HABER MERKEZİ
Karların yavaş yavaş erimesiyle doğa yeşil rengini göstermeye başlamıştı. Sanki 2011 baharı tüm baharlardan daha yeşil daha canlı geliyordu bana. Belki de bu güzellik Xakurkê alanına has bir özellikti ya da bana öyle geliyordu.
2011 baharında Xakurkê alanında, ağır silahlar bölüğünde kalıyordum. Arkadaşlar alan toplantısı için bizleri çağırmış, biz de karargaha doğru yol almıştık. Yol boyunca gökyüzüne, yeryüzüne, akan suya, tomurcuklanan çiçeklere bakmadan edemiyordum. Yanımdaki arkadaşlar ise durmadan bana takılıp; “Heval Diyana, biraz daha böyle yürürsen yeryüzü ile bir olacaksın. Yeter artık önüne bak” diyorlardı. Ben ise hiç taviz vermeden gözlerimin görebildiği güzellikleri yüreğime de sığdırmaya çalışarak ilerliyordum.
Böylece yolun nasıl bittiğini hiç anlayamamıştım. Kendimi birden karargahta buldum. Önce karargahtaki arkadaşlarla selamlaştım, daha sonra karargahın etrafında hangi otlar var bir kolaçan ettim. Benim bu halimi gören arkadaşlar, çaktırmadan arkamdan konuşup gülüyorlardı. Eminim; “Bahar geldi, Diyana yine coştu” diyorlardı. Kısa bir süre sonra toplantı başladı. Hepimiz toplantının olduğu yerde bir araya geldik. Bir aylık pratik, örgütsel çalışmalar değerlendirilip kararlara gidildi.
Toplantı sonrası biz gitmeye hazırlanırken, Rizgar Ersî arkadaş yanıma gelip şakayla; “artık SPG-9’ı kullanmanın vakti gelmedi mi?” diye sorunca bir şeyler olacağını hissetmiş ve ona elbet kullanmak isterim, kim kullanmak istemez? diye cevap vermiştim. O gün, o kadar mutlu olmuştum ki anlatmam, herkes hal ve hareketlerimden bir şey olduğunu anlamış ama bir şey de sormamışlardı. Zaten sorsaydılar da ben bir şey anlatmazdım. Böylesi bir şey bana göre hep gizli olmalıydı. Çünkü daha önce yaşanan pratikler vardı. En ufak bir deşifre edici hareket yapılan tüm hazırlıkları altüst edebiliyor, tüm çabaları boşa çıkartabiliyordu. Ben buna birçok defa şahit olmuştum. Bu yüzden de ne olursa olsun gerillada gizliliğin her şeyden önce geldiğine inanıyor, İnandığım şeye göre de hareket etmeye çalışıyordum. Zaten bir şey varsa ve yapılacaksa, zamanı gelince örgüt açıklar, gerekli bilgiyi verirdi.
Bir süre sonra Nehir ve Baran arkadaşlar beni yanlarına çağırıp askeri malzemelerin olduğu deponun anahtarlarını verdiler. Gidip SPG-9’a ait tüm malzemeleri hazırlayıp getirmemi ve hazırlanmamı söylediler. Başka da bir şey demeden beni depoya gönderdiler. Ben ağır silah bölüğündeydim ve en etkili kullandığım silah buydu. Demek ki silahı bir eylemde kullanmanın zamanı gelmişti. Ben ve Bêrîtan arkadaş, birlikte depoya gittik. O kadar heyecanlıydım ki neredeyse koşarak gidiyordum. Bu yüzden depoya ulaştığım zaman kan ter içinde kalmıştım. Depo çok uzak değildi ama ben öyle bir panik yapmıştım ki, sanki yol ve zaman hiç bitmiyormuş gibi geliyordu. Depoya ulaştığımızda paslanmasın diye yağlayıp paketlediğimiz bu koca silahı ve ona ait malzemeleri tek tek dışarı çıkarttık. Mehmet arkadaş da malzemeleri arabaya taşımamız için bizlere yardım etti. Tüm malzemeleri aldıktan sonra yola koyulduk. Karargaha ulaştığımız zaman arabayı bir ağacın gölgesine park ettik. Dinlenmek için biz karargaha yakın olan bölüğümüze, Mehmet arkadaş ise karargaha yakın mesafede olan alan basının yanına gitti. Kimseye bir şey söylemeden direkt bölüğe geçtik.
Daha sonra Rizgar Ersi arkadaş bölüğe gelerek, bölükte bulunan arkadaşlara bir toplantı yaptı. Toplantıdan sonra bizim gurubu yani SPG-9 grubunu çağırdılar. Roketleri kontrol etmemiz gerekiyordu. Çünkü roketler sağlam değilse bu bize pahalıya mal olur, eylemimiz amacına ulaşmazdı. Tüm roketleri tek tek kuralına uygun olarak kontrol edip hazırladık. Yanımızda on beş roket götürecektik. Bunlardan sekiz tanesi zırh delici, yedi tanesi ise parça tesirli roketlerdi. Grubumuzda bulunan diğer arkadaşlar ise Nehir, Baran, Şoreş, Diyana ve Cigerxwin arkadaşlardı. Arabadaki arkadaşların hepsi nereye gittiğimizi bildikleri için artık bir şeyleri gizlemenin anlamı kalmamıştı. Bu yüzden sevincimizi saklamıyor, zılgıt çekiyor, slogan atıyor ve şarkılar söylüyorduk.
Gece Xinêre arazisine girdik. Gittiğimiz istikametten bütün karakolların ışıkları çok net görünüyordu. Bu yüzden karanlıkta yola çıkmayı tercih etmiştik. Mehmet arkadaş yol boyunca hiçbir şekilde arabasının ışığını yakmadı. Yolda ilerlerken içim içime sığmıyordu. Neredeyse abranın camını açıp ben eyleme gidiyorum diye bağıracaktım ki, kendi kendimi durdurdum. Böyle bir şey hem benim hayallerimin sonu, hem de planlanan eylemin sonu olurdu. Öyle böyle kendimi dizginleyip yüreğimdeki coşkuyu eylem anına bıraktım. Bu duygular içerisinde diğer gurubun yanına ulaştık. Kendimizi ısıtıp biraz dinlendikten sonra yakınlarda bulunan bölüğe doğru yol alamaya devam ettik. Bölüğe ulaştığımız zaman Çiçek ve Rozerîn arkadaşlarla karşılaştık. Böyle olunca sevincimiz on kat arttı. Zaten uzun süredir bu iki güzel insanı görmemiştik. Durumlarını da merak ediyorduk. Alişêr ve Sofi arkadaşlar da oradaydı. Onlar eylem planlaması yapacaklardı. Eylem planlaması yapılana kadar biz ve eylemde yer alacak olan diğer genç arkadaşlar, Çiçek ve Rozerîn arkadaşın etrafında toplanıp sohbet ettik. Eylemde savunma grubunda olan bazı arkadaşlar; “Heval Çiçek biz de saldırı grubunda olmak istiyoruz. Neden bizi de saldırı grubuna koymadınız?” diye sorunca, Çiçek arkadaş o her zamanki güleç yüzüyle; “Valla heval ben de saldırı grubunda olsaydım iyiydi ama bak ben senden de daha geride, koordinedeyim” diye cevap verdi. Tabii bizim geçler cevapsız kalırlar mı; hemen; “Ama aynı şey değil ki heval Çiçek, sen yılların komutanısın, elbette koordinede olacaksın” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Çiçek arkadaş savaş ve savaş görevleri üzerine öyle bir konuşma yaptı ki, artık kimse bir şey söyleyemedi. Çünkü hepimiz bir yanılgı içindeydik. Savaşı sadece saldırı grubunda olmak, düşmanla birebir temas içinde olmakla eş tutuyorduk. Oysaki bu çok büyük bir yanılgıydı. İşte Çiçek arkadaş yaptığı bu kısa konuşmayla bizleri bu yanılgıdan kurtarmaya çalışmış, gerçek savaşın ne olduğunu kavramamızı sağlamıştı.
Sofi arkadaş toplanan eylem gücüne toplantı yapacaktı, bu yüzden bizleri çağırdılar. Yaptığı bu toplantıda duygularını, öngörülerini, iddiasını bizlerle paylaştı. Çok moralli ve coşkuluydu. Bunu bize yansıttığı için hepimiz can kulağı ile onu dinliyorduk. Konuşmasını tamamladığında bizlere; “Serkeftin” dedi. Sonra bir arkadaşı kaldırıp; “Heval senin adın ne?” diye sordu. Arkadaş; “ben söyleyemem, olmaz” dediği zaman hepimiz onun özel güçlerden bir arkadaş olduğunu anladık. Bunun üzerine Sofi arkadaş; “Heval, hadi ben adını sordum. Sen niye kendini gizleyemiyorsun? Başka bir isim söyle gitsin, bak artık herkes seni tanıyor” deyince biz gülmeye başladık. Böylece gizli olan arkadaşımızın hiçbir gizliliği kalmamış tam tersine herkesin ilgi odağı olmuştu.
Toplantı sonrası her grup hazırlığını yapmaya başladı. Tüm gruplarla vedalaşıp ayrılmaya başladık. Sadece savunma grubu orada kaldı. Biz saldırı grubunda olan arkadaşlarla yola çıktık. Tüm gruplarla fotoğraf çektik. Yüklerimizi katırlara yükleyip karanlıkla birlikte yol aldık. Ama riskli yerlerde fırtına gibi koşarak geçiyorduk. Tüm karakollar ışıklarını yakmışlardı. Işıkları o kadar güçlüydü ki, önümüzdeki patikayı bile görebiliyorduk. Uzun bir yürüyüşten sonra bir çeşmeye ulaştık, su içmek için kısa bir ara verdik. Ancak sabaha doğru Sermence tepesine ulaştık. Orada akşama kadar bekleyecektik. Çünkü eylem akşam gerçekleşecekti. Nehir arkadaş rahatsız olduğu için hemen bulduğu bir düzlüğe uzandı. Ben ise eylem heyecanından yerimde duramıyordum. Daha sonra keşif yerine gittim. Tepeyi kontrol ettim. Düşman ile aramızdaki mesafe 300 metre kadardı. O kadar ağır silah eğitimi almıştım ama ilk defa bir eylemde kullanacaktım. Hem de İran’a karşı. İran rejimi birçok güzel yoldaşımızı idam etmiş, bu yolla özgürlük hareketimize tehditler savurmuştu. Bu yüzden onlara kinim, öfkem çok büyüktü. O güzel, yürekli ve kahraman yoldaşlarımın intikamını almalıydım. Bu yüzden de o an’ı, hatta saliseleri sabırsızlıkla bekliyordum. Bir ara İran’a ait keşif uçakları her zaman yaptığı rutin keşfi yaptı. İlk önce acaba deşifre mi olduk diye düşündük ama keşif uçağı çok kısa bir turdan sonra gidince rahatladık. Bizi fark etmediği için geri dönmüştü. Bizler de rahat bir nefes aldık. Bir kere daha sürünerek, başımı hiç kaldırmadan keşif yerine gittim. Bir asker öylece karakolun önünde oturmuş, sigarasını yakmış, içiyor da içiyordu. Çok iyi bir hedefti. Onun oturduğu yerden karakola da isabetli atış yapılabilinirdi. Hemen arkadaşlara haber verdim. SPG-9 silahını o noktaya doğru yerleştirip namlusunun yönünü ayarladık. Nehir ve Şoreş arkadaşlar bana yardım ediyordu. Ben tüm hazırlıklarımı karanlık olmadan tamamlamak istiyordum. Bu yüzden de acele ediyordum. Her şey tamamdı. Şimdi sadece Alişêr, Çiçek ve Rizgar arkadaşların vereceği talimatı bekleyecektim. Onlar ne zaman “vur” deseler, ben harekete geçecektim.
Saat 11.00’a geliyordu. Saatler ilerledikçe ben daha da heyecanlanıyordum. Koordinedeki arkadaşların talimatıyla SPG-9’ı harekete geçirdim. Silahın yeri iyi olmadığı için basıncı beni çok etkiliyordu. Sanki iç organlarım çıkacak gibi oluyordu. Biz nasıl atış yapmaya başladıysak, onlar da anında karşılık vermeye başladılar. Havan ve obisler hemen devreye girdi. O mevzide ise dokça ve BKC silahını kullanan arkadaşlar vardı. BKC çalışıyordu ama dokça durdu. Roketlerimi atınca yanımdaki mevziyi kontrole gittim. Doçkaya baktım ve sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Doçkanın kapağı bozulmuştu. Hemen doçkayı tamir etmeye çalıştım. Bir yandan dokça ile uğraşıyor bir yandan da havan parçaları yüzünden kendimi yere atıyordum. Bir ara karakolun durumunu anlamak için, o yöne doğru baktım. Mermiler ters yönden karakola doğru gidiyordu. Bu durum beni şaşırttı, önce bir şey anlamadım. Sonra anladım ki saldırı grubundaki arkadaşlar pastarların kleşlerine ve dokça silahına el koymuş ve onların bulunduğu mevziden karakola ateş açıyorlardı. Mermilerin ters yönden karakola doğru gitmesi bu yüzdendi. O an eylemin çok başarılı bir eylem olduğunu anladım. Yine koordinenin talimatı ile geri çekildik. Geri çekilme esnasında grubumuz birbirini çok fazla uyarmadı. Çünkü bu konudaki tüm uyarılar eylem öncesi yapılmış, tüm arkadaşlar da bu uyarılara uyacaklarını belirtmişlerdi. Gerçekten de arkadaşların tümü kuralları tek tek yerine getiriyordu. Eee, kurallarıyla yapılan bir eylem başarılı bir eylem olurdu. Bizim eylemimiz de bu yüzden başarılı bir eylemdi.
Ertesi gün eylem sonrası değerlendirme toplantısı yapıldı. Eylemde hiç kayıp vermemiştik. Yalnızca bir arkadaş yaralanmıştı. Yaralanan arkadaş ise kendisini gizleyen ama deşifre olan arkadaşımızdı. Bunu duyunca hem üzülmüş hem de o an’ı anımsadığımız için gülmüştük. Çünkü artık hiçbir gizliliği kalmamış, herkes tarafından tanınan bir arkadaş olmuştu. Eylem başarılı bir eylem olarak tanımlandı. Arkadaşlar eyleme katılan tüm arkadaşlara Önderliğimizin rozetini hediye olarak dağıtmışlardı. Ben ve Nehir arkadaş o esnada dışarıda olduğumuz için bizim rozetimizi Rizgar arkadaş getirdi.
Silah öyle bir basınç yapmıştı ki, toz toprak içinde kalmıştım. Ben ve Nehir arkadaş gidip üstümüzü başımızı temizleyip arkadaşların yanına geldik. Artık herkesin yerine dönme vakti gelmişti. Biz de bölüğümüze doğru yol aldık. Rizgar arkadaş da bizimleydi. Yolda ilerlerken Rizgar arkadaş bir ara durup bize bir yeri gösterip; “şurayı görüyor musunuz? İşte orası Egîd yoldaşın bizlere toplantı yaptığı yerdir. Egîd yoldaş bu mücadeleyi yaratan yoldaşlardandı. O olmasaydı, bugün bizler de olmazdık” dediğinde hepimiz duygulanmış, gözlerimiz dolmuştu. Evet, bizler Egîdlerin yolunda, ışığında yürümeliydik. Yani yiğit olmalı, bu yolda öyle ilerlemeliydik. Bu duygularla yolumuza devam ettik…