sakindi. Yanımızda bulunan iki rehine dışında herkes halaydaydı. Onlara “rehine” diyorduk ama onların sevinci ve heyecanı da en az bizimki kadardı. Bir yandan gerillanın yanında olmanın heyecanını yaşıyorlardı, bir yandan da eyleme tanık olacaklarının heyecanını… Tedbir olarak onları eylem bitene kadar hiç bırakmayacaktık. Zaten bıraksaydık da onların gitmeye hiç niyetleri yoktu. Bir saate yakın genç rehinelerimizle sohbet ettik. Sohbet esnasından bizden 50 metre aşağıda ana caddeden eğilerek koşan yoldaşlarımızı gördük. Bu eylemin başlayacağının işaretiydi. Bunu anladıktan sonra rehineleri serbest bıraktık. “xwe mûkayete bin” sözlerini defalarca tekrarladıktan sonra bizden ayrıldılar. “Haydi heval eylem başlayacak hazırlanalım” sözlerinden sonra beklenen mermi sesi geldi. Aynı anda her yerde, şehrin içinde ve dışında B7, BKC, havan, bomba ve kleş sesleri birbirine karıştı. İzli mermiler adeta geceyi ışıldattı. Eylemin ikinci dakikası başlamıştı. Hewrê yoldaş ikici B7 güllesini atmaya hazırlandı. Aslında birinci roket ile teli imha etmesi gerekiyordu. Ne yazık ki roket tele isabet etmemişti. Bu yüzden 1 dakika kaybettik. İlk dakika bir yaralımız olmuştu. Tüm umudumuz ikinci roketin isabetli olmasıydı. İkinci roket isabetli olmasaydı saldırıda işimiz çok zorlaşacaktı. Şehrin ışıkları bir anda kesildi. Termaller ve suikastçılar devredeydi. Cihazı cebinde, belinde raxtı, kleşi çep rast bir şekilde takılı olan Hevrê yoldaş, omzunda B7’si ile mevziye nişan almıştı. Bütün gözler onun üzerindeydi. İşte o an nasıl anlatılır bilmem. Ah keşke bir kamera olsaydı da o anı sonsuz kılabilseydi. Her insan doğarken, onunla birlikte yıldızı da doğar derler. İşte o gece bir yıldız kaydı gökyüzünden. Bir yolculuk başladı sonsuzluğa. Dimdik ayakta duran Hevrê yoldaş bir anda sırt üstü toprağa düştü. Cihazı alıp tekmil vermek gerekirdi. Savaşta ilk dakikada başarıyı elde etmezsen, avantaj yerini kayıplara bırakır. Bu yüzden zaman çok önemlidir. Hevrê yoldaşa doğru koştum. Eğilip cihazı almak istediğimde dizimin ıslandığını hissettim. O anda yere baktım, Hewrê arkadaşın başucunda küçük bir kan gölü oluşmuştu. Bu kalabalığın içinde dağ gibi Hewrê derin bir uykuya dalmış, düşerken bir “ayy!” bile dememişti. O an, insanın sevdiği bir yoldaşını kaybedişini, hissettiklerini anlatabilmesi gerçekten de çok zordu. Şifreyle Hewrê yoldaşın şahadetinin verilmesi gerekliydi. Bense “Hewrê çû, Hewrê çû” diye cihazda koordineye tekmil veriyordum. İçimden ise “Hewrê heval haydi kalk!” diyordum. Savaş devam ediyor, şarjörler değiştiriliyordu. Yaşanan her şey film gibiydi. Cihaz çok yoğun işliyordu. Tekmiller alınıyor, perspektifler veriliyordu.
Geri çekilme talimatı verildiğinde dört kişilik grupta bir şehit bir de yaralı vermiştik. Hewrê arkadaşın B7’sini yanımıza aldık fakat kleşini almamıştık. Arkadaşlar kleşini de almamı söylediler. Elimle kleşi aramaya başladım ama bir türlü ulaşamıyordum. Silah kayışı çok inceydi ve Hewrê yoldaş sırt üstü düştüğünden silah altta kalmıştı. Omzundan tutup yavaşça çevirdim. Öyle yavaş, öyle hassas çeviriyordum ki, onu hiç mi hiç incitmek istemiyordum. Silah çok sıkışmıştı ve çıkartmaya gücüm yetmiyordu. Yanımda bulunan maketle kayışı kesmeye çalıştım. Maket elimden sıyrılıp, Hewrê yoldaşın kafasına çarptı. İçimden “yoldaşım beni affet, seni incitmek istemezdim” dedim. Hewrê yoldaşın vücudunda, uyuyan bir insanın vücudunun esnekliği vardı. Silahı alıp birkaç adım attım ve durdum. Sonra geriye doğru baktım. Yerde öylece uzanan Hewrê yoldaşa baktım. Gözlerim hala kalkmasını bekliyordu. Daha yarım saat önce konuşup, gülüşlerine tanık olduğum yoldaşımı bırakıp, gitmek çok zor geliyordu.
İşte böylesi anlar çok zor anlardır. Keşke bir kuş olsaydım da kanatlarımın arasına alıp dağlara, yoldaşların yanına götürebilseydim onu. Biraz ilerledikten sonra bir ses duydum. Sese doğru yöneldim. Gelen ses “durumunuz iyi mi heval? Elinize sağlık, bir şey lazım mı?” diyen iki yurtseverdi. Onlara; “hayır, bizlere bir şey lazım değil ama bir arkadaşımız şehit düştü. Onu size emanet ediyoruz. Hewrê yoldaşa sahip çıkın” dedik.
O köyde her evin bir bahçesi vardır ve her bahçenin etrafı tellerle çevrilidir. Yani bir karakol gibidir. O köyü geçerken çok zorlandık. Halaydan dağılanlar evlerine dönüyordu. Bizi görenler “deste we sağbî” diyorlardı. Yolu tam olarak bilmediğimizden, bir genç bize yolu bulmamızda yardımcı oldu. Çok cesur ve ölüm kaygısı olmayan bir gençti. Heval Hewrê’nin B7 silahını ve kleşini bu gence verdik, bize noktaya kadar yardım etti.
Eylemden 2 saat sonraydı ve biz hala yoldaydık. Kesilen nefesimizle geri çekiliyorduk. Yağmur yağmaya başlamıştı, damlalar birbirini kovalarcasına yağıyordu. 2 saat öncesi yıldızlar görünmez olmuştu. Yerini kara bulutlara bırakmıştı. Gökyüzü dört şehide ağlıyordu. Metin’e, Ferhat’a, Şoreş’e, Hewrê’ye ağlıyordu. Apocu militan savaştığı kadar insancıl olur. Hewrê yoldaş bunu kanıtlamıştı. Çünkü son dakikaya kadar da koruculara kurşun sıkılmamasını defalarca bizlere tembihlemişti. O her zaman yüreğinde insan sevgisini taşıyordu.
Evet, gökyüzü o gece onlara ağlıyordu. Dörtlerine ağlıyordu. Son el sıkışmamızda “görüşürüz” dedik, bir daha görüşmeme korkusunu yaşayarak. Onlar ellerinde zafer bayraklarıyla yürüyorlardı. Ve yolculuklarını zaferle tamamladılar…
Mahabad Penaber