HABER MERKEZİ
Genel Teori
Savaş konusu ortaya çıkışından bu yana parti gündemimizi en fazla meşgul eden bir konudur. Adeta savaş içerisinde bir partileşme söz konusu. Önderliksel doğuş da, partinin doğuşu da ağır baskı, saldırı ve imha tehdidi altında gerçekleşmiş bulunuyor. Bir gençlik hareketi olmaya adım attığımızdan bu yana da şiddetle iç içe bir mücadele durumunu yaşıyoruz. Partileşmemiz adeta bir savaş içinde gerçekleşmiş ve 12 Eylül faşist askeri darbesi gibi azgın bir askeri saldırıyla yüz yüze gelmiş bulunuyor. Daha sonraki süreç ise zaten bu imha saldırılarına karşı silahlı direniş temelindeki bir mücadeleyi ifade ediyor. Saldırının askeri boyutlarda olması, askeri imhayı hedeflemesi parti hareketimizi de askerlikle daha yakından ve derinden ilgilenmeye ve giderek askerileşmeye götürüyor. Kürdistan’daki gerçeği derinden anlamanın ve ona cevap oluşturacak bir düşünce ve tutumu geliştirmenin zorluklar içerisinde gerçekleştiğini de biliyoruz.
Gerçi imha ve inkâr sistemi dediğimiz rejim bir soykırım karakterinde olsa da, çıplak askeri zora dayansa da, dolayısıyla kolaylıkla görülebilecek karakterde bulunsa da bunu kabul etmek, çözümlemek, dahası buna karşı yapılması gereken görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirecek bir cesaret ve fedakârlık göstermek ciddi zorluklarla gerçekleşmiştir. Belki de karşıt tutum göstermenin, bu soykırım rejimine karşı direnme görevinin, onun istediği derin cesaret ve fedakârlığı gösterme durumunun zorlukları uzun süre Kürdistan üzerindeki imha ve inkâr sistemini görmeme, anlamama, ona karşı mücadele edememe gibi bir duruma da yol açmıştır. Aslında görülmediğinden veya anlaşılmadığından değil de, karşı koymanın temel bir insan görevi olması ve bunun da büyük zorluklar içermesi, cesaret ve fedakârlık istemesi durumu, kolaylıkla görülüp anlaşılabilen bir hususun görülmez anlaşılmaz gibi ele alınmasına ya da ona bu temelde yaklaşılmasına yol açmıştır.
Bu durumu kıran kişi Önder APO’dur. Bunu herkes biliyor. Herkesin görüp anladığı ama görmezden ve anlamazlıktan geldiği hususu açığa vurmuştur. Bilinen deyim ile çocuk “anne, bak kral çıplak!” diyor ve kralın tılsımı bozuluyor. Önder APO’nun da Kürdistan gerçeğinde, Kürdistan üzerinde uygulanan soykırım rejimi gerçeğinde yaptığı biraz buna benziyor. Biraz da herkesin gördüğü fakat görmezden geldiği, söylemediği, söylemek istemediği hususu söyleyip açığa vuruyor. Peki, neden bu kadar açık olan, görünebilen bir husus görülmez, bilinmez, duyulmaz bir yaklaşımla ele alınıyor? Çünkü görünür ve ifade edilirse bu onu yapanın üzerine ciddi, tarihi, ağır görevler yüklüyor, sorumluluklar yüklüyor. İnsan olmak o duruma karşı bir şeyler yapmayı, direnmeyi gerektiriyor. Bu da zorluk içeriyor, büyük cesaret ve fedakârlık istiyor. Aslında görmezden, duymazdan, bilmezden gelmenin altında yatan temel husus budur. Öyle çok görememe, bilinçsiz olma, anlayışsız olma değildir.
Tekelci emperyalist güçlerin ifade ettiği gibi toplumun çok geri, iradesiz, kendi hakkında karar veremeyecek kadar bilinçsiz olma durumu değildir. Bu sömürgeci emperyalistin savıdır, egemenin savıdır. Kendi egemenliğini, baskı ve sömürüsünü haklı çıkartmak için onu yapar. Tabi gerçek öyle değildir. Gerçeği, gerçeğin biraz daha farklı olduğunu, işin içinde olanlar, yaşayanlar, yani egemenliğin karşısında yer alanlar daha iyi biliyorlar, görüyorlar, anlıyorlar. Ve biz tarihsel deneyimden, parti tarihimizin derslerinden çok net açığa çıkarıyoruz ki esas husus bilmezlik, görmezlik, anlamazlık değil de karşı koymanın zorluğudur.
Tabi anlamada, görmede ifade etmede de zorluklar var. Sorunlar yaşanıyor. Yüzeysellik veya derinlik gibi bir sorun ifade ediyor. Derinden görüp çözümleyebilmek elbette ona karşı durmanın imkânlarını ve fırsatlarını bulmaya da daha çok yol açıyor. Fakat dar ve yüzeysel yaklaşım böyle bir ağır saldırganlık karşısında direnmenin yol ve yöntemini bulma gücünü ortaya tam çıkartmıyor. Dolayısıyla yeterli bir cesaret ve fedakârlık yaratmıyor. Bu da diğer bir husustur.
Önderliksel ve partisel doğuşun özü: Kürt halkına dayatılan soykırımı önlemektir
Fakat yine de sorunun kökeninde çok fazla bilmezlik, görmezlik ve anlamazlıktan ziyade karşı koymanın zorluklarının sorun oluşturduğunu, görmez, duymaz ve bilmezden gelen tutumların arkasında esas olarak bunun yattığını kabul etmemiz en doğrusudur. Böyle olunca demek ki Önder APO’nun Kürdistan üzerindeki soykırım rejimine çocuğun kral çıplak denmesi gibi bir tanım getirmesi gerçeği su yüzüne vurduğu gibi, buna karşı da direnme görev ve sorumluluğunu üstlenme, onun bilincine ulaşma, onun cesaret ve fedakârlığını yaratma anlamına geliyor. Böylece Önder APO ilk gerçeği ifade eden olduğu gibi bu imha saldırısına karşı direnme cesaret ve fedakârlığını göstermede de ilk kişi oluyor.
Bu durum parti pratiğimizle doğrulanan bir hususu da oluşturuyor. Nitekim gerçeği olduğu gibi deşifre etme tutumu, bu temelde geliştirilen kısmi bir bilinç ve sınırlı bir propaganda çalışması inkâr ve imha rejimi tarafından imha amaçlı saldırılarla yüz yüze geliyor. 1977 Mayıs’ından itibaren başlayan bu sürecin giderek derinleştiğini ve günümüze kadar da özünden fazla bir şey kaybetmeden farklı biçimler ve hacimler oluşturarak geldiğini biliyoruz. Kürdistan ve Kürt toplumu üzerinde uygulanan imha rejiminin deşifre edilmesi, gerçek yüzünün açığa çıkartılması, karakterinin ortaya konması, rejim sahiplerini bunları örtbas edebilmek, bu aydınlatıcı çabayı yok edebilmek için vahşi, yoğun ve azgın bir saldırıya götürdüğü yaşanmış bir gerçektir. 12 Eylül faşist askeri rejimi de böyle bir saldırı sürecinin içinde ortaya çıkan bir düzey oluyor. Kapsamlı ve derinleşmiş özel savaş sistemi de böyle bir sürecin daha gelişmiş bir parçası oluyor. Uluslararası komplo da bu imha saldırısının küresel boyutta örgütlü ve planlı bir biçimde yürütülmesini ifade ediyor. Yani görünen gerçeği açığa vurmanın ciddi bir savaş durumu anlamına geldiği, kapsamlı imha saldırılarını gündeme getireceği ve buna karşı ciddi bir direnme görevini ve sorumluluğunu yüklediği gerçeği pratikte bu biçimde açığa çıkmış bulunuyor. Bu bakımdan da görünen gerçeği ifade etmemenin, söylememenin, öyle bilinçsizlikten, anlamamazlıktan ileri gelmediği, tam tersine daha derin bir anlayışın ama aynı oranda da güçsüzlüğün, cesaretsizliğin, bireyciliğin, fedakârlık gösterememenin, temel insani değerlere ne pahasına olursa olsun sahip çıkamamanın, teslimiyet ve ihanetin bir sonucu olduğu daha net ve açık bir biçimde anlaşılıyor. İşte bunu Önder APO bozdu. PKK bozdu ve bozma gücünü, cesaretini ve fedakârlığını gösterdi. Bütün içinde taşıdığı hata ve yetersizliklere rağmen, böyle bir soykırım düzenine karşı ulusal demokratik çizgide, insani ve toplumsal var olma çizgisinde bir direniş gösterdi. Bu direniş de özü aynı kalmakla birlikte, birçok aşamadan geçerek günümüze kadar geldi. Özünde bu imha ve soykırım saldırısına karşı direnme, var olma, kendini koruma vardı.
Önder APO ve PKK’nin çıkışının özde bunu içerdiği tartışma götürmezdir. Öyle şu amaç, bu hedef, falanı filanı yok etmek, başka yerlerde olmayanı Kürdistan’da inşa etmek gibi bir hedef kesinlikle yoktur. Önderliksel ve partisel çıkışta öz olarak var olan: Kürt halkına dayatılmış olan soykırımı önlemek, Kürt toplumu üzerinde uygulanan imha ve inkâr rejimini kırmak, tarihin en eski ve en kadim halkı olan Kürt toplumunu da 20. ve 21. yy’da insanlık ailesinin onurlu, özgür ve eşit bir üyesi olarak yaşar hale getirmektir. Önderliksel doğuşun ve parti çıkışının temel içeriğinin, özünün bu olduğu tartışmasızdır.
Zaten bundan ötesi de olamazdı. O koşullarda daha farklısını öngörmek, başka şeyler söylemek, aramak, deyim yerindeyse anormal olurdu. Çok fazla gerçekçi bulunmazdı. Somutla ilişkili olmazdı. Çünkü yok sayılan, yok edilmek istenen ve yok edilmek için de en azgın imha ve soykırım rejimine tabi tutulan bir toplumu bu durumdan kurtarmak en temel görevken ve başka hedeflere yönelmek ve başka hedefleri gerçekleştirecek toplum olarak öngörmek elbette ki çok gerçek dışı, somutla hiç bağdaşmayan, hayalcilikten de öte bir tutum olurdu. Dolayısıyla eğer bir şey yapılması gerekiyorduysa o koşullarda yapılabilecek öncelikle bu soykırımı açığa çıkartmak ve durdurmak, inkar ve imhayı yok etmek, toplumu kendi gerçeğini görür, kendi çıkarlarını bilir, kendi yaşamını yürütmenin iradesini, bilincini ve örgütlülüğünü gösterir bir düzeye getirmek olabilirdi. Nitekim Önderliksel çıkışın, partileşmenin temel hedefinin bu olduğu tartışma götürmezdir. Bu öz değişmemiştir. Bunu iyi bilmek lazım.
Değişen ne?
Fakat bunu gerçekleştirmenin yol ve yöntemlerinde, araçlarında, tarzında geçtiğimiz 35 yıllık süre içerisinde önemli değişiklikler yaşanmıştır. PKK’de ortaya çıkan değişiklikleri de bu temelde ele almak önemlidir.
Neler değişmiştir PKK’de? Çok kaba bir biçimde sıralarsak; örneğin böyle bir soykırımı önlemenin, toplumu özgür ve iradeli yaşar hale getirmenin aracı olarak devletçi sosyalizm öngörülmüştür. Fakat daha sonra anlaşılmıştır ki özgürlük ve bağımsızlık devletçilikle olmuyor, sosyalizm devletle gerçekleşmiyor. Devlet, toplumu özgür kılmıyor. Tam tersine baskı ve sömürü altına almanın temel aracı oluyor. O bakımdan araç değişmiştir. Yani bağımsız, özgür, eşit olmanın, soykırımı durdurarak özgür demokratik yaşayan bir toplum haline gelmenin, örgütlü bir toplum olmanın temel aracı değişmiştir. Devletle bu işin yapılacağı öngörülürken, bunun doğru olmadığı anlaşılıp demokratik toplum örgütlülüğü, Demokratik Konfederalizm örgütlülüğü öngörülmüştür. Örneğin değişen bir husus bu oluyor.
Diğer yandan devleti var eden, yaratan büyük ordular ve onların savaşları –gerçekleştirilememiş olsa da- hedeflenirken, bunun da gerçekçi olmadığı, Kürdistan’da gerçekleşmesinin fazla imkânının bulunmadığı, daha da önemlisi bunun da bir özgürleşme ve demokratikleşmeyi ifade etmediği görülerek öyle bir stratejiden, mücadele yol ve yönteminden vazgeçilmiştir, değiştirilmiştir. Strateji değişikliği yapılmıştır. Devletçi sistemi yaratmayı öngören halk savaşı veya ulusal kurtuluş savaşı dediğimiz stratejik yaklaşım değiştirilerek Meşru Savunma stratejisi diye ifade ettiğimiz, halkın özgür ve demokratik varlığını, duruşunu ve yaşamını güvence altına almayı ifade eden bir savunma stratejisi esas alınmıştır.
Bunlarla birlikte örgütlenmenin, askerileşmenin yol ve yöntemlerinde değişiklikler olmuştur. Tabi bu değişiklikler örgüt sisteminde değişikliği, taktiklerde değişiklikleri, günlük yaşam ve eylemde temel araç ve yöntem değişikliği gündeme getirirken, buna bağlı olarak farklı birçok değişim ve yenilenme de yaşanmıştır. Bütün bu değişiklikler özü daha doğru ifade etme, temsil etme, özle daha uyumlu hale gelme doğrultusunda olmuştur. Bunu da önemle bilmek gerekiyor.
Bu değişikliler neden yaşanmıştır, niye gündeme gelmiştir, ne ifade ediyor dendiğinde buna vereceğimiz yanıt: ‘özle çelişen, çıkış özüyle uyumlu olmayan araç ve yöntemlerde ve tarzda değişimi ifade ediyor’ olmalıdır. Değişiklikler araçların, temel yol ve yöntemlerin, taktik ve tarzın bu çıkış özüyle daha uyumlu hale gelmesi, o özü daha iyi temsil etmesi, o özü gerçekleşmeyi daha doğru öngörmesi temelinde olmuştur. Yoksa özle çelişme durumundan değil. Aslında özle çelişen, bu çıkış özüyle uyumlu olmayan yol, yöntem ve araçlardaki değişikliği ifade ediyor. Dolayısıyla PKK hareketi başlangıçtaki çıkış özünü şimdi daha iyi ifade eden, daha güçlü savunan, o özü daha etkin, doğru ve yaşanır bir düzeyde temsil eden bir çizgiye, yol, yöntem ve araca ulaşmıştır, Önderliksel gerçekliğe ulaşmıştır. Kendisini temel doğuş özüyle daha uyumlu ve daha bütünlüklü hale getirmiştir.
Bunlar ayrıntıda neler ifade ediyor, hangi dönemlerde nasıl gerçekleşti? Elbette bunların bilinmesi de önemli. Fakat esas olan çıkış özünün ne olduğu ve bu özü gerçekleştirmek ve temsil etmek üzere ne tür yol, yöntem ve araçlar öngörüldüğü, bunlarda ne zaman ve ne tür değişikliklerin olduğunun bilinmesidir. Bu da esas olarak gerçekleşmiştir.
Burada şunu da ifade etmek önemlidir, nasıl ki ilk çıkış, gerçeğin ifadesi çok zorlukla gerçekleşmişse, aslından o özle araç, yol ve yöntemlerin uyumlu hale getirilmesi, yani onu sağlatacak değişikliklerin, düzeltmelerin yapılması da benzer biçimde ciddi zorluklarla, büyük çabalarla ancak gerçekleşebilmiştir. Ağır bedeller ödenerek bunlar sağlanabilmiştir. Bunun altında binlerce şehit vardır. İmralı işkence sistemine karşı, uluslararası komploya karşı direniş vardır. 20 yıldır halkın hiç durmadan özgürlük ve demokrasi için ayağa kalkışı, büyük cesaret ve fedakârlıkla direnişi vardır. Yüz binlerce tutuklusu vardır. Baskı vardır, işkence vardır. Bunlara karşı direniş vardır. Kısaca topyekûn özgürlük için direnen, fedai öncülüğü temelinde direnme gücüne ulaşan bir halk gerçekliği vardır. Bir ‘İnsanlık Önderliği’nin doğuşu ve gerçekleşmesi söz konusudur.
Bütün hatasına, eksikliğine ve bunların yol açtığı kayıplara rağmen günümüze kadar ulaşan sonuç ve gerçekleşenler bunlar oluyor. Dolayısıyla da bu sonucu, bu gerçekleşmeyi önemsememiz, ciddiye almamız, tarihsel anlam ve değerini derinden bilince çıkartmamız gerekiyor.
Duran KALKAN
Sürecek
İkinci bölümün konusu: “Şiddet Ve Zor, Gasp Ve Köleleştirmenin Esas Yöntemidir”