HABER MERKEZİ
Batı Sosyolojisinin Yol Açtığı Toplumsal Krizli Yapı
Batı sosyolojisinin sonucu olarak, toplumsal bünyede oluşan sorunlar aynı zamanda kapitalist sistemin kendi krizlerini de ifade ediyor. Kapitalist sistemin karakteri krizlidir. Toplumsal krizler oluşturup, toplumu bunlarla meşgul ederek varlığını güçlendirir. Kapitalist sistemin krizli yapısı insanlığı beslenme, üreme ve korunma sınırında tutmaktadır. Canlılığın varlığını sürdürme içgüdüleri olan bu üç özellik, aslında insanlık açısından çoktan aşılmış olması gereken sınırlardır. Fakat sistem tarafından bilinçli olarak sorunlaştırılmaktadır. İnsanı insan yapan temel özelliği yaşama anlam vermesi ve amaçlı yaşamasıdır. Fakat açlık, ölüm, yokluk sınırında yaşayan insan ancak kendini var etmeye çalışır. Bu krizli yapı altında en çok ezilen ve sömürülen ise kadındır.
Cinsiyetçilik Krizi
Kadına dayatılan cinsiyetçilik kapitalist çağla en zirveye taşınmış bir toplumsal krizdir. Ahlakın özgürlüğü engelleyen gericilik olarak kapitalist çağ sosyolojisi tarafından mahkum edilmesi toplumsal dağılmayı sağlamıştır. Artık kimse yaptığı olumsuz bir şeyden birbirinden utanmak, sıkılmak, birbirine karşı suçluluk hissetmek zorunda değildir. Toplumsal kurallar geçersiz, bireysel istekler her şeydir. Bu çöküntü en fazla kadın erkek ilişkileri üzerinden dayatılmıştır.
Klasik namus ölçüleri ile hala bir taraftan cinayetler işlenirken, bu ölçülerin kalktığı yerlerde ise kadın ticareti meslek, fuhuş seks işçiliği haline gelmiştir. Cinsellik erkek için bir saplantı haline getirilmiş, kendini iktidar hissetme eylemine dönüşmüştür. İktidar sistem tekellerinde biriktirilirken, sokaktaki erkeğe kadın üzerinde iktidar olma kalmıştır. Nasıl ki tekel iktidarını sağlamak için her şey mubahsa erkekte kendi iktidarını sağlamak için her yöntemi kullanmakta serbesttir. Öldürmek, saldırmak, kaçırmak, dayak gibi yöntemler erkekliği ispatlamanın araçlarıdır. Yasalar tarafından da sözde cezalar bir yana, erkek egemenliği korunmaktadır.
Kadın tam bir cinsel obje konumuna düşürülürken, toplumun içi boşaltılmıştır. Ahlak çökmüştür, moral bitmiştir. Arabesk bir toplum yaratılmıştır. Ne yapacağını bilemeyen bir nesil yetişmiş, bu nesil seks, spor ve sanatla avutulmaktadır. Seks ve spor bir bağımlılık düzeyini almış, sanat ise bu bağımlılığı derinleştirmenin zihni yönlendirici silahı olarak topluma çevrilmiştir. Toplumsal yaşamın her yanı krizlerle dolmuş ve patlamak üzeredir. Bunu engellemek için toplum spor, sanat ve seksle ipnotize edilmiş, kendinden geçirilmiştir. İçinde gezindiği dünya sosyal bilimin toplum mühendislerinin onlar için özenle hazırladıkları sanal dünyadır.
Günümüzün en aktif sosyal bilimcileri dizi film yazarları olsa gerek. Ürettikleri envai hikaye toplumu hem oyalamakta, hemde insanlara model olmaktadır. Nasıl bir aşk, nasıl bir hayat öz- lemi, hangi kıyafetler, saç, makyaj, dizilerle reklam edilmektedir. Bu kadar komplolu, çıkar savaşlı, cinayetli dizileri izleyen bir toplum nasıl sağlıklı, ahlaklı, dürüst olabilir? Toplumun, hırsız ve dolandırıcı partilere tüm foyaları açığa çıktığı halde hala oy vermesi oldukça şaşırtıcı bir toplumsal ayıptır. Fakat şu da bir gerçek ki, bu dizilerin, yarattığı faydacı ve bireyci zihniyet bu partilerin meşrulaştırma aracına dönüşmüştür. Dolayısıyla bu da insanlığı toplumsal değerlerinden uzaklaştırmaktadır. Çocuklar ve gençler sanal alemde hayaller dünyasında savaş oyunları oynayarak büyüyorlar. Amaçsız, salt hırsa hatta zevke dayalı bu sanal savaşların askerleri, pratik yaşamda, sistemin özel tetikçilerine dönüşüyor, DAİŞ gibi örgütlere koşuyorlar. Yalnız, arayışsız ve amaçsızlık psikolojisiyle büyüyor yeni nesil. Mutsuz büyüyor ve bu yüzden ruhsal bir çöküntü yaşıyor, nereye savrulacağı belirsiz bir karakter yaratıyor. Uyuşturucu, fuhuş ve yoz kültür gençliği cenderesine almış. Yeni neslin yaşadığı bu boşluk insanlığın geleceğinin felaketini işaret ediyor.
İçi boşalmış bir toplum nereye savrulacağı belli olmayan fırtınada savrulan bir gemi gibidir. Bu iç boşaltmanın ilk silahı ise cinsiyetçiliktir. Geri kalan tüm toplumsal kriz ve kaoslar çorap söküğü gibi cinsiyetçiliğin peşinden gelmektedir. Cinsiyetçilik toplumun doğal dokusunda açılan ilk yarıktır. Diğer krizler bu yarıktan sızarak tüm bünyeyi esir almış durumdadır. Nasıl ki devletçi ve iktidarcı merkezi hegemonya akışında bir anlık bir boşluğu bile kabul etmezse, tersinden ve daha asıl ve öncelikli olan toplumsal yapı da, bünyesini tüm saldırılara rağmen korur. Toplumun doğal yapısı ahlaki ve politik yapısıdır. Tüm saldırılara rağmen toplum bu özelliklerini korumaya özen gösterir. Köleci ve feodal çağlarda ekonomik, askeri, iktidar hegemonyası olsa da toplumsal yapı yine de doğasını korumuştur. Fakat kapitalist çağ toplumun ahlaki ve politik yapısını çökertmeyi hedef alır. Bunun ilk adımı cinsiyetçiliğin zirveleşmesidir. Kapitalizm, kadına kültür kırımı dayatır. Kadının anlamını yitirmiş olduğu bir toplum ise kendisi de anlamı dolayısıyla toplumsallığını yitirmiş demektir.
Toplumun özüne dönüş, kadın toplumunun kendi öz kültürü, tarihi, bakış açısıyla yaşama katılımıyla olabilir. Özgür ve eş yaşam kadının kendi toplumsallığını inşa ederek toplumdaki doğal yerini almasıdır. Bu hem bir öze dönüş, hem de bir yeni başlangıçtır. Toplumun kadın aklının, elinin inceliğiyle yeniden inşa edilmesidir. Henüz bu mücadelenin başındayız. Kadınlarda sistem karşıtı bir uyanış var ve bu sistemi çatırdatmakta, geleceğe dair umudu ifade etmektedir.
En kaba çerçevesini koymaya çalıştığımız toplumsal krizli yapının mimarı kapitalist çağın zihniyet inşacısı sosyal bilimciliktir. Yarattıkları krizin boyutu sisteme karşı görevlerini çok iyi yaptıklarını gösterir, fakat gelinen aşama bu kriz aynı zamanda sistemin kendi bünyesini de çökertmektedir. Sistemin inşacısı oldukları kadar bitiş ipini de çekmişlerdir. Kapitalist modernite bu krizli yapısı nedeniyle çatırdamakta, sallanmaktadır. Şimdi önemli olan alternatif toplum yapısını öngörmek ve topluma taşımaktır. Ahlaki ve politik yapısıyla toplum zaten kendi yolunu çizecektir. Birazcık özgürlük umudu görsün, toplum hemen kendine gelecektir. Sistemin bünyeyi saran tüm hastalıklarından kendini kurtaracak çareleri kendisi üretecektir. Jineolojî ve özgür toplum esaslı sosyal bilim bu öze dönüş ve yeniden başlangıçta topluma ışık olacaktır.
Ekonomik Kriz
İnsanlar ilk önce ekonomik krizle cendereye alınır. Bilimin ve tekniğin ulaştığı düzey insanlık açısından açlık, yokluk diye bir durumu ortadan çoktan kaldıracak kadar gelişkinken, dünya nüfusunun önemli bir kesimi açlık sınırında yaşamaktadır. Karın tokluğuna, en zor koşullarda çalışarak yaşayan insanların sistemle uğraşacak ne hali, ne zamanı kalır. İş bulabilenler yine de şanslı sayılırken koca bir işsizler ordusu sistem tarafından bilinçli hazır tutulmaktadır. İş koşullarını beğenmeyenin, isyan edenin yedekleri çoktur.
Ekonomik krizin en ağır bedelini ise kadınlar öder. Sistem, nasıl ki tüm toplumu ekonomik krizli yapısıyla kendine bağımlı kılıyorsa, kadın da erkek egemenliğine böyle bağımlıdır. Para kaza- nan olarak erkek kadının yaşam koşullarını sağlamayı bir lütuf olarak görür ve durmadan kadının yüzüne vurur, o olmasa kadın aç kalacaktır, gidecek yeri yoktur, bu nedenle erkeğin her türlü kahrına, aldatmasına, şiddetine katlanmak zorundadır. Sistemin ucuz işçilerini, savaşçılarını yetiştirmek kadına sistem tarafından biçilen misyondur. Kadının ev işlerindeki, çocukların büyütülmesindeki büyük fedakarlık içeren emeği görülmez tabi ki, çünkü çağ ölçülerinde para getirmeyen emek emekten sayılmaz. Kapitalist pazarda ise, kadın emeği daha ucuz iş- gücüdür, çalışma koşulları daha ağırdır, üstelik evdeki emekten sayılmayan eve bakma işlerini de her halükarda yürütmek zorundadır.
Ekonomiden bu kadar dışlanan kadın aynı zamanda ekonominin bir numaralı aracı yani metasıdır. Ev köleliğinden çıkmak isteyen kadın bu seferde pazarların ana metası haline getirilir. Meta pazarına dayanan kapitalist sistemin en vazgeçilmez metası kadındır. Diğer mallarını da kadın metasının çekiciliğiyle pazarlamaya çalışır. Bir erkeğe köle olan kadın kapitalizmle tüm sistemin yükünü kaldıran bir köleye döner. Ruhu tamamen çekilmiş, geriye kalan nesneleşmiş bedeni, erkeğin zevk aracına dönmüştür. Erkek onu artık sadece evinde değil, pazarda da zevk aracı olarak kullanır. Eskinin namus anlayışının tek erkeğe ait olma gerekliliğinin tersine, kadın bedeni toplu sunuma açılmıştır.
Jineolojî ekonomik alanın bu krizli yapısına kadın cephesinden çözüm projeleri üretecektir. Bu, kapitalist ekonomi anlayışı olan güçlü olan zayıfı ezer ya da sömürür anlayışına alternatif bir ekonomik yaklaşım olacaktır. Erkekten ve sistemden ekonomik olarak bağımsız olmak sistem koşullarında iş güç sahibi olmak değildir. Sisteme alternatif bir kadın ekonomisi önce kadınları sonra tüm toplumu sisteme boğazdan bağımlı olmaktan kurtaracaktır. Sisteme istendiği kadar muhalif olunsun, ekonomik olarak alternatif sistem oluşmadan, gerçek kopuş sağlanamaz, sisteme boyun eğmekten, taviz vermekten kurtulunamaz. Kadın ekonomisi, meta, para piyasasına dayalı ekonomi değil, üre- tim, emek, komünalite ve dayanışma ekonomisidir. Emeğin ve üretimin eşit paylaşımıdır. Emek paylaşımıyla yeniden toplumsallaşma sağlanacaktır. Ekonominin ilk kurucusu olan kadın, emek, üretim anlayışı ve komünal tarzıyla toplumu besleyecek, barındıracak insanlık değerlerini üretecektir.
Emine Erciyes