HABER MERKEZİ
31 Marta Türkiye ve Bakur Kürdistan’da yerel seçimler adı altında bir mücadele yaşandı. Seçim adı altında diyoruz çünkü yapılan gerçekten seçim olmadı. Çünkü seçim, katılan tüm parti ve adayların hukuk ve adalet gereği eşit imkanlara sahip olmasını gerektirir. Yine seçim sonuçlandığında kanunların belirlemiş olduğu çerçevede sonuçların açıklanmasını şart kılar. Örneğin seçim sonuçlarının aleni bir biçimde YSK tarafından basına ve kamuoyuna ilan edilmesi lazım gelir. Şayet bir itiraz durumu yaşanırsa hem geçmiş uygulamaların hem de kanunların emrettiği biçimde bir yaklaşım içinde olmak zorunludur. Kim itiraz ederse etsin bu yaklaşım ile itirazları değerlendirmek hukukun olmazsa olmazıdır. Adil olmak da bunu gerektirmektedir.
Görüldüğü gibi bu seçimlerde itirazı kabul edilen sadece AKP ve MHP oldu. Bunların yüzlerce hatta binlerce oy farkının olduğu yerlerdeki itirazları kabul eden YSK, örneğin 3 oy farkın olduğu Malazgirt seçimlerinde HDP’nin itirazını kabul etmedi. Yaşanan gelişmeler AKP ve MHP’nin seçim sonuçlarını kabul etmediğini göstermektedir. Peki Erdoğan ve Bahçeli devlet işleyişini bozmayı neden göze alıyorlar? Seçim sonuçlarını kabullenememelerinin anlamı nedir?
Her şeyi kendilerinin hazırladığı bir seçimde ortaya çıkan sonuçları neden kabullenemiyorlar, sorusu çok önemlidir. Türkiye’de muhalefet olmadığı için yine demokratik eleştiri yapacak kadar güçlü ahlak sahibi insan az olduğu için bu soru pek sorulmaz. Sorulsa da sanki Türkiye normal bir devletmiş, hukuk işliyormuş ve demokratik teamülleri varmış gibi konuşularak faşizm normalleştirilir. Bu durum Türklerdeki devlet kültürünün tezahürdür. Devlet olsun da nasıl olursa olsun aklının ürünüdür. Ancak bu defa devletim diyenler devleti işletmiyorlar. Peki neden?
Erdoğan ile birlikte Türk siyasi hayatında çok şey değmiştir. Değişenlerden biri de devletin işleyiş mekanizması ya da kültürüdür. Türkler bunu kendi içinde ‘güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılması’ şeklinde halkın anlamakta güçlük çektiği bir dille anlatırlar. Normalde Türkler devlet işleyişine uyan bir kültüre sahiptir. Devlet işleyişinde bir şeyi değiştirmek istediklerinde de bunu usulüne göre yapmaya çalışırlar. Ancak Erdoğan ve etrafındakiler, Türklerdeki bu geleneği epeyce bozmuştur. Başta Kürt siyasi hareketi çevresi olmak üzere değişik muhalif kesimlerin sıkça dile getirdikleri gibi Türkiye’de Erdoğan ile birlikte devlet yavaş yavaş ortadan kalkmış, bir çeteye dönüşmüştür; Bu seçimlerde de gündem olan Pelikan gurubunun başbakanı (Davutoğlu) görevden aldıran ortam yaratması, SADAT gibi paralı katiller yetiştiren kurumlar, Sedat Peker gibi oluk oluk kan akıtacağız diyen mafya gurupları Erdoğan ile birlikte Türkiye’nin çete devletine, terörist bir devlet dönüştüğünü yeterince göstermektedir. Geçmişte de bu tür örgütler vardı. Ancak hepsi de bizzat devletin denetimindeydi. Erdoğan ile birlikte devlet bu kesimlerin birliğinden oluşmaya başlamıştır. Dolayısıyla seçim sonuçlarını kabullenmemek, yenildikleri çoğu yerde sonuçlara itiraz etmek, muhalefetin, en çok da HDP’nin hiç bir itirazını kabul etmemek, Şırnak ve sınır ilçelerinde olduğu gibi kendilerince önemli gördükleri Kürdistandaki kimi il ve ilçelere asker ve polis yığarak seçim kazanmak çeteleşmiş bir devletin seçimden ne anladığını ve seçimleri kendisine göre nasıl ayarladığını yeterine göstermiştir. Demek ki seçimlerden sonra yaşananlar Türk devletinin çeteleşmiş olmasının bir sonucudur. Bir devletin çeteleşmiş olması tam olarak ne anlama gelir?
Asıl soru da budur. Bir devlet çeteleşmişse onun siyasi literatürdeki ismi faşist diktatörlüktür. Demek ki seçimlerden sonra üzerinde en çok durulması gereken şey devletin faşistliğinin aynı zamanda çeteleşmiş olması demek olduğunu bıkıp usanmadan halka anlatmak olmalıdır. İkincisi faşist devlet nazarında baştaki diktatörden ve yanında ‘uluyanlardan’ başka kimsenin iradesi yoktur. ‘Uluyanlar’ında diktatör karşısında iradesi yoktur. Dolayısıyla faşist bir düzende seçimler olmazı iyi anlatmak gerekir. Faşizmde seçim adı altında savaş yaşanır. Faşistler için önemli olan halkın kendilerini sessizce kabullenmesidir. Halkın seçimlerde iradesini ortaya koyup faşist diktatörlüğü kabul etmiyoruz demesinin faşistler için bir anlamı yoktur. Çünkü faşistler halka rağmen iktidar olanlara denir. Faşist diktatörlerden bazıları (Saddam, Mübarek, Esat vb.. ) yüzde seksen-doksan oyla tahtlarında oturduklarında yıkılmışlardı. Yani faşist diktatörlüklerin yenilip yerine dibine gömülmelerinin seçimle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Daha açık bir ifade ile faşistler seçimle gelmedikleri gibi seçimle de gitmezler. Seçimlerde devletin tüm imkanlarını kullanarak ve hile yaparak gelirler. Bunun için seçimle geldiklerini söyleyemeyiz. Seçimle gitmezler çünkü yenildiklerinde Erdoğan ve Bahçeli’de gördüğümüz gibi seçim sonuçlarını kabul etmez, kazanıncaya kadar seçim oyununu oynamak isterler. Peki faşist diktatörlük nasıl ortadan kaldırılır?
Faşistle mücadelenin tarihi en az yüz yıllıktır. Bunun için başta Kürtler olmak üzere az sayıdaki sol ve Erdoğan çete devletinden rahatsız İslami kesimlerin Türk devletinin konuşturduğu adamlara ve kadınlara bakmaması gerekir. Türk devlet geleneğinde bir şeyi saptırmak temel bir kuraldır. Bunu dini istismar ile en etkili yapan da Erdoğan’dır. Faşizm şiddet rejimidir. Baskı ve zulümdür. Ancak faşistler konuştuklarında kendilerini demokrat ve hukuk içinde göstermeye özen gösterirler. Faşistler ellerindeki silahı ve copu gül diye anlatırlar. Birini öldürdüklerinde eceliyle öldü derler. İşkence ettiklerine düştü, tutukladıklarına koruma altına aldık derler. Haksızlığa adalet, hile ve şaibeye kusursuzluk, yalana tek doğru demeyi de ihmal etmezler. İslam buna kafirlik demiştir. Çünkü kafirlik gerçeklerin üstünü örtmek demektir. İslami olarak kafir denilen kişinin batı siyasi literatüründeki karşılığı faşisttir. Demek ki kafir ve faşist aynı kişidir. İslam kafirlerle mücadeleyi sonuna kadar yürütün emri vermiştir. Batıda da faşistlerle siyasi mücadele kültürü güçlüdür. Orada da faşistlerle mücadelenin temel yöntemi halkı bilinçlendirip örgütlemek ve faşistlerin anladığı dilden savaşmak olduğunu biliyoruz. Yani faşistlerle mücadelenin yol ve yöntemi kendine hastır. Pasifimz ile, hukuk içinde kalarak, faşistle mücadele edilemez. Nasıl ki kafire İslam’ı anlatılarak kafirlikten vazgeçirmek çok zor oluyorsa faşistle de hukuk içinde mücadele edilmesinin çok zor olduğunu bilmek gerekir. işte 31 mart yerel seçimlerinin ortaya çıkardığı en çarpıcı sonuç budur. Seçim sonuçları halkın faşistleri istemediğini göstermiş.
O zaman halkın bu talebine göre mücadele etmek şarttır. Bu mücadelenin başarılı yol ve yöntemlerle yürütülmesi için Leyla Güven ve yoldaşlarının ortaya koyduğu yolu izlemek esas olmalıdır. Kazandıracak bu mücadele karşısındaki engelinse Erdoğan ve Bahçeli değil, Kılıçdaroğlu ve adamları olduğunu bilmek gerekir. Bunu da en çok HDP’nin bilmesi gerekir.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi