HABER MERKEZİ
Toplumu komünalleştirmek
Rojava’ya ayak basılır basılmaz ‘eğitim’ (perwerde) sözcüğünün yaşamın ne denli içine işlediği fark edilir. Komünler olarak örgütlenme kararı almış mahallelerde, siyaset can buluyor. Çocukların kahkaları, elektrik saatleri ve barış komiteleri üzerine alınan kararların arkasındaki melodiye dönüşüyor. Ne kadar da gayri resmi ama güzelliği de burada zaten. Hiçbir zaman hiçbir şeyi olmamış insanlara iktidarı vermek cesaret ister, güven ister, sevgi ister.
Bir ailenin evinde kalıyorum bir oğul şehit düşmüş, bir oğul patlamada yaralanmış, bir oğul gazeteci, ikisi evlat kültür akademisinde. Anne her sabah 5’te kalkıp kadın kooperatifinin tarlasında arkadaşlarıyla buluşup eve taze sebze getirdikten sonra kadın meclisinin toplantısına katılıyor. Kendi topluluğunu örgütleyerek ulus-devlet sistemine savaş açıyor; arzu ettiği, hak ettiği özerkliği yaşıyor. Varoluşunu komünalleştirerek tarihe adını yazıyor. Baba komşuların ihtiyaçlarını dinlemek için halk evine (mala gel) gidiyor. Evleri her daim dolu. Tartışmak, eleştirmek, öneri sunmak ya da paylaşmak isteyenler çocuklarıyla beraber günün herhangi bir saatinde kapılarını çalıyor. Toplumsal meseleler kelimenin tam anlamıyla toplumsal olmuş zira herkesin meselesi, herkesin sorumluluğu. Halk evini ziyaret ediyorum. Bir dini lider bana özgür eş yaşamın ivediliğinden ve kadınların gücüne inancından bahsediyor. Mezopotamya Sosyal Bilimler Akademisi’nde 70 yaşında masallar ve folklorik öyküler anlatan bir kadından bahsediliyor. Egemen güçlerin tarih yazımına ve positivist bilime böyle meydan okuyor. Önceki tekçi rejime karşı radikal bir başkaldırı. Egemen modern bilimlerin dışında kalan bilgelik ve bilgilerin ortaya çıkarılması Rojava’nın eğitim yaklaşımının temeli. Yılmaz bir yönetim üyesi özgür ve bağımsız bir zihniyet, bir demokrasi kültürü yaratmanın zorluklarını anlatırken bir an kolunun olmadığını fark ediyorum. Çocuk tiyatrosunu izliyorum: ‘işçi kedi’ kendini iki ‘altın kedinin’ tahakkümünden kurtarıyor.
2014 Eylül’ünde Qamişlo’da kurulan Mezopotamya Sosyal Bilimler Akademisi bilimin ve düşüncenin hiyerarşik yapılarına meydan okuyor. Akademi sosyal bilimlerin farklı disiplinlere bölünmüşlüğünü eleştiriyor ve statüko profesyonelliğini reddediyor. Üç dönemden oluşan okul yılı tarih ve sosyolojiye giriş dersi ile başlıyor. Öğrenciler, mevcut teorileri ezberlemek yerine dünyayı anlamak için tarih ve sosyolojinin önemini ve hakim tarih yazımında egemenin öznelliğini tartışıyor. İkinci dönemde okumalar ve tartışmalar derinleştiriliyor. Son dönemde öğrenciler bir tez ya da proje ile topluluklarındaki bir sorunu tespit edip çözüm önerileri sunuyorlar. Yani sosyal bilimler sadece bir sınıflandırma ve inceleme yöntemi olarak değil, aynı zamanda topluma hizmet etmenin bir aracı olarak da görülüyor. Hiyerarşiler ve iktidar ilişkilerinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı akademide kimse birbirine hoca ya da öğrenci olarak hitap etmiyor. Herkes yoldaş. Her dersten sonra öğretmenler öğrenciler tarafından eleştiriliyor.
Bu fikirler sadece belirli eğitim alanları ile sınırlı değil. Örneğin bir tıp doktoru ve aynı zaman da Rojava’daki birkaç sağlık meclisinden birinin de üyesi olan Dr. Agirî sağlık sorunları- nın çoğunlukla yaşama dair genel yaklaşımla alakalı olduğunu ve dolayısıyla nüfusun siyasallaşmasının elzem olduğunu anlattı. Dr Agirî’ye göre dünyada halk sağlığının kötüye gitmesinin nedeni mevcut sistemde insanların yaşamın bir parçası olarak görülmemesi. Şirket ve sanayinin kapitalist politikaları ve bunların yaşam tarzlarımız ve toplumsal ilişkilerimiz üzerindeki etkileri birbirinden ayrı ele alınamaz. ‘Eğer toplum zihinsel olarak hastaysa, beden de hastalanacaktır.’ Dolayısıyla, sağlık, eğitim, doğanın korunması, siyasal aktivizm birbirinden ayrıymış gibi ele alınamaz, hepsi bir olarak düşünülmelidir. Dr. Agirî ayrıca ulus-devletler tarafından uygulanan kültürel asimilasyonun kolektif hafızanın silinmesiyle ve dolayısıyla doğadan ve komünalist yaşamdan yabancılaşmayla ilişkisinden de bahsetti. Stresin birçok hastalığın sebebi olduğu ve yaşam koşullarından kaynaklandığı gerçeği, içinde yaşadığımız
sistemi sorgulamayı gerektiriyor. Aşırı kentleşme ve teknolojinin insanlar üzerindeki etkisi üzerinde de duran Dr. Agirî, günümüz kalabalıklar içindeki insanının yalnızlığına da değindi. İnsanların aile içinde dahi kendilerini akıllı telefonlarla soyutlamalarının robotize ve sanal arkadaşlıklara yol açtığını vurgulayarak, bu durumu kırbaca ihtiyaç duyulmayan bir cins modern kölelik olarak tanımladı. Dr. Agirî’ye göre obezitenin bir sağlık sorunu olarak değil de güzellik sorunu olarak ele alındığı bir devirde, ‘Sağlık ideolojik bir mesele.’ Dolayısıyla, aynı anda daha sağlıklı ve daha politik bir toplum yaratmak amacıyla Rojava’nın sağlık politikaları ekolojik toplumsallaşma için yeşil alanlar oluşturmaya odaklanıyor. Diğer bir deyişle, bireyin sağlığı, toplum ve çevrenin bütünleştirilmesiyle toplumun politikleştirilmesi Rojava’nın sağlık felsefesinin temelini oluşturuyor.
Rojava’daki savunma güçleri öz savunmanın hiyerarşi, kontrol ve tahakküm olmaksızın işleyebileceğini gösteriyor: Savaşın ortasında, Halk Savunma Birlikleri, YPG ve Kadın Savunma Birlikleri YPJ ve asayiş birimleri ideolojik eğitime odaklanmışlar. Bu eğitimin yarısı toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine. Akademiler savaşçıları kendilerinin bir intikam tugayı olmadığı, mevcut silahlı örgütlenmenin savaşın bir gerekliliği olduğu konusunda eğitiyor. Asayiş akademileri, asayişin silahsız olarak, mahallelerdeki ihtilafların ara buluculuk ile çözülmesi ve son kertede asayişe gerek duyulmayan bir şekilde kendi sorunlarını çözebilen ‘ahlaki-politik bir toplum’ yaratma amacına yönelik çalışmalar yürütüyor. Polis tanımlamasını reddediyorlar çünkü devlete hizmet etmek yerine halka hizmet ediyorlar ve halkın bir parçasılar. Rimelan’daki asayiş akademisinin bulunduğu bina eskiden Suriye gizli servisine aitmiş. Burada kadın özgürleşmesi üzerine ders alan ve derslerini, bahçe ve mutfak işlerini komünal usulde örgütleyen öğrencilerden bazıları daha önce bu binada Suriye rejimi tarafından işkence görmüş. Komutanlar tabur üyeleri tarafından, deneyim, bağlılık ve sorumluluk alma konusundaki isteklilikleri göz önünde bulundurularak seçiliyor. Liderliğin feda ruhuyla yapılıyor olması neden birçok YPG/YPJ şehidinin deneyimli, sevilen komutanlar olduğu sorusuna bir yanıt niteliğinde.
Özgürlük seçeneğimiz olarak doğru sosyoloji paradigması
Son olarak, Rojava üzerinden, bölgede yaşanan tarihi mücadelenin nasıl uygarlık savaşına bir örnek teşkil ettiğine bakalım. Fakat ‘doğu’nun geri, muhafazakar, acımasız ve vahşi olarak nitelenerek ‘batı medeniyeti’nin üstün gösterildiği ve dolayısıyla doğuya yapılan her türlü baskı, emperyalizm ve tahakkümün meşrulaştırıldığı Samuel Huntington’ın ‘medeniyetler çatışması’4 anlayışından farklı olarak, durumu anlamak ve çözüm olasılıklarını tartışmak için jineolojîyi kullanalım.
Abdullah Öcalan tarih ve medeniyeti anlamak için, özellikle Fernand Braudel’in faydalı çerçevesine inanarak, Neolitik çağlara kadar uzanan, dünyanın ilk tapınağı ve 11.000 yaşında olduğuna inanılan ve tarihin gidişatı ve medeniyetin yükselişi hakkında tarihçilerin varsayımlarında devrim yapan antik yerleşim yeri Göbeklitepe’ye yakın memleketi Urfa (Riha) gibi yerlerin tarihine derinlikli olarak bakarak, “ana akım” ya da “hâkim medeniyet” karşısında “demokratik medeniyet” olarak iki medeniyet olduğu fikrini ileri sürer.
Demokratik medeniyet marjinalize edilenlerin, ezilenlerin, yoksulların, dışlananların özellikle de kadınların mücadelelerini temsil ederken, neolitik çağın sonunda hiyerarşik yapıların yükselişinin ve antik Sümerin Mezopotamya’da başlayışının; güce, şiddete, zapt etmeye ve tekelciliğe dayanan bir medeniyet geliştirdiğini öne sürmektedir.
“Özgürlük” kavramı için kullanılan ilk kelime olan amagi veya amargi, antik Sümer’de MÖ 2.300’ler civarında ortaya çıktı. Sümer’in “Ziguratlar”ı yani büyük tapınak kompleksleri; biçimlendirilmiş sınıflı toplumun başlangıcı olarak anlaşılabilecek patriarka, devlet, sürekli ordu ve özel mülkiyet gibi hiyerarşik mekanizmaların yavaşca kendilerini kurumsallaştırmaya başladığı yerlerdi. Burası cinsel davranışlara göre toplumsal olarak “saygın ve saygın olmayan kadınlar” ayrımlarının yapıldığı ilk yerdi.5 Önceki dönemde Neolitik çağ daha eşitlikçi sosyal formlar ve ekonomik örgütlerle nitelendirilirken, bu çağ kadınların statüsündeki düşüş ve dominant erkeğin, özellikle de bilginin tekelini elinde tutmaya başlayan erkek rahibin yükselişiyle nitelendirilen büyük ve kapsamlı bir toplumsal kırılmayı simgeleyen, mitolojide “tanrıçaların düşüşünü” gördüğümüz bir çağdı. Dolayısıyla, özgürlük düşüncesi veya özleminin bu nedenle ilk olarak başka yerde değil de burada ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Daha sonra, fetihler ve erkek merkezli dinler ve imparatorlukların yayılması ve yakın zamanda özellikle de kapitalist çağda modern devlet; felsefe, din ve bilimi sistematik ve bilinçli olarak kullanarak bu güç sistemini daha da güçlendirecek ve kurumsallaştıracaktı.
Eğer bir kişi Öcalan’ın analizini kullanacaksa, o kişi bugünkü Mezopotamya’ya bakmalı ve iki medeniyet arasındaki toplum ve özellikle kadınlar üzerinde üstünlük kurmaya çalışan hiyerarşik merkezileşmiş sistemler “ana akım medeniyet” ve tarih boyunca sürekli direnen, ezilen ve dışlanan kadınların alternatif medeniyeti “demokratik medeniyet” aynı çatışmanın bugün hala yerinde olduğunu ileri sürebilir. Bu mücadele en çarpıcı biçimde sözde İslam Devleti ve Kürt kadınları arasındaki savaşta gösterilecekti. 5000 yıllık kölelik ve baskı üzerine temellenen zihniyet ve sistemlerin sonucu olarak İslam devleti, bilhassa gerçekliklerinde hala geçmişin özelliklerini ve hatıralarını taşıyan en antik toplumların üyelerine odaklanarak, kendi ideolojisini gururlu bir biçimde öldürme, tecavüz etme, köleleştirme ve kadın satışı yaptı.
Tekelci, egemen, aşırı ataerkil ve köleci amaçları, niyetleri ve eylemleri ile ölüm saçan İslam Devleti, kapitalist modernitenin ve ‘‘egemen uygarlığın‘‘ cisimleşmiş halidir. İslam Devleti egemenlik iddialarını meşrulaştırmak için dini araçsallaştırmanın yanı sıra, kapitalist modernitenin çok belirgin bir unsuru olan, tamamiyle tekelci bir sistem kurmayı da amaçlamaktadır. DAİŞ ‘çok geri’ bir düzen olarak resmedilmektedir; ancak aslında günümüz hakim ulus-devlet- yönelimli, kapitalist ataerkil düzeninin modern yöntem ve mekanizmalarını kullanmaktadır. Birçok açıdan DAİŞ her yerde yaşanan kadına karşı şiddetin aşırı bir örneğidir. Birçok ulus devlet İslam Devleti’ne çok benzer yöntemlerle kurulmuştur.
Demokratik moderniteye dayalı alternatif bir toplumsal sistem, özgürlük, adalet ve ulus-devlet ilkelliğinin, kapitalist ekonominin ve egemen gücün ötesinde bir demokrasi için anlamlı bir mücadele yürüten Kürt kadınlarının direniş ve hareketi ‘‘demokratik uygarlığın‘‘ manifes- tosudur. Sadece DAİŞ’e karşı değil, aynı zamanda ulus devletlerinin “tek bayrak-tek millet- tek devlet” politikalarının faşizmine karşı da savaşan Kürdistan kadınları, devletçi olmayan ve yerine kadın özgürlüğüne, bütün toplumların eşitliğine, ekolojik uyuma ve etik-politik topluma dayalı sistem yaratmaya çabalayarak tarihi bir intikam alırlar. Bu bağlamda, Kobanê’ye yapılan saldırılar, insanların kendi kaderlerini tayin ettikleri, bağımsız özgür bir yaşama yapılmış bir saldırıdır.
Bu, askeri bir çatışmadan daha fazlası olarak bin yıl öncesinden mirası olan tarihi bir mücadeledir. Bu bağlamda, patriarka, devlet ve özel mülkiyetin, merkezinde kadına yönelik sistematik saldırı, sistematik olarak istismar, tecavüz, baskı, kölelik, soykırım, inkâr, hırsızlık ve yalanlar sistemi kurma yollarını ve kadınların nasıl sistematik olarak ortadan kaldırıldıklarını ve cadılar ve davetsiz misafirler olarak kötülendiklerini, dolayısıyla öldürülebilir, tecavüz edilebilir ve susturulabilir olarak ilan edilişlerini düşünürken, amargi kelimesinin aslında “anneye dönüş” anlamına geldiğini öğrenmek daha anlamlı hale gelir.
KCK başkanlık konseyi üyesi Sozdar Avesta, Şengal’deki kadın katliamı üzerine şunları söylüyor: “İslam Devleti’nin dünyanın en eski topluluklarından birine saldırmış olması bir tesadüf değildir. Onların amaçları Orta Dogu’daki bütün ahlaki değerleri ve kültürleri yok etmektir. Ezidilere saldırarak, tarihi yok etmeye çalıştılar. İslam Devleti açık bir şekilde Reber Apo (Abdullah Öcalan)’ın felsefesine, kadın özgürlüğüne ve halkların birlikteliğine karşı örgütlenmiştir. Dolayısıyla, bu çeteleri mağlup etmek doğru sosyoloji ve tarih okuması gerektirir. İslam Devleti’ni fiziksel olarak yok etmenin ötesinde, onların mevcut dünya düzeninde de kendini devam ettiren ideolojisini de ortadan kaldırmalıyız.”
Bu iki taraf arasındaki savaş, bir film senaryosuna ya da bir roman kurgusuna benziyor bir tarafta gülümseyen ve umut dolu kadınlar, diğer tarafta ise karanlık güçlerini yıkıcı ve faşist barbarlıklarından alan katil ve tecavüzcüler. Ancak bu iki çizginin bugün Rojava’da savaşıyor olması hiçbir şekilde bir tesadüf değildir. Tarihleri hiçbir zaman yazılmamış olanların, tarihi tamamen silmek isteyenlere karşı savaşacak yüreği olması da bir tesadüf değildir. Mevcut düzen binlerce yıllık hiyerarşik sistemin bir mirası olabilir. Zulüm ve baskı her zaman mevcut olabilir. Ancak devrimci, başkaldıran, direnen mücadele de hep var olacaktır.
Biz kölelik ve özgürlük arasındaki bu tercihte gerçek uygarlıklar çatışmasına şahit oluruz: Ya boyun eğdirme ve tahakküm ya da direniş ve aşk. Bu binlerce yıllık bir mücadeledir. Dünyanın ilk düzenli ordularına sahip olan Sümer Zigguratlarında başlayıp, kadının düşüşünü ve insanlık harmonisinde sonun başlangınıcı temsil eden kadim tanrıçaların düşürüldüğü komplolarla devam eden ve son ifadesini Orta Doğu’da kendi kendini “devlet” ilan etmişlerin kadin katliamlarına karşı bulan bir mücadeledir bu.