HABER MERKEZİ
Daha çok gasp, daha çok köleleştirme için örgütlü ve planlı şiddet: Savaş!
Savaş nedir o zaman? Şiddetin daha örgütlü ve planlı hale gelmesine savaş demek lazım. Savaş ve şiddet arasında böyle bir ilişki, bağ kurulabilir. Dikkat edilirse, tümüyle aynı değildir. Biri diğerinin önceli oluyor. Şiddet, savaşın önceli oluyor. Hiyerarşiyle devlet arasındaki ilişkiye benzer bir ilişkiyi burada varsayabiliriz. Şiddetle savaş arasındaki ilişki olarak görebiliriz. Şiddet daha planlı ve örgütlü hale gelirse, dolayısıyla hedef daha kapsamlı olur amaç daha büyük olur, bunları gerçekleştirmek için şiddet eylemi daha planlı ve örgütlü ve hazırlıklı bir biçimde yürütülürse işte buna da savaş deniliyor. Demek ki savaş da bir güç kullanımı ve saldırı olayıdır.
Savaş gerçeği bir saldırıdır. Tarihsel olarak böyle ortaya çıkmıştır ve savaş tarihin her döneminde yoktur. Tam tersine insanlık tarihinin ağır sapma yaşadığı bir dönemde artık değer gaspına dayalı tekelci sistemin oluşum sürecinde bu sistemin oluşmasının temel aracı olarak var olmuştur. O halde savaşı iktidar ve sermaye tekellerinin oluşmasına ve devletin gelişmesine yol açan temel saldırı eylemi olarak tanımlamamız lazım. Ya da şiddete dayalı temel saldırı eylemi olarak tanımlamamız gerekiyor. Çünkü ideolojik saldırıdan da söz ettik. O da her zaman geçerliliğini koruyor ve onu Önderlik daha da etkili olarak ifade ediyor. Nitekim uygarlık tarihini değerlendirdiğimizde bu görüş doğrulanıyor. İkna, yanıltma, hile, hem artı değer gasp etmede yani sömürü baskı uygulamada hem de bunu rahat yürütmede, bir sistem haline getirmede temel etken rolü oynuyor. Kapitalist sistemin büyük marifeti ve başarısı buradadır. Diğerlerine göre üstünlüğü buradadır. Köleleştirme ve artı değer sömürüsü çok daha derin, kapsamlı, ağır olmasına rağmen adeta gönüllü hale geliyor. İnsanlar benimsetilir, ikna edilirse buna daha rahat hizmet ediyorlar, çalışıyorlar. Ürettiklerini daha rahat teslim ediyorlar. Vergi diye veriyorlar. Hem de tıpış tıpış gidiyor ve kendi elleriyle veriyorlar. ‘Özgür işçi olduk, ücretimizi alıyoruz’ diyerek emeklerinin yüzde beşini alıyorlarsa yüzde doksan beşini kapitaliste, sermayedara elleriyle bahşediyorlar, teslim ediyorlar. Bu kadar gönüllü hale geliyorlar aslında. Demek ki ikna ve hile baskı ve sömürüyü daha çok uyguluyor, daha çok kolaylaştırıyor, daha yaygınlaştırıyor. Bu bakımdan daha etkilidir.
Fakat tabii ki ikna ve hilenin insanlar üzerinde egemen kılınmasında da şiddetin ve savaşın bir rolü var. Şiddet ve savaş sadece baskı ve sömürü aracı olmuyor. Artı değer gaspı ve köleleştirmenin iş gücü gaspının bir aracı olmuyor. Aynı zamanda ikna ve hileyi kolaylaştırıyor. İnsanların ruhuna, bilincine hitap ederek, korkutarak, ürküterek onları razı ediyor. Bunlar bu biçimde bir birlerini destekliyorlar. Yoksa ikna ve hileyi yalnız başına sözle gerçekleşen bir eylem olarak değerlendirmemek lazım. Evet, burada söz gücü önemli, hitap önemli, düşünce önemli. Temel rolü bunlar oynuyor ama onun etkili olmasında, insanları ikna etmesinde, yanıltmasında, şiddet ve savaşın yol açtığı tehdit, korku, ürküntü de önemli bir rol oynuyor. Dehşet düzeyinde geliştirilen savaş saldırıları insanların baskı ve sömürüye teslim olmalarında, ona razı ve açık olmalarında rol oynuyor. Savaşla korkutulan insan daha kolay aldatıcı düşüncelere, baskı ve sömürü düşüncesine ve durumuna ikna oluyor. Onu kabul ediyor. Onu benimser hale geliyor. Çoğu zaman içten benimsemese de teslim olmak, razı olmak zorunda kalıyor. Ve bu teslimiyet giderek içselleşiyor. Bir doğal kabule, benimsemeye dönüşüyor. Dolayısıyla kölelik içselleşiyor, doğallaşıyor. Doğal kabule dönüşüyor. Bunun gerçekleşmesinde ideolojik saldırının, düşüncenin temel bir rolü olduğu gibi tabi ki savaşın da temel bir rolü var, etkisi var. Yarattığı dehşet, korku, ürküntü insanı oraya yönlendiriyor. Şimdi şiddet ve savaşın orta çıkışı hedef ve amaçları olarak bunları tanımlayabiliriz.
Şiddettin hedefi savaşın da hedefidir. O zaman ne diyeceğiz? Savaş rakibini etkisizleştirmek, rakibinin iradesini kırmak, rakibini teslim almak veya imha etme hedefine dönüktür. Bunları içerir. Savaş eyleminin hedefinde bu vardır. İrade kırmak, teslim almaktan imha etmeye kadar birçok sonucu içerir. Savaşın amacı da sömürüdür, gasptır. Şiddet kullanımı bir bireye yönelmiş artı değer ya da iş gücü gaspı içerirken savaş daha geniş insan topluluklarına, bir topluma, bir sınıfa, bir kesime yönelen artı değer gaspı ve iş gücü gaspını gerçekleştiren bir saldırı eylemi oluyor. Amacı artı değer ve iş gücü gaspıdır. İfade ettik, artı değer gaspı yağma ve talan anlamına geliyor. İş gücü gaspı köleleştirme anlamına geliyor. Öyle gerçekleşiyor. İlk çağda bu doğrudan insanları köle birlikleri haline getirilip üretim yerlerinde çalıştırma temelinde kölelik sistemi olarak uygulanıyor, iş gücü gaspı gerçekleştiriliyor. Orta çağda bu biraz daha köy ve tarım üretimine dayandırılıyor. Ağalık, feodalizm, yarıcılık biçiminde oluyor. Kapitalist sistem altında da ücretli işçilik biçiminde gerçekleşiyor. Güya emeğin özgürleşmesi deniliyor buna ama ortada bir özgürlük yok. Tam tersine daha çok benimsetilmiş ve kabul edilmiş kölelik var. İş gücü bu temelde sömürülüyor, gasp ediliyor.
Dikkat edilirse sömürüde bir hafifleme yoktur, derinleşme vardır. Sömürüye karşı duruşta bir zayıflama vardır. Köleliği yani sömürüyü benimseme var. Razı olma, teslim olma var. Neredeyse giderek benimseme var. Sömürü orada giderek içselleşiyor. O nedenle Önderlik çok doğru bir biçimde tanımladı; ‘İlk çağ köleleri özgürlüğe daha yakındırlar’ dedi. Özgür toplumdan kopuyorlar ve hep direniyorlar. Zorla çalıştırılıyorlar. Gönüllülük yoktur. İlk çağın kölelik sisteminde gönüllü çalışma yoktur. Zorla çalıştırma vardır. Kırbaçla, başını kesmelerle, ölüm tehditleriyle çalıştırma vardır. Neden? Çünkü insanlar köle olmak istemiyorlar. Köle olan da çalışmak istemiyor. Fırsat bulduğu zaman isyan ediyor, özgürleşmek istiyor. Özgürlükten kopmuyor. Orta çağ bunu biraz daha aldatma yönü fazla olmak üzere ‘emeğinin karşılığını alıyorsun’ diye ağa-köylü ilişkisinde, feodal-serf ilişkisinde yeni sisteme kavuşturuyor. Kapitalizm tam razı hale getiriyor. Orda artık isyan yoktur. Bırakalım işçi olmaya karşı direnmeyi, işçi olmak istememeyi, dolayısıyla işgücünü satmak, sömürülmek istememeyi, ona karşı olmayı, tam tersine işçi olabilmek için bir yarış, büyük bir çaba ortaya çıkıyor. Toplumlar, insanlık kapitalist sistemde bu duruma getiriliyor. Onun için şiddet de içselleşiyor. Nasıl ki kölelik içselleşiyor, sömürü içselleşmiş bir kölelik temelinde yapılıyorsa bunun içinde şiddet de içselleşmiş oluyor aslında. Şiddet ortadan kalkmıyor ama kaba şiddet ortadan kalkıyor. Görünmez şiddet, içselleşmiş şiddet ortaya çıkıyor. Ulus devlet sisteminin insanlara uyguladığı şiddet budur. Bu nedenle Önderlik ulus devlet sistemini, genelde de devleti, topluma karşı açılmış bir savaş olarak tanımladı. Ama ulus devleti ise en kapsamlı hale getirilmesi olarak ifade etti, tanımladı. Bu bakımdan demek ki savaşın amacını da böyle ifade edebiliyoruz. Yani artı ürün, artı değer ve iş gücü gaspını, sömürüsünü gerçekleştirmeye dönüktür. Bunu gerçekleştirmek için baskı kullanmayı ifade ediyor.
