HABER MERKEZİ
Faşizm analarımıza açıktan bilinçli bir şekilde yöneliyor.
Türkiye’de faşizmin dozajı her gün artıyor. Ve bu artış sıradan, bazı bireylerin bireysel tepkileri ve istisnai olarak ortaya çıkmıyor. Faşizm yaşamın her yerine nüksettirilmesi bilinçli bir şekilde, bir merkezden bir konsept temelinde geliştiriliyor.
Bu konsept toplum iradesine her sahada müdahale edilerek, ezerek, baskılayarak teslim alma konseptidir. Toplum teslim alındıktan sonra ise refleksiz, alıştırılmış ve sıradan boyun eğen bir toplumun ise bir sürüden farkı kalmayacağı ise aşikardır.
Sürü psikolojisi denilen ruhsal durum özü itibariyle birilerine yedirilen durumun herkes tarafından içerilmesidir. Herkes tarafından düşünülmeden uygulanmasıdır.
Sürü psikolojisi denirken en iyi örnek koyunlar verilmektedir. Bir koyun bir engelle karşı karşıya kaldığında yerinde takılıp kalmaktadır. Takılıp kalan koyunu takip eden başka bir koyun benzer bir biçimde takılan koyunun arkasına takılarak, takılı kalır. İlerlemez. Manevra yaparak ileriye geçmez. Ya da bir koyun eğer ilerlerken uçuruma doğru gitmiş ise, peşinden gelen koyunlar tek tek uçuruma doğru ilerlerler. Bir koyun uçurumdan düşmüş ise diğerleri de peşi sıra tek tek uçurumdan düşerler.
Koyun kişilik dedikleri kişilik özü itibariyle, düşüncede kopartılmış, söylenene, gösterilene göre yaşayan, refleksleri olmayan, var olana uyum sağlamada zorlanmayan, alıştırılarak yaşayan kişileri tanımlar.
Faşizmin nasıl bir tip yaratmak istediği soruya verilecek toplum gibi dinamik bir yapıyı sürüleştirme, koyunlaştırma projesi olarak belirtmek yanlış olmayacaktır.
Faşist yapılar toplumları sürü haline getirmek için başvurdukları yöntem öncelikli olarak kullandıkları ağır ve çıplak şiddettir. Sergiledikleri çıplak şiddetle toplumlar un haline getirilmek istenir. Baskılayarak, ezerek, katlederek, sürerek, aç bırakarak toplumların iradesi kırılmaya çalışılır. Bir kere toplumun iradesi kırılmış ise, gerisi toplumun fertlerini koyun haline getirmek zor değildir. Ya da tersi, bireylerin iradesi kırılarak başkalarına emsal oluşturulması sağlanmaya çalışılır.
Ve bu bilinçli bir şekilde çok açıktan yapılır. Gizli ve kapaklı yapılan şiddetin bir yere kadar etkisi olabileceği düşünülür. Çünkü gizli kapaklı yürütülen şiddetin, herkesi kapsamayacağı düşünülebilir. Bunun için herkesin görebileceği, ancak görürken de ürke ve ürperebileceği şiddet faşist yapılar tarafından en ileri düzeyde tercih edilen yöntemdir. Ne zaman ki, bu yöntem başarı sağlarsa gerisi gelecek olan gizli yöntemler olabilir. Bu yöntem başarı sağladıktan sonra yumuşak şiddet diye bilinen ideolojik olarak yönelme daha fazla devreye girebilir. Söz konusu faşizan rejimlerde bu yumuşak ideolojik yönelme Özel Savaş olmaktadır.
Faşizan yapılar tarihi inceleyerek toplumların ruhsal dünyasına etkilemenin yollarını bulmaya çalışırlar. Ve dikkat edersek tüm faşistlerin ortak noktası insan psikolojisini ya da toplum psikolojisini iyi bilmeleridir.
Örnek tarihte Asurların Ortadoğu’da estirdikleri şiddet yöntemleri ile Ortadoğu’yu nasıl teslim aldıkları biliniyor.
Daha iyi bir örnek Moğolların halklara karşı sergiledikleri çıplak vahşettir. Bu öyle bir vahşettir ki, henüz Moğollar bir yere gelmeden uyguladıkları vahşetin namı insanların oraları terk etmelerine yetmiş de artmıştır da.
Benzer bir örnek Osmanlılar için verilebilir. Osmanlılar bir yere girdiklerinde toplumları kazığa çıkma yöntemi başta olmak üzere, kadın ve kızlara el koymaları o toplumların Osmanlının eline düşmemek için o toprakları nasıl terk ettikleri iyi bilinir. Yine bir padişahlarının 19 kardeşini katletmeyi göz önüne getirdiğimizde, bir Osmanlının kendi iktidarı için neler yapabileceği rahatlıkla görülebilir. Kürtlerin halen bugün bile destanlarında, türkülerinde, dengbejlerinde dile gelen Romi esasta Osmanlının acımasız vahşetidir.
Daha ileri ve güncel bir örnek ise DAİŞ’tir. İnsanların kafalarını kesmeler, kadın ve kızlara el koymalar-pazarlarda açık artırmayla satmalar, baş üstü binalarda atmalar, arabalarda rastgele sokakta yürüyen insanları taramalar, kafesleri koyup yakmalar, benzin dökerek diri diri ateşe vermeler, roket atarlara insanların kafalarını uçurmaların tümünü bir de kameralarla çekerek insanlara servis etmelerin tümü ama tümü bir konsept temelinde yürütülmüştür. Nitekim, DAİŞ’in bu vahşeti insanlar tarafından iyi anlaşıldığı içindir ki, DAİŞ nereye gitmiş ise ya insanlar teslim olmuşlardır ya DAİŞ’li olmuşlardır ya da bulundukları yerleri terk etmişlerdir. Birkaç yıl içerisinde milyonlarca insanın yerlerinden yurtlarından olmaları bu çıplak vahşet yöntemiyle birebir bağı vardır.
Bu vahşetin önünde durmanın bir yolu yoktur. Kaçma ise bir çare değildir. Bu öyle bir vahşettir ki, tek yolu vardır, o da teslim olmaktır. Ya teslim olunur ya teslim olunur. İnsana bırakılan başka bir yol yoktur. Bu öyle bir yöntemdir ki insanlar DAİŞ’e karşı Öğretilmiş Çaresizlik Sendromunu yaşamaktan kurtulamazlar.
Dikkat edersek DAİŞ tüm Ortadoğu’yu süpürüp geçti. Afrika’yı halen kavuruyor. Uzak Asya’da ise halen ne olacağı belli değildir. Avrupa’yı ise nasıl bir korku sarmalına sardığı ise günlük olarak görülüyor.
DAİŞ’e karşı şimdiye kadar bulunan tek yol ya da tek yöntemi Özgürlükçü Kürtler bulmuştur. Onu da Kürtler Kobanê’de –ağır bedelleri de olsa-Stalingradlaşarak, Dımdımlaşarak sergilemişlerdir. Nitekim Dımdımlaşan Özgürlükçü Kürtler ilk yenilgiyi Kobanê’de DAİŞ’e tattırmış ve bu bir çizgi olarak DAİŞ’in Suriye’de bitirilmesine kadar götürüldüğü gibi, kaçmak için delik arayanlara ise ruh vererek yeniden canlandırarak ayağa kaldırmıştır.
Yazımızı bunca uzatmamızın nedeni faşistlerin ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİK KONSEPTİNE karşı tek bir yolun olduğunu göstermektir. Bu yolun adı DİRENİŞ’tir hem de her yerde tüm cephelerde DİRENMEK’tir.
Şimdi yeniden konumuza dönecek olursak, faşizan rejim analarımıza açıktan yöneliyorlar. Analar ki oğul ve kızlarının ölümlerini engellemek için en meşru olan haklarını kullanırken bu yönelime maruz kalıyorlar. Beyaz tülbentleri ile meleklere benzeyen analarımıza polisler it sürüleri gibi etraflarını hem sarıp saldırıyorlar hem de coplarıyla sırtlarına vurarak koyun sürüsü misali önlerine katarak iteliyorlar.
İslam dini cennetin anaların ayakları altında olduğunu söylüyor. Yani analar manevi dünyada cennetten daha yüksek bir mertebededirler. Analar olmazsa cennet denilen kutsal yer zaten olmaz, olamaz da. Cennete gidecekleri doğuranlar analardır. Böyle olduğu içindir ki, cennet anaların ayakları altındadır.
İslam dini bunu analar için söylerken faşistler analarımıza açıktan herkesin göreceği bir şekilde saldırıyorlar. Ve bu saldırı gizli yapılmamaktadır. Bu saldırı açıktan yapılmaktadır. Nedeni ise analar şahsında tüm topluma bir mesajın verilmek istenmesidir. Bir kere analara yapılan saldırılara karşı doğru, yerinde ve gerekli cevaplar verilmemiş ise verilmez ise, faşizmin analara karşı uyguladıkları insanlık dışı uygulamayı adım adım tüm topluma, toplumlara karşı uygulayacaklardır. Ve bu faşizan uygulamalarıyla da tek tek insanların iradelerini kırarak teslim alacaklardır.
Konsept budur. Konsept; ÖĞRETİLMİŞ ÇARESİZLİKTİR. Verilen mesaj faşizm analara açıktan yönelebiliyor ise gençlere, ya da toplumun diğer kesim ve tabakalarına ne yapmaz ki?
Analara böyle açıktan faşizan uygulamalarla yönelenler gizli bir şekilde topluma neler yapmazlar ki?
Faşizmin mesajı açıktır; Analara saldırarak toplumu teslim almaktır.
DAİŞ’e teslim olunduğu gibi teslim mi olunacak? DAİŞ’in önünde topraklarını terk edenler gibi bu topraklar terk mi edilecek? DAİŞ’e boyun eğerek DAİŞ’li olunduğu gibi DAİŞ’li mi olunacak?
Yoksa Kobanê’de olduğu gibi ”Burası Stalingrad, burası Kela Dımdım” