HABER MERKEZİ
Sistem karşıtlığı derken, tam olarak bu kavramdan nasıl bir anlam çıkarılması gerektiği tartışmalı bir konudur. Birçok sistem karşıtı güçlerin aralarındaki teorik ve pratik farklılaşmalar bu konudaki sistem karşıtlığı kavramının çok problemli olduğunu göstermektedir. Her şeyden önce sistemin moderniteyle olan ilişkisini nasıl gördükleri, sistem modernitesine karşıt olmadan, sistem dışında yeni bir sistem inşa edilebilir mi, Moderniteyi nasıl kavradıkları ve ikili karakterini tespit edebilmiş midir sorularını yanıtlamadan sistem karşıtı güçler kavramı havada kalmış olur. Anlamlı bir sistem karşıtlığı geliştirmek için sadece geleceğe ilişkin projeler ile değil, geçmişe ilişkin tarihleri de doğru çözümlemek gerekmektedir.Her ne kadar sistem karşıtı güçler kendi sistemlerini teorik ve pratik olarak realize edememişlerse de, tüm sorunlu yapısına rağmen en az sistem kadar çağımızı etkilemiştir. Büyük bir tecrübe birimine sahip oldukları gibi, geniş bir yelpazeye sahip olan sistem karşıtı güçlerin aralarındaki önemli farklılıklar olmakla birlikte, birçok ortak değeri de paylaştıkları açıktır.Sistem ile kapitalizmi kastettikleri kadar moderniteyi tümüyle kastetmemektedirler. Yine endüstriyalizm ve ulus-devlet konusunda farklılaşmaktadırlar. Modernite karşısında karmaşık ve karşıt kutuplarda yer alabildikleri gibi, gelecek ütopyalarının moderniteyi aştıkları pek görülmez. Moderniteye karşı aşmayı değil, düzeltmeyi esas aldıkları belirtilebilir. Kapitalizmsiz bir modernite çoğunun programını karşılayabilir. Fakat bunun ancak bir ütopya olduğunu pek fark etmezler.Sistem karşıtı güçler sistemin krizde olduğu konusunda ortak görüşe sahip olsalar da, çıkış konusunda aralarında büyük farklar görülmektedir. Evrimci değişimden devrimci değişime, barışçıl yöntemlerden savaşçıl yöntemlere kadar çok farklı yollar önermektedirler.Tüm sistem karşıtı güçlerin kökleri Fransız Devrimi’ne dayanmaktadır. Bir çoğu Devlet ve İktidar değiştirmeyi devrim sanıyorken, devlet ve iktidarsız toplumu önerenler de vardır. Düşünce yapıları Milliyetçilikten Komünizme, dincilikten pozitivizme, feminizmden ekolojiye kadar geniş bir perspektif sunar. Oldukça iç içe oldukları halde bunu fark etmezler.Sistem karşıtı güçlerin kapitalist moderniteyi aşamamalarındaki en temel gerçeklik kapitalist olmayan topluma dışarıdan sürüklenebilecek bir yığın gözüyle bakmalarıdır. Sosyal konumları itibariyle orta sınıfın iktidar ve sermaye tekelleri dışında kalan ana kesimine dayandıkları ve belli bir modern eğitimden geçmiş aydınların öncülüğünü yaptığı bu hareketler toplumun ezilen çoğunluğunu kapsamaktan uzaktır. Çıkarı kapitalizmde olanlar kabaca yüzde on ise, muhaliflerinin de oranı bu seviyededir. Toplumun yüzde sekseni hem kapitalizm açısından, hem de sistem karşıtı muhalifler tarafından çözümleme ve çözümlerde özne değil, nesne konumundadır. Kapitalizm onlar üzerinde kârı hesaplarken, muhalifler ancak dışarından sürüklenebilecek bir yığın gözüyle bakmaktadır.
Kapitalist modernite olarak sistemin sürdürülemez bir kriz yönetimi içerisinde yaşadığını biliyoruz. Ancak geçmişte bunu devrimin objektif şartları gibi görüp istismar edilmesi derin hayal kırıklıklarına sebep olmuştur. Krizli durumlardan bol bol kriz yönetimlerinin yanında, daha sert karşı devrimler de çıkabilmiştir. Yine devrimlerden ortaya çıkan dönüşümler rolü abartılmıştır. Temel dönüşümleri devrimlerin değil, sistem farklılıklarının gerçekleştirdiğini bilmek gerekir. Devrimler ancak dâhil oldukları sistem içinde anlamlı değişikliklere yol açabilir. Şüphesiz sistem karşıtı güçlerin bunalım ve krizlerden şiddetle etkilendikleri doğrudur. Fakat tüm umutları bunalımlardan çıkacak sonuçlara bağlamak yanlıştır. Geçmişte bu yönlü yanlışlıklara çokça düşüldüğü gibi derin hayal kırıklıkları da yaşanmıştır.Sistem karşıtı güçlerin üzerinde derin olumsuzluklara yol açan önemli durumlardan bir diğeri ise reel sosyalizmin, sosyal demokrasinin ve ulusal kurtuluş akımlarının bir yüzyılı bile pek aşamadan kapitalizme eklemlenmesi olmuştur. Bu durum bünyelerindeki yetersizlikler, yanlış ideoloji ve programatik görüşlerinden kaynaklanmaktadır.Sistem karşıtı güçlerin zihniyet ve yapılanmaları incelendiğinde, liberalizm ve moderniteyi pek aşamadıkları görülecektir. Liberalizmin en sağ reel olmaları, onları liberalizmle sonuçlanmalarının önünde engel olmamıştır. Kapitalist tekellere eklemlenmeleri ise, modernite anlayışlarıyla bağlantılıdır. Postmodernizm, radikal dincilik, feminist ve ekolojik hareketler daha çok bu gelişmelere duyulan tepkinin sonucu olarak ortaya çıkan yeni hareketlerdir. Fakat mevcut ideolojik ve pratik konumları daha eski olan sistem karşıtları kadar etkili olabileceklerini kuşkulu kılmaktadır. Neoliberalizm ve radikal dincilikler bu nedenle biraz etkili olabiliyorlar. Sistem karşıtlığının bu nedenlerle radikal entelektüel, ahlaki ve politik yenilenmeye ihtiyacı vardır.
Anarşizm
Kapitalist modernite olarak sistemin en karşıt ucunda yer alan anarşist hareketler, özellikle reel sosyalizmin çözülüşünden sonra tekrardan farklı bir açıdan incelenmesi gereken bir konumdadırlar. Özellikle sistem ve reel sosyalizme ilişkin yaptıkları eleştirilerde haksız olmadıkları bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak sosyal yapıları hareket üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Bireysel kalmaları, güçlü taban bulamamaları, karşıt sistem geliştirememeleri sosyal yapıları ile alakalıdır.Kapitalizmin gerçek anlamda ne yaptığını iyi görebilmelerine rağmen, buna karşı tam olarak ne yapmaları gerektiği konusunda yetersiz kalmaktadırlar.
Sistemin yanlışlıklarını bu denli çözümleyip, eleştirebilmelerine karşın en az reel sosyalizm kadar kitleselleşememelerinin nedenlerinin başında sisteme karşı uygulanabilir bir alternatif geliştirememeleri yatmaktadır. Kendilerini pozitivist felsefenin etkisinden kurtaramamaları nedeniyle Avrupa merkezli sosyal bilimin dışına çıkamamışlardır. En önemli eksiklik ise demokratik siyaset ve modernite konusunda sistematik düşünce ve yapılanma için girememeleridir. Yine iktidar ve devlet otoritesine haklı olarak duydukları tepkiyi tüm otorite ve düzen biçimlerine yansıtmaları demokratik moderniteyi teorik ve pratik olarak gündemleştirmelerini engellemiş, demokratik otoritenin meşruiyetini ve demokratik modernitenin gerekliliğini görememelerini sağlamıştır. Ayrıca ulus-devlet yerine demokratik ulus seçeneğini geliştiremeyişleri önemli bir eksiklik olmuştur.Günümüzde diğer sistem karşıtı hareketlerin gelişme göstermesi anarşistler üzerinde de olumlu bir etki yaratmıştır. Fakat haklı çıktıkları söylemleri tekrarlamaları pek bir anlam ifade etmeyecektir. Anarşist hareketlerin kendilerine “neden iddialı bir sistem eylemliliğini, inşasını geliştiremedikleri” sorusunu sormaları gerekiyor. Bu soru öte yandan akla teori ile yaşam arasındaki derin uçurumu hatırlatmaktadır. Anarşist hareket olarak çokça eleştirdikleri modern yaşamı aşıp aşamadıklarını, bu konuda tutarlı olup olamadıklarını kendilerine sormaları gerekmektedir. Avrupa merkezli yaşam tarzını bırakıp, gerçek bir küresel demokratik modernliğe adım atıp atmayacaklarını kendilerine sormaları gerekmektedir.Anarşist hareket olarak önemli olan tarihte büyük fedakârlıklar göstermiş, önemli düşünürleri bağrında taşıyan, görüş ve eleştirileriyle entelektüel camiada önemli yer tutan bu hareketin ve mirasının tutarlı, gelişebilir bir sistem karşıtı sistem içinde toparlanabilmesidir. Bu anlamda anarşistler reel sosyalistlere göre daha rahat bir özeleştiri ile güncel pratiğe yönelmeleri gerekmektedir. Ekonomik, sosyal, siyasal, entelektüel ve etik mücadelelerinde hak ettikleri yeri almaları önemini korumaktadır. Ortadoğu zemininde hızlanan uygarlık ve kültür boyutları da öne çıkmış bulunan mücadelelerde anarşistlerin hem kendilerini yenilemeleri, hem de güçlü katkılarda bulunmaları mümkündür. Demokratik modernite sisteminin yeniden inşa çalışmalarında ittifak geliştirilmesi gereken önemli güçlerden birisidir.
Feminizm
Feminizmi sadece kelime anlamında yer aldığı gibi kadıncılık hareketi olarak algılarsak, bu egemen erkeğin karşısındaki ezilen kadın gibi kısır bir anlama götürecektir. Hâlbuki kadın gerçekliği cinsiyetin ötesinde kapsamlı ekonomik, sosyal ve siyasal boyutları olan anlamlarla yüklüdür.Kadın gerçek anlamda toplumsal doğa ile güçlü bir bağ içerisindedir. Kadın doğası karanlıkta kaldıkça aynı zamanda toplum doğası da aydınlanmamış olarak kalacaktır. Bu yüzden feminizm yerine jineoloji (kadın bilimi) kavramı amacı çok daha iyi karşılayacak düzeydedir. Toplumsal doğanın bir paçası olarak kadın, hem fiziki hem de anlam olarak en geniş bölümü teşkil etmesine karşın, toplumsal doğa bilimine konu edilmemesi düşündürücü olduğu gibi egemen erkek söylemiyle yakından bağlantılıdır. Kadının gerçek statüsü bu söylemlerle tıpkı uygarlık tarihlerinin sınıf, sömürü, baskı ve işkenceyi örtbas etmesi gibi belki de kırk kez örtülmektedir. Bu yönüyle kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanması, kadının sömürgeleşme tarihinden ekonomik, sosyal, siyasal ve zihinsel sömürgeleştirilmesine kadar konumunun açıklığa kavuşturulması, tarihin diğer tüm konularının ve güncel toplumun her yönüyle açıklığa kavuşmasında büyük katkıda bulunacaktır.Kadın statüsünün açıklığa kavuşması bir boyutu olurken, esas önemli olan boyut kadının kurtuluş ve özgürlük boyutudur. Toplumun genel özgürlük düzeyinin kadının özgürlük düzeyiyle orantılı olması kadar, bu özgürlük düzeyinin içinin nasıl doldurulacağı da önemli olmaktadır. Ancak kadının salt özgürlüğü ve eşitliği toplumsal özgürlüğü ve eşitliği belirlemeye yetmeyeceği, aynı zamanda bunun için gerekli teori, program, örgüt ve eylem düzenekleri gerekmektedir. Daha da önemlisi, kadınsız demokratik siyasetin olamayacağı, hatta sınıf politikacığının bile eksik kalacağını, barışın ve çevrenin geliştirilip korunamayacağını da gösteriyor.
Feminist hareket kadın gerçeği karşısında en radikal hareket durumundadır. Fazla bir şey ifade etmese de ilk aşamada hukuki eşitlik peşinde koşulmuş ve günümüzde bu eşitlik yaygın olarak sağlanmış gibidir. Ama bunun içeriğinin boş olduğu ve birçok konuda olduğu gibi biçimsel kaldığı iyi bilinmelidir. Görünüşte kadın erkek kadar eşit ve özgürdür, ancak en büyük kandırmada bu eşitlik ve özgürlükte gizlidir. Resmi modernitenin yanında aynı zamanda tüm hiyerarşik ve uygarlık dönemlerinin tüm toplumsal dokularında zihnen ve bedenen tutsaklaştırıldığı, en derin kölece çalıştırıldığı kadının özgürlüğü, eşitliği, demokrasisi çok kapsamlı teorik çalışmalar, ideolojik mücadeleler, programatik ve örgütsel faaliyetler, en önemlisi de güçlü eylemler gerektirir. Bunlar olmaksızın feminizm ve kadın çalışmaları sistemi rahatlatmaya çalışan liberal kadın faaliyetlerinden öte bir anlam taşımaz.Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadın özgürlük, eşitlik ve demokratik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır. Sadece yakın geçmişteki kadın hareketlerinin eleştirisiyle sınırlı kalmayıp, kadını yitik kılan uygarlık ve modernite tarihine yüklenmek gerekir. Çünkü sosyal bilimlerde kadın konusu, sorunu ve hareketleri yok derecedeyse, bunun esas sorumlusu uygarlık ve modernitenin hegemonik zihniyeti ve maddi kültür yapılanmalarıdır. Sadece liberalizme katkı sunan dar hukuki ve siyasi eşitlik yaklaşımları sorunun çözümüne olgu düzeyinde bile katkı sunmayacaktır. Eğer feminizmin baş sorunlarından biri radikalizmse, o zaman köklü liberal alışkanlıklarla, düşünce ve duygu tarzları ve yaşamlarıyla ilgilerini koparıp, arkasındaki kadın düşmanı uygarlığı ve moderniteyi çözümlemesi ve anlamlı çözüm yollarına yüklenmesi gerekir.Bu temelde Demokratik Modernite kadın doğası ve özgürlük hareketlerini temel güç olarak hem geliştirilmesini ve ittifak yapılmasını esas almaktadır.
Ekoloji
Temel sorunlarımızdan biri uygarlık sisteminin yol açtığı toplum-çevre ilişkisinde kritik dengenin bozulmasıdır. Oysa toplumsal doğa, yaşamı ve gelişiminin uzun evresinde, çevre ile uyumunda kritik dengeye hep bağlı kalmıştır. Çünkü sistemler esas olarak birbirini yıkarak değil, besleyerek gelişirler. Sapmalar oluştuğunda sistem mantıkları tarafından aşılmak durumundadır. Bu anlamda toplumsal doğa sisteminde bir sapma olan uygarlık gerçeğinin sürekli köy ve şehir yıkımları, milyonlarca insanın katledilmesi, toplumun büyük çoğunluğunun sömürü sistemi altına alınması toplumsal doğa sisteminin doğal bir gereği olmayıp, ancak sapması olarak değerlendirilebilir.Beş bin yıllık uygarlık tarihi aynı zamanda bu sapmanın gelişme ve büyüme tarihidir. Bunun en büyük kanıtı ise uygarlığın geliştiği söylenen kapitalizm çağında ekolojik felaketlerin patlama göstermesidir. Üç milyon yıldır toplumsal doğa böylesi ekolojik felaketlere yol açmazken uygarlığın kısa tarihi içerisinde patlak veren ekolojik krizler onun kâr amaçlı yıkımsal özüyle alakalıdır. Sadece kapitalist kâr değil, tüm uygarlık süreçlerindeki aşırı değer birikimleri her iki doğanın (Çevre ve Toplum) yıkımından sorumludur. Uygarlık tarihi boyunca yaşanan toplumsal çöküşler çevresel çöküşleri beraberinde getirdi. Kapitalist modernitenin sınırsız tekelci kâr yapılanmaları toplumun ve çevre ile dengesinin kaldıramayacağı ağırlıkları biriktire biriktire, sonuç olarak ekolojik kriz çağını yaratmış olmaktadır. Çevrebilimciliği olarak ekolojik hareketler, sistem karşıtlığını en fazla hissettiren hareketler konumundadır. Tüm toplumu ilgilendirdiğinden ötürü bu hareketlere katılımlar sınıflar ve uluslar üstü bir niteliktedir. Ancak ekolojik hareketler içerisinde de liberalist ideolojinin izlerini görmek mümkündür. Liberalizm toplumu ilgilendiren bir çok konuda olduğu gibi ekolojik sorunda da yapısal özüyle ilgili yanı bastırıp teknoloji, fosil yakıtlarını, tüketim toplumunu sorumlu göstermeye çalışmaktadır. Oysa ekolojik alanda yaşanan sorunların çoğu modernite sisteminden kaynaklanmaktadır. Ekolojik hareketlerin diğer sistem karşıtı hareketlerde olduğu gibi büyük bir ideolojik niteliğe ihtiyacı vardır. Örgüt ve eylemliliğini dar anlamda kent sokaklarından tüm topluma özellikle de kırsal köy-tarım toplumuna aktarması büyük önem taşımaktadır. Çünkü esas anlamda ekoloji kırın, köy-tarım toplumunun, tüm konup göç edenlerin, işsizlerin, kadınların eylem kılavuzudur. Demokratik modernitenin de temelini oluşturan bu gerçekler ekolojinin ne kadar önemli bir yer edindiğini göstermektedir.
Sonuç olarak Modernitenin üç temel ayağı olan Kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet gerçeği iyi çözümlenmeden doğru bir sistem karşıtlığının gerçekleştirilemeyeceği çok açıktır. Bu temel ayaklardan sadece birine karşıtlık yapılarak diğerlerine karşı mücadele yürütmemek nihayetinde sisteme hizmet etmekten öteye gidemeyecektir. Geçmiş sistem karşıtı direniş tarihleri bunun örnekleriyle doludur. Bu anlamda özellikle sistem karşıtı hareketlerin sistemin hegemonik ideolojisi olan liberalizm hastalığından ve onun etkilerinden kurtulmaları büyük önem taşımaktadır. Doğru bir sistem karşıtlığı geliştirebilmek açısından modernitenin ikili karakterini görebilmelidirler. Sisteme karşı Demokratik modernite alternatifi içerisinde kendi yerlerini almalıdırlar.
Halklar Önderi Abdullah ÖCALAN