İç savaş-dış savaş
Artık değer ve iş gücü gaspı için baskı kullanmaya şiddet, bunun örgütlü planlı hale getirilmesine de savaş diyorsak eğer o zaman savaşı bu amaçlarına ve hedeflerine dönük olarak bazı biçimlerde tanımlayabiliriz. Örneğin iş gücü sömürüsüne ve gaspına dönük köleleştirmeye dönük savaş iç savaş oluyor. Sınıf savaşı olarak ortaya çıkıyor. İşte köleler, serfler, işçiler üzerinde uygulanan savaş. Emek sömürüsüne, işgücü sömürüsüne, gaspına dönük gerçekleşen savaş. Buna çoğunlukla baskı deniyor. Bazı uygulamalarına ise işkence deniliyor.
Bunun önemli bir aracı hukuktur. İdeolojik iknanın bir aracı olarak hukuk geliştiriliyor. Hukuku geçerli kılmanın insanı köleliği benimser hale getirmenin aracı olarak zindanlar inşa ediliyor. Mahkemeler, hukuk, işkence ve zindan ortaya çıkıyor. Bunlar iç savaşın araçlarıdırlar, unsurlarıdırlar. Öyle kesinlikle savaş dışı unsurlar, organlar değildirler. Bu anlamda iç sömürüye, emek sömürüsüne, işgücü sömürüsüne yönelen şiddet kullanımına, savaş uygulamasına iç savaş diyoruz. Bunu kim kullanıyor? İktidar ve devlet güçleri kullanıyor. Kime karşı kullanılıyor? Köleleştirilen topluma karşı kullanılıyor. Kölelik altına alınan sınıflara, kesimlere karşı kullanılıyor. O halde devlet topluma karşı bir savaş organı ve gücüdür. Topluma açılmış bir iç savaş gücüdür. Toplumun ürettiği artık ürünü onun iş gücünü, emek gücünü sömürebilmek için oluşturulmuş bir baskı ve sömürü sistemidir. Dolayısıyla toplum üzerinde baskı ve işkence gücü, topluma dönük bir saldırı gücü ve bir savaş gücüdür. Devleti, topluma karşı açılmış, özgür bireye karşı açılmış bir savaş olarak görmek, her şeyden önce bir iç savaş organı olarak ele almak ve değerlendirmek gereklidir.
Sadece bir iç savaş organı değil. İçte köleleştirdiği, baskı ve sömürü altına aldığı toplumu sömürebilmek için bir baskı ve işkence gücüyken, savaş gücüyken, bir de dışında kalan, egemenlik altına alamadığı toplumlara ya da başka devletlere karşı da bir saldırı gücü olma gerçeği var. Savaş köleleştirilmiş kesimler üzerinde gerçekleşen bir olay olduğu gibi köleleşmemiş toplumlara dönükte bir saldırıdır. Köleleşmiş, baskı ve sömürü altına alınmış topluma uygulanan bir saldırı olduğu gibi tabi köleleşmeyene, özgür olana karşı da yöneltilmiş bir saldırıdır.
Niçin yöneliyor oraya? İki amacı var. Bir; onların ürettiği artı değeri, zenginlikleri gasp etmek için, sömürmek için yağma ve talan için. İki; onları köleleştirmek için. Kölelik statüsüne almak için. Kendine dönük sürekli bir sömürü gücü haline dönüştürmek için. Zaten biliyoruz, iktidar ve devlet uygarlığı sürekli büyüyen, yayılan kapitalist sistemde tüm yer küreye yayılan bir sistemdir. 5000 yıllık tarihi süreç içerisinde bu yayılma gerçekleşmiştir. Bu yayılmayı hep özgür toplulukları, toplumları, onların ürettiği değerleri gasp etmek, onları sürekli kendilerine hizmet eder hale getirebilmek yani köleleştirebilmek için yapıyorlar. Böylece de dışa dönük bir eylem olma özelliği de taşıyor.
O halde savaşın iki yönü var. Biri iç savaş diğeri dış savaş. Yani bir; devlet sınırları içerisindeki toplumun üzerinde, insanlar üzerinde uygulanan savaş. İki; devletin, zor aygıtının, aracının sınırları dışında kalan toplumlara dönük bir saldırı oluyor. Dışta toplumlara dönük bir saldırı olduğu gibi, özgür toplumlara, topluluklara saldırı olduğu gibi tabi giderek farklı biçimde oluşan devlet güçlerine karşı bir saldırı anlamına da geliyor. Özgür topluluklar üzerindeki saldırı olduğu gibi diğer devletlere karşı da bir saldırı oluyor. Dolayısıyla onlarla da bir çatışmayı ifade ediyor. Devletlerarasındaki saldırılar savaştır. Doğru. Ama kesinlikle dışa dönük saldırı amacına bağlı bir savaştır. O devletin sahip olduğu değerleri gasp etmek, ele geçirmek için yapılan saldırı oluyor. Devletlerarasındaki savaşın temel amacı kesinlikle budur. Dışa yöneltilmiş bir savaştır.
Bunları toparlarsak demek ki şiddet karşıdakine boyun eğdirmek, teslim almak için güç kullanımı oluyordu. Amaç ise onun yarattığı artık ürüne ve emek gücüne el koymaktı. Bunun planlı ve örgütlü yapılmasına ise savaş diyorduk. Savaş, toplumların artık ürünlerine el koymak, onların emeklerini gasp etmek için uygulanan örgütlü şiddet kullanımı ve saldırısı oluyor. Bu örgütlü kullanımın örgütüne ordu deniliyor. Askeri örgütlenme deniyor.
Devletler var oldukça savaşsızlık yani barış ortaya çıkmaz
Ordulaşma alanı askerlik alanı olarak tanımlanıyor. Toplumdan ayrı bir kurum haline getiriliyor, örgütlendiriliyor. Devletin çekirdeği olarak ‘rahip+komutan+yönetici’ formülündeki komutanın örgütlenmesi oluyor. Devletin temel çekirdek örgütlerinden bir tanesi oluyor. Savaşı ordular yapıyorlar. Ordular da savaşı iki alana yöneltiyorlar. Yöneldiği alanlara göre savaş ikiye ayrılıyor. Bir; ordunun denetlediği sınırlar içerisindeki topluma yönelttiği şiddet oluyor. Buna iç savaş deniyor. İki; ordunun sınırları dışında kalan özgür topluklara ve devletlere yönelttiği saldırı, şiddet kullanımı oluyor. Buna da dış savaş deniliyor. Dışa yöneltilmiş savaş. Yani başka alanlara, başka topluluklara, devlet güçlerine yöneltilmiş savaş oluyor. Böyle bir özellik taşıyor. Savaş ve onun yürütücüsü olarak ordu devletin çekirdeğini oluşturuyor. Aslında iktidar ve devlet tekellerinin oluşmasına koruyuculuk eden, sahiplik eden, yaratan, savunan çekirdeğe ordu deniyor. Sermaye ve iktidar tekelinin oluşması, birikmesi için yürütülen saldırı eylemine de savaş deniyor. Demek ki savaş ile sermaye ve iktidar tekelleri oluşuyor, devlet oluşuyor. Birikme savaşla gerçekleşen gasp temelinde oluyor.
Tabi ideolojik saldırıyla gerçekleşen sömürü ve gasp da var. O da devletin önemli bir çekirdeğidir. Bütün bunların toplamından devlet oluşuyor. Devlet, savaşı ordu düzeyinde yürütmeyi, ikna ve hileyi düşünce ve ideoloji düzeyinde öngören bir baskı ve sömürü sistemini ifade ediyor. Böyle bir kurumlaşmaya devlet diyoruz.
Dikkat edilirse toplumun içinden çıkıyor. Hiyerarşik aşamasına dayalı olarak gelişiyor. Fakat bir kere oluştuktan sonra toplum üzerinde yer alıyor. Toplumdan kopuyor, ayrı bir kurumlaşma oluyor. Toplum üzerinde ayrı bir statüyü ifade ediyor. Toplum üzerinde baskı ve sömürü uygulayan bir sistemi ifade ediyor. İçte olsun dışta olsun bütün topluma dönük duruşu savaş duruşudur. Devlet var oldukça demek ki savaş her zaman vardır. Devletler var oldukça savaşsızlık yani barış ortaya çıkmaz. Her zaman savaş durumu savaş tehdidi vardır. Barışlar bu savaşları biraz durdurma, belli kurallara bağlama, başka zamanlara erteleme eylemleri oluyor. Yoksa savaşların karşıtı olarak savaşsızlık olmuyor. Savaşın durdurulması oluyor. Devletlerin yaptığı olay da budur. Barışı, savaşsızlık olarak algılamak lazım. Savaşın sonraya ertelenmesine, savaşın amacı gasp ise sömürü ise onu belli kurallarla götürme durumuna barış deniliyor. Barış sistemi ve devletlerarasındaki barış kesinlikle bu oluyor. Savaşsızlık, savaş veya şiddet, baskı sömürü ve gasp olmaması demek, gerçek anlamda savaşsızlık demek barışın da olmayacağı bir dünyanın oluşmasını da ifade eder.
Duran KALKAN
Sürecek
Üçüncü bölümün konusu: “Öz Savunma Gasp Savaşı Karşısında Politik Ahlaki Toplum Duruşudur”