HABER MERKEZİ
Her biri iki ırmak arasındaki ülkenin bir şehrinden gelmişti. Yüreği avuçlarındaydı her birinin. Yüreklerinin atışını dağlı türkülerin notalarına eklemiş, özgür yaşamın bin yıllar öncesinden duyulan şarkılarını yeniden bestelemişlerdi. Yüreklerini dağ rüzgarlarına, deli ırmak akışlarına, derin uçurumların nefes kesiciliğine vererek arındırmışlardı. Bir de binlerce yol ehlinin elini tutmuş yol ehillerinin seyirliğine, yanı başındalığına…
Tarih bazen kişileri yapıyor ama bazen de kişiler tarih yapıyor. Başkan Apo gibi tarih yapan kişiliklerin mücadeleciliğinde, tarihi yapmak ile tarih tarafından yapılmak arasında duranların seyirliğindeydiler. Ve tarihin yapılabilme anlarının izcileri, gözcüleri, inşacıları, yapıcılarıydılar…
Kimine göre olmayan bir ülkenin nöbetini tuttular. Biliyorlardı ki, unutulmaya mahkum bir coğrafya bilgisi değildi Kürdistan. Zira, ne bilmenin erdemine, ne de unutmanın lanetine inanıyorlardı. Kendi ana topraklarında, belirsizliğin yurt sayıldığı belirli bir zamanın ilmeklerini kendi can damarlarıyla dokumanın eylemini bildi onlar.
Kimine göre dağ başlarında Seyit Rıza’nın kaybettiği dağın kilidini aradılar. Onlar tüm kilitleri kırmanın, tüm kapalı kapıları açmanın ve tüm yolları yürümenin en güzel bedenleşmesiydi.
Gece gündüz demeden, dere tepe demeden yürümenin, yaşamın her anını ülke uğruna verilen kutsal bir bedele dönüştürmenin ve bu yolla kutsallaşmanın anlarıdır onlar. Yıldızlara koşmanın uzun solukluluğundaydılar. Ama tek bir soluk gibi yaşadılar.
Gözlerini özgürlüğe yıldız yıldız açmış bir yolculuğun gözü kapalı neferleriydi onlar. Büyük küçük her eylemlerini özgürlüğe giden ırmağın bir damlası kılabilmenin büyücüleriydi belki de.
Soğuk kış gecelerinde, dondurucu kar tabakasının üstünde ilk akşamla gün ışığı arasındaki zamanı kesintisiz yıldız yolculuğuyla dolduran, o anları emsalsiz bir sabır, inanış ve adanışla yıldız yolculuğu kılmayı başaranlardı onlar. Her biri kendini bir Kürdistani dağ yapabilmiş, her biri kendini deli Fırat akışında bir ırmak yapabilmişti. Her biri bir Kürdistan’dı.
Herkes soru soramayabilir. Herkes sorduklarına cevap da bulamayabilir. Ama onlar her gün küçük büyük sorular sormayı, tüm sorulara cevaplar alabilmeyi ve aldıkları cevapları tüm yol arkadaşlarının hayatlarına bulaştırmayı başaranlardandı.
Onlar, buğdayın ekmeğe dönüşmek için dövüle ezile vurulduğu yolları kendilerinden bilenlerdendi. Hangi zamanda, hangi eylemin yapılması gerektiğini, hangi zamanda nasıl yaşanması gerektiğini, en kısa yaşam parçalarının dahi hangi an’da gerçekleşmesi gerektiğini öğrenmiş, özcesi edip olmuş kişilerdi onlar. Zamanın tanımını, görev ve sorumlulukla yapabilen dağ yürekliler onlar. Çünkü onlar, kızgın güneşin altında ilerlerken belki de dondurucu kar tabakalarının ayazı bir karanlıkta insanın zamanın ta kendisi olduğu sırrını öğrenmişlerdi.
Hiçbir zaman ağır acılar ve zorluklar onların yola, yoldaşa, ülkeye olan sevgisini azaltmadı. Zira onların yüreği yolun zorluklarıyla baş etmeye ve baş ettiklerini de sevmeye yetecek kadar büyüktü.
Ciwan’ın gözlerinden her gün yeniden doğan Cizre’nin direniş türküsünü mü söylemeli?
Şervan’ın göz nurunu kılavuz edinip Sûrlara nakşolmuş binlerce yıllık insan izlerinin peşinden mi gitmeli?
Ve Serdar’ın Sûrların güvenilirliği misali sırtını dayayabileceğin yoldaşlığına mı tutunmalı şimdi?
Ve onlar ülkemin yeminli nöbetçileri. Çok şey yaptılar ama az alkış aldılar. Alkış almayı da beklemediler. Bildikleri bir gerçek vardı ki, alkış almak ve taşlanmak, övünmek ve kınanmak birdi. Alkışı belki de put yontucular beklerdi. Onların putlarla işleri yoktu. Onlar, insan emeğinin kutsallığına inandılar ve verdikleri emeğin, yürüdükleri yolun kutsallığına karışacağını bildiler. Bildiklerini en önde, en amansız zamanlarda yaşayarak tüm yol arkadaşlarına öğretmenin yolunu aydınlattılar.
DİLZAR DÎLOK