HABER MERKEZİ
Bütün diktatörler iktidarlarını sürdürmek için özel savaş yöntemlerine başvururlar. Özel savaşın birçok yöntemini birlikte ve içiçe kullanırlar. Her türlü zor, şiddet ve baskı araçlarını devreye soktukları gibi toplumun üzerinde yoğun bir psikolojik savaş yürütürler. Bu konularda ne kadar maharetli olurlarsa o kadar ömürlerini uzatabilirler. Buna rağmen hiçbir diktatörlük toplum üzerinde uzun süre varlığını sürdüremez ve eninde sonunda yıkılıp dağılmaktan kurtulamaz.
AKP-MHP ittifakı da topluma kendini dayatan bir diktatörlük rejimi ve tipik bir özel savaş yönetimidir. Halk nezdinde her geçen gün daha fazla teşhir olmakta ve güç kaybetmektedir. Bu ırkçı faşist rejim zayıfladıkça daha fazla saldırganlaşmakta ve kendi hukukunu da ayaklar altına alacak şekilde oyun ve hilelere başvurmaktan çekinmemektedir. Ancak bu kirli politikalar artık günü bile kurtarmaya yetmemektedir. 31 Mart yerel yönetim seçimleri bunu en açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Bu faşist iktidar Kürdistan’da belediyeleri HDP’den, yani gerçek sahiplerinden almak için her yola başvurmuştur. Özellikle Urfa, Şırnak ve Hakkâri gibi yerler stratejik hedefler olarak belirlenmiş ve her şey önceden planlanıp ayarlanmıştır. Seçim sadece bir mizansen olmaktan öteye bir anlam ifade etmemiştir. Seçmen kaydırma, baskı, hile ve asker, polise buralarda oy kullandırma başta olmak üzere her yol ve yöntem devreye sokulmuştur. Kısacası Kürdistan’da her yerde ama özel olarak belirlenen bu yerlerde belediyeler açık bir biçimde gasp edilmiştir. Öyle ki HDP’nin hiçbir itirazı ne ilçe ve il seçim kurullarında ne de YSK tarafından kabul edilmemiştir. Tek başına bu tablo bile üstten alınan bir kararın varlığını ortaya koymaktadır. Üç oy farkla gasp edilen Malazgirt gibi yerlerde bile itirazlar ret edilmiş ve oldu bitiğe getirilerek belediyeler AKP’ye verilmiştir. YSK devletin özel savaş kurumlarından biridir. AKP de özel savaşın başı ve yönetimi olduğu için bu seçimde YSK tam anlamıyla AKP’nin bir kurumu gibi çalışmıştır.
Daha da vahim olanı HDP’nin çok açık farkla kazandığı kimi yerlerin de oyun ve hileyle AKP’ye verilmesidir. KHK’lerle görevden alınan insanların belediye başkanı olamayacağı gerekçe olarak gösterilmiştir. Oysa bu insanların adaylık başvuruları aynı YSK tarafından uygun bulunmuştur. Bu garabet sadece tuzak ve provokasyon olarak tanımlanamaz. Halkın iradesini açıktan ihlal ve gasp anlamına gelmektedir. Amed Bağlar ilçe belediyesinin yüzde yirmi beşe karşılık yüzde yetmişlik bir oy farkıyla alınmasına rağmen HDP’den alınıp AKP’ye verilmesi başka nasıl izah edilebilir. Birçok yerde benzer uygulamalara gidilmiştir. Bırakalım demokrasiyi, asgari düzeyde hukukun olduğu bir ülkede bile belediye başkanı görevden alındığında onun yerine belediye meclisi seçimle kendi içinden birini belediye başkanı olarak seçer. AKP’nin ve emir eri YSK’nin yaptığı gibi mazbatayı ikinci partiye vermek sadece kazanan partiyi değil, ona oy veren çoğunluğu da cezalandırmaktır. Halkın iradesini hiçe saymaktır.
Artık mızrak çuvala sığmamakta, kirli maskeleri yüzlerinden düşmektedir. Bu açık bir “düşman hukuku” uygulamasıdır ve özel savaş politikalarıdır. Zaten bir önceki dönemde Kürdistan’da DBP’nin elinde olan neredeyse tüm belediyelere kayyım atanmıştı. Bunlar yürürlükte olan özel savaş konseptinin ve “Çöktürme Planının” gereği olarak hayata geçirilmiştir. Çöktürme Planı halen devrededir ve benzer uygulamalar artarak devam edecektir. AKP iktidarı zayıfladıkça daha kirli ve açıktan faşizan uygulamalara başvuracaktır.
Bu seçimde özel savaş uygulamaları Kürdistan ile sınırlı kalmamıştır. Mevcut diktatörlüğe muhalif olan her kesime karşı kullanılmıştır. İstanbul seçimi buna iyi bir örnektir. İstanbul’da seçimi HDP, yani Kütler ve demokratik kesimler sayesinde CHP kazanmıştır. Ancak AKP bu yenilgiyi kabullenmemiş ve hazmetmemiştir. Bu nedenle seçimi hile ve oyunlarla tekrardan geri almak istemiştir. Tüm devlet imkanlarını seferber etmesine rağmen sandıkta halkın iradesiyle kaybettiği seçimi geri almak için tam bir özel ve psikolojik savaş yürütmüştür. Halen de bunun peşini bırakmış görünmemektedir.
