HABER MERKEZİ
Somon balıkları göçebe balıklardır. Bu göçlerinde inanılmaz bir çaba ile imkansız görünen engelleri aşarlar; hatta alçak şelaleleri metrelerce yukarı atlayarak yada hiç desteksiz boşluğa dökülen suyun içinde akıntıya karşı yüzerek aşarlar. Somon balıkları bütün okyanusu dolaşmış olsalar bile, suyun kokusunu takip ederek sonunda daima kendi doğdukları kaynağa geri dönerler… Okyanuslarda, denizlerde ve ırmaklarda sonsuz maviliklerde özgürce yüzer ama tekrar esas geldikleri kaynağa akarlar. Sürüler halinde dolaşır ve esas ait oldukları suyun kokusuna hiçbir zaman yabancılaşmazlar. Somon balığının hikayesine benzer Mahir’in yaşam öyküsü. Munzur’un “Somonu da benim” derdi Mahir. “Her yere gitsem, dünyayı dolaşsam da Munzur’a bakmadan, Munzur’da yüzmeden, kokusunu içime çekmeden yaşayamam. Ben bu suda doğdum bu mavide büyüdüm.”
Munzur çocuğuydu Mahir Munzur (Cihan Kıt). Gözelerden akarsu misali akar ve dağları parçalardı. Vadiye başka güzellik katan her bir şelaleye dokunur ve kutsanırdı. Vadinin florası ve faunası ondan sorulur. Huşun, diş budağın, sık meşelerin, kızıl ağacın, kavağın vadi boyunca nerede, ne kadar olduğunu gözü kapalı bilirdi. Somonların yuvaya dönüşünü sabırsızlıkla bekler, kırmızı pullu alabalıkların hangi zamanda tutulacağını ve ne zaman tutulmayacağını balıkçılardan daha iyi bilirdi. Yosundan taşına, dağ keçilerinden kekliğe, üveyikten turnaya… Saatlerce bıkmadan sıkılmadan izlerdi tüm güzellikleri. Kendini bulur ve kendisi olurdu bu kültür içerisinde.
Sonbaharda soğuk almıştı arkadaşlar ve biz erzak çekiyorduk. “Hiç ilaç kullanmanıza gerek yok, sizin ilacınız bende” dedi Mahir. Ve hemen bir ot getirip kaynattı. Tek tek arkadaşlara verdi. İçtiğimiz bu değişik ot çok iyi gelmişti. Nenesi Mahir’e şifalı ve yararlı otların hepsini göstermişti. Doğadaki her şeyin ilaçlardan daha faydalı olduğuna inanıyordu. Dersim’deki endemik çokluk olduğu sürece hiç birimiz hastalanmayız. Bu güzelliklerin barajlarla sular altında kalacağı düşüncesi bile onda büyük bir öfkeye yol açardı.
Toprak aşkıyla yaşardı
Babasıyla birlikte Gül yaylasına, Sultan Baba’ya erken yaşta sarımsak ve mantar toplamaya çıkmıştı. Başkalarının denetiminde emeğinin sömürülmesindense kendi topraklarında ne bulduysa onunla yetinmeyi, ne topladıysa onu satarak geçinmeyi vazgeçilmez bir ilke edinmişti. Toprağının üzerindeki her şeye katlanır ama başka diyarlarda nefes almaz, adeta boğulurdu. Dersim dışına çıkar ama yangından mal kaçırırcasına hızla geri gelirdi.
Mahir’in doğduğu ve büyüdüğü Peter Köyü, Munzur suyu ve dağlarına bakar. Diğer yüzü Demenan’a ve Laç Deresi’ne bakardı. Sık meşelerin ve ceviz ağaçlarının görüntüsü adeta halı saha görüntüsü gibiydi… Yüksektedir Mahir’in köyü… Rüzgarın esintisinin tadını en çok Peter’de alırdı. Geceleri kendini yıldızlara daha yakın hissederdi. Elini uzatsa yakalayacakmış gibi… Nerede susuz kalsak; “şimdi burda bizim köyün çeşmesi olacaktı, buz gibi etrafında saatlerce oturursun huzur verir… o serin havası yok mu, unutturur sana bitap düşen hallerini, adeta pırıltısından büyük bir enerji almışçasına koyulursun seni bekleyen nice işlere. Fiziksel enerjimin kaynağıdır bizim köyün çeşmesi” derdi. Dünyanın en güzel mekanlarını, en albenili coğrafyalarını değiştirmezdi Mahir kendi köyünün güzelliklerini.
‘Her insan doğup büyüdüğü topraklara benzer’ deyimi en çok Mahir’i tarif ederdi. Köylerinin boşaltılmasına olan öfkesinden, bunu sindirememekten olsa gerek zamanının çoğunu orada geçirir, sürekli ziyaret ederdi. Yağmurlarda ıslanan toprağın kokusunu içine çekmese yaşamında derin boşluklar hissederdi. Mutlaka mantar, sarımsak, kereng ve ışkın toplamalıydı yoksa bu güzelliklerin ona küseceğini düşünüp yaşamında bir şeylerin eksik kaldığını hissederdi.
Saatlerce yürür, zirvelere çıkar ve ceylanları izlemeye dalardı. Peşlerine takılır, yeni yollar, patikalar ve mağaralar keşfederdi. Her zaman bizi en kestirme, en güvenlikli yollardan götürürdü. Bu yeteneklerinden dolayı arkadaşlar ona; ‘Dersim kurdu’ demekten kendilerini alıkoyamıyordu. Dersim’in her karış toprağına ayak basmalı, tüm kuytulukları bilmeli, gitmediği, görmediği, gezmediği bir yer kalmamalıydı. Mahir arkadaş bozulmamış, kendisine yabancılaşmamış, pir û pak bir kır çocuğuydu. Doğal yaşamın, doğal kültürün en yalın en özlü ifadesiydi.
Gençlerin öncüsüydü
Dersim’in Gazik Mahallesi’nde yaşarken gençlerin adeta lideri gibi herkesi peşinde sürüklüyordu. Doğal öncülük özellikleri, otoriter kişiliği, ‘olmaz’a meydan okuyan keskinliğiyle etrafına büyük bir güven veriyor, korku duvarlarını kırıyordu. Kendisine dair; ‘ben benim’ demekten çekinen, adım atmakta ikirciklik, tereddüt yaşayan gençlere cesaret kapılarını aralıyordu. Cesurdu Mahir. Doğduğu mekandan mıdır bilinmez!
Annesi Mahir’in asiliğini, kabına sığmaz hallerini anlatırken şöyle derdi; “Mahir’i dokuz ay karnımda taşıdım, ana rahminde bile durmazdı kızım. O Alişer’in mağarasında dünyaya gözlerini açtı. Belki de ondandır bu kadar asi olması.” O zaman daha iyi anlayacaktık Mahir’in koparıcı, kendine güvenen, engel tanımayan özelliklerini.
Düşmanın korku politikalarından sinen ve kendine güvenini yitiren Gazik gençliğini korku uykusundan uyandırıp onları Seyit Rıza’nın mirasına sahip çıkmak için cesaretlendirendi. Gençleri toplayıp saatlerce tartışıp, düşmanın Dersim üzerinde geliştirdiği yabancılaştırma politikalarına karşı kendi köklerine sarılma ve öz savunma reflekslerini geliştirmek için üstün çaba harcamıştı. “Herkes dürüst olmalı, başta ona karşı sonra da Dersim’de yaratılan tüm değerlere karşı. Zaman yenmemeli bizi. Başardığımız anılardan bahsetmeliyiz. Yenilgili hatıralar, yaşasak da her gün ezer insanı, o yüzden ancak biz gençler sahip çıkabiliriz geleceğimize!”
Gençler onun bu konuşmalarını hayranlıkla dinler, büyük cesaret alır ve düşmana karşı öfkelerini bilermiş. Genç zihinlerin adeta ruhu ve vazgeçilmeziymiş Mahir. Olmaması, yapılmaması gereken işlerle uğraşan, zamanını boş yere harcayan gençleri doğruya çekip, saatlerce tartışmış, sorumluluklarını anlatmıştı. Düşmanın gençler üzerinde yarattığı sindirme, içine kapanma, ürkme, cesaret kırılmasına karşı yeniden dirilişi, irade olmayı ve gençlik içinde birlik ruhunu oluşturmuştu. Ateş gibiydi Mahir, değdiği her şeyi yakan.
Asaletti Mahir
Arkadaş topluluğu içinde koparıcı ve girişken olması onu otoriter kılıyordu. Mahir yoldaş girdiği ortamda sözü geçen, sözü dinlenen, etrafında doğal saygınlık yaratan bir gerillaydı. Öncü özelliklere sahip olduğundan herkes açısından çekim merkeziydi. Heybet ve asalet kavramlarının tanımı Mahir yoldaşta anlama kavuşuyordu. Daha da zenginleşiyordu tanımı fakirleşen kelimeler. Asil ve kendine güvenen duruşu çevresinin ona her konuda güvenmesini sağlıyordu. O kadar çok ortamın içinden davranıyor ve ortamın gönlünden akıyordu ki, yaşamdaki hatalarına bile kızamıyordu yoldaşları. Varlığını yaşamdaki canlılığıyla pratikçiliğiyle anlamlı kılıyor, var olmanın vazgeçilmez ilkelerinin ifadesi oluyordu.
‘Cano’ derlerdi arkadaşları ona çünkü herkesin canı, ciğeriydi Mahir. Herkes onu canının bir parçası olarak görür ve canı gibi severdi. İsmini büyük Mahir arkadaştan (Şerif Yalçın) almıştı. Hiç tanımadı Mahir arkadaşı ama onun yolunda ilerlemek ve onun gibi büyük bir komutan olmaktı tüm gayesi. Sanırdık ki, keskinlik sadece büyük Mahir arkadaşa yakışır ama ardılı olan genç Mahir, keskinliği ve dobralığıyla herkese şehit Mahir’i anımsatırdı. Korkusuz cesur ve savaşçıydı Şerif Yalçın arkadaş, genç Mahir sanki onunla kalmış gibi bu muazzam özellikleri kendisinde barındırıyordu.
Dersim kültüründe bozulmamış asil bir kır çocuğunun hikayesi olan bu hikaye Dersim’in özetidir.
26 Mart 2018’de Dersim’de şehit düşen Mahir Munzur’un (Cihan Kıt) anısına…
EYLEM XELÎKAN