HABER MERKEZİ
Özgürlüğe dair hayırlı şerrimiz zihnimizi, demir kafeslerde tutsak kılan Ortadoğu’nun toplumsal gelenekli dogma tarzı ve Avrupa merkezli çağdaş putperest pozitivist dogmalarından kurtarmaktır. Doğu gelenekli bilgelikle Batı’nın sorgulayıcı düşünce gücüyle özgürlüğe dair indirgemeci tanımları geride bırakarak yerine evrenin muhteşem- gizli sırrına erelim. Beyinsel kafesimizi kıralım makro evrenin sınırlarında muhacir olalım, uçsuz bucaklara… ‘Evren kendini tanımak için insanı yarattı’ denir ya da teolojide ‘tanrı kendini tanımak için kulunu yarattı’ diye ifade edilir. O halde insan evrenin gizemli ve sırlarla saklı yönüne cevap aramakla yükümlüdür. Beyin kıvrımlarında kördüğüm olmuş sualler cevaplanmayı bekler. Suallere cevap aramak düşüncede enerji akışkanlığını beraber getirir. Ve gerçekler üzerine düşünme, kafa yorma her zaman beyin hücrelerimizi aktifleştirir ve özgürlüğe dair ufkumuzu açar.
O halde özgürlük nedir?
Özgürlüğe dair soruları insan merkezli cevaplandırmak egoistliğe temayül etmez mi?
Özgürlük zekanın yoğunluğu ise zekanın kendisi nedir?
Zeka insana has bir şey midir?
Evrende mikro ve makro düzeyde olup bitenleri nasıl izah edeceğiz?
Özgürlük evrenin varoluş halidir. Bilim evrenin oluşumunu on dört – yirmi milyar yıl önce oluşan bing- bang teorisiyle tanımlamakta. Özgürlüğün amacında olan evren iğne ucu kadar hareket halinin zeka yoğunluğunu zirveye taşıyarak patlaması sonucu zekice bir özgürlük amacını eylemselleştirmiş olur. Özgürlük eylemini ürünüyle oluşan bulutsu parçacıklar giderek kendi etrafında enerji kazanarak topraklaşır. Enerjinin bereketinde hidrojenden 92 element oluşur. Evrenin özgürlük ürünleri adım adım yıldızlar, gezegenler taş toprak ve sularda ifadesini bulur. İnsan varlığı evrenin özgürlüğe dair gerçekleştirdiği mükemmel eylemin ürünüdür. Bu anlamda insan evrenin şimdiye kadar ölçülebilen yirmi milyar yıllık evrim tarihinin ürünüdür. İnsan gerçekten bir mikro kozmostur. Makro kozmos insanda dile gelmektedir. Evrenin yetkin kavranışı insanın yetkin kavranışından geçer. İnsan oluşum aşamasından beri devamlı evreni keşfetmek anlamak ve tanımak amaçlı arayışını sürdürmüştür. Afrika Rif hattında başlayan kutsal yürüyüş bin bir zorlu, tuzaklı, engebeli yürüyüş özgürlük arayışından bağımsız olabilir mi?
Ta kutsal Mezopotamya topraklarında boy veren yaşama nasıl bir tanım bulmalı?
Bu uğurda nesli tükenen Neondertal özgürlüğün bedelini vermedi mi?
Bu suallere cevaben ilkel zeka dediğimiz ilk temel güdü olan barınma, korunma ve üreme sınırında gezinerek, sığ ve inkarcı tutumları beraberinde getirecektir. Her şeye rağmen yaşamak için gösterilen direnç hali insanın iradi enerjisi olmaktadır ki bu ise saf özgürlüğün yaşanmasıdır. Sorulması gereken diğer bir soru doğal toplumun yaşam tarzı çelişkisi çatışmasız her yönüyle cenneti mi çağrıştırmakta dır? Elbette çelişkiler çatışmalar zorluklar vardı. En başta klanın yaşamın zorluklarına karşı ayakta kalabilme savaşımı vardır. Türü yok olan klanlar vardır. En önemlisi ana tanrıça kültürü ile avcılık kültürü arasında gerginlik vardır. Yaşamın kendisi tek düze durağan olmadığından sevinç ve acı bir arada yaşanmaktadır. Bir su bile dere yatağından akarken taşlara takılır. Engebeli akar gider. Suyun önüne ketler kurulmadığı müddetçe taşlar engeller akışını durduramaz. Doğal toplumda yaşana gerginlik ve yapısal kriz hali olmayıp canlı varlıkların yaşam akışı içinde karşılaştıkları gerçekliklerdir. Doğal toplumda insanın hakikatle olan bağı doğayla olan ilişkilerinde anlam kazanır.
İnsan mutluluğu aşkı ve en güzel duyguları doğanın bağrında yaşarken hisseder. Toprak ana ise insana özgürlüğün damıtılmış anlamına arşınlar. Canlıcılık diğer bir deyişle animizm bir nevi evrenin amacının insanda ifade bulmasıdır. Animizden yoksun insan evren ve doğa ile arasına uçurum koymaktadır. Avcılık kültürü en başka canlı ve canlılığı avlar. İnsanda ve hakikate dair yaşanan tüm iyi hoş güzel duygular avlanmaktadır. Canlı ve cansızlık ikileminde çatışmasını yaşayan insan adım adım özgürlükten uzaklaşır. Ölü doğa imajı özgürlüğün inkarına dayalı olup özgürlüğe vurulan en büyük darbedir. Bu darbe ile evren çocuğunu kucağından düşürür. Öz çocuk özgürlüğe yabancılaşıp özgürlüğe sırt döner. Mitolojilerde özgürlük karşıtı destanlar felsefede ruh beden çelişkisinde uçlaşarak özgürlüğe cevap aramalar en son ise algı olgu ve deneylerle izah edilir. Evrensel zekanın birikimine sahip olan insanlar nasıl olur da özgürlüğü duyduklarından ve gördüklerinden ibaret kılarlar. Biz herhangi durgun bir maddeye örneğin taşa baktığımızda onun cansız bir madde olduğunu düşünürüz. Çünkü algılama düzeyimiz bize o kadar olduğunu gösteriyor. Fakat bugün biliyoruz ki, her maddede olduğu gibi taşın atomik yapısının içindeki parçacıklarda bir hareket vardır. Atom altı parçacıklarda görülmektedir.
Bu parçacıklardan kopup kaçan paketçikler ışığa dönüşünce özgürlüğü yaşarlar. Bugünkü canlı varlık anlayışı hareketi ve değişim ve enerjiyle tanımlanır. Artık ölü doğa anlayışı aşılır ve kuantumla evrenin sırlarla kaplı yönüne cevap aranıyor. Sanıldığının aksine evren ve doğa kendi öz mantık sistemleriyle ahenktedir. Evrenin kendisi özgürlüğe dair zekice seçim yapabilme kabiliyetini gösteriyor. Çoğullaşma, çeşitlenme, farklılık zımnen de olsa bu kabiliyetin dışa vurumudur. Bir gül neden birçok renge bürünür hele dikenleriyle kendini savunması özgürlüğün iradesel seçimi değil de nedir? Kırlangıçların kayaların en ücra köşesine ördükleri yuvaları en değme fabrikanın yapamayacağı yetenektedir. Çiçeğin kayalıklarda yeşerişi, kuşların çoğul seste şakımaları, sincapların haylazca daldan dala koşuşu ve martıların çığlıklarında kopan sevda adeta özgürlüğe dair ezgilerin sanatsal ifadesini taşır.
Örneklerle bitirmeyeceğimiz komple evrenin güzelliğinde bin bir rengin dengin ahenkli senfonisi. Bu gerçeklere rağmen cansız idealar sahra çölü misali zihin ve yüreklerin susuz çiçeksiz ve baharsız kalan idealarıdır. Özgürlük görebileceğimiz ve duyabileceğimizden de öte bir durumdur. Evrenin renginden denginden duyulan zevktir. Evrenin çoğulculuk ve faklılığında coşmak, çeşitliliğinde koşmaktır özgürlüğe dair. Yaşamın yeknesaklığına karşın destanlarla, şiirle, ezgilerle ve estetikle yaşamaktır. Ne varsa sezgisellikte, algı zenginliğinde, ütopyalarında gizlidir. Gönül gözüyle yaşama bakmaktır. Yeter ki çölleşmiş zihin ve beyinlerde akarsuları keşfetmeyi bilelim.
Evrende yaşanan aşırı sıcaklık, kuraklık ve dengesizlik şöyle bir soruyu akla getirebilir. Evren özgürlük amacından vazmıgeçti? Koca bir hayır. Evrende özgürlüğe dair arayışlarını sürdürmekte ve kutsal emeğinin ürünlerini insanlıktan esirgememektedir. Lakin kimyevi hormonlu zehir atıkları evreni incitmekte ve sabrını zorlamaktadır. Körce ve sorunsuzca artan nüfus dünyamızın tahammül sınırlarını zorlamaktadır. Yığınca yaşanan sorunların sorumlusu kim? Evren amacındaysa amaçsız olan kim? Bir kesimin şebekeler halinde örgütlenmiş çıkarcı zihniyetleri sorumludur. Tekelci ve sermaye güçlerinin umarsızca çıkarları doğrultusunda yarattığı birey sorumludur. Birey toplumsallıkla ifadesini bulur. Ne acıdır ki kapitalizm denilen sistem insanın toplumsallığa dair neyi var neyi yok hepsini ustaca avlamaktadır. Toplumsuz birey yıkıcıdır ki zaten günümüzü de yıkmaktadır. Toplumun ahlaki gücü ve zekası insanın yıkıcı ve vahşi durumunu dengeler. Özgürlüğü amaç bilmiş insanın önünde duran hedef toplumsallığı yaratmaktır. Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, özgürlük toplumsallığı inşa etme gücüdür.
Özgür Deniz