HDP’nin hiçbir itirazını kabul etmeyen YSK, AKP’nin her itirazını bir emir telaki etmiş ve yerine getirmiştir. İstanbul seçimlerine yapılan itiraz sonucu oyların yeniden sayılması günlerce sürmüştür. Bu durum AKP’ye büyük bir zaman kazandırmış ve ne kadar yolsuzluk, usulsüzlük dosyası varsa ortadan kaldırılmıştır. Yakılan dosya ve belge görüntülerinin bir kısmı basına da yansımıştır. Demek ki, AKP yaptığı hazırlık ve özel savaş uygulamalarına güvenerek İstanbul’u kaybedeceğini hiç düşünmemiştir. Kaybettiğini anlayınca hızla temizlik faaliyetine girişmiştir. Arkasında bir iz bırakmamaya çalışmıştır.
En önemlisi de AKP yarattığı muğlaklık ve krizle muhalefetin İstanbul gibi bir yeri kazanmanın seçim zaferini yaşamasına fırsat vermemiştir. İradeli bir muhalefet olsa bu seçim zaferinden aldığı güç ve moralle büyük bir çıkış yapabilir ve faşist iktidar üzerinde baskı kurarak erken seçime zorlayabilirdi. Yandaş basın yoluyla öyle bir psikolojik savaş propagandası yürütüldü ki, yapılan algı operasyonlarıyla suçlu olan AKP mağdur, mağdur olan muhalefet suçluymuş gibi bir hava yaratılmıştır. AKP ve yandaşları saldırı halindeyken muhalefet savunma psikolojisine sürüklenmiştir. Öyle ki, mazbata bile adeta minnetle verilmiştir. Bunda elbette CHP’nin basiretsizliği önemli bir fırsat sunmuştur. Daha ilk günde bu hile ve oyunlara karşı halkın gücüyle kararlı bir tutum alınmış olsaydı AKP’nin oyunları bozulabilir ve bu kadar rahat, keyfi ve hukuksuz hareket etmesinin önüne geçilebilirdi. İstanbul seçim süreci bile tek başına Erdoğan’ın özel ve psikolojik savaşta ne kadar uzmanlaştığını göstermeye yetmektedir. Meğer ustalık dönemi dediği süreç özel savaşta yetkinleşmeymiş.
Ankara ve İstanbul’da seçimi kaybetmiş olmak AKP için ölümcül bir darbe olmuştur. Türkiye’nin altı büyük ilinden beşini kaybetmiş olmak aslında iktidardan düşmek anlamına gelmektedir. Türkiye’de bu metropollerde yerel yönetime gelen bir parti ilk seçimde iktidara da gelmektedir. Bunun farkında olan AKP ve Erdoğan boşuna bu korku ve telaşın içine girmemiştir. Kürdistan’da belediyeleri özel savaş uygulamaları ile ele geçirmeye çalışırken Türkiye’yi kaybetmiştir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştur. HDP Kürdistan’da kayyım sistemine son verip büyük bir seçim başarısına imza atmış, Türkiye’de de izlediği politika ile AKP-MHP ittifakına büyük kaybettirmiştir. Faşist iktidarın özgür Kürdün kazanımlarına bu kadar saldırması ve intikam almaya çalışması bununla bağlantılıdır.
AKP-MHP faşist ittifakı ve özel savaş yönetimi 2. Abdülhamit ve İttihat-Terakkinin yolundan gitmektedir ve akıbetleri de onların ki gibi olacaktır. İttihat-Terakki de özel savaşın her yöntemini gözü karaca devreye sokmuş, her türlü kirli oyuna ve soykırıma varan uygulamalara başvurmuş, ama ırkçı, Turani amaçlarına ulaşamamıştır. Büyük oynamış, ama büyük de kaybetmiştir. Türkiye’nin nüfus olarak yüzde 65’ini ekonomik olarak ise yüzde 75’ini artık AKP-MHP yönetmemektedir. Bu da, artık AKP-MHP’nin Türkiye’nin yönetimi olmadığını göstermektedir. Bu ise AKP-MHP’nin çöküşü demektir. Güçlü bir demokratik muhalefet ve mücadele karşısında bu çöküş hızla dağılmayla sonuçlanacaktır. Bunun potansiyeli ve fırsatı her zamankinden daha fazla vardır. Halk bu kamburdan kurtulmaya hazırdır. Anti faşist ve demokratik bir irade ve yaratıcı politikalarla rahatlıkla bu özel savaş hükümeti alaşağı edilebilir. Gün o gündür. Faşizm kaybedecek, halkımız ve demokrasi kazanacaktır.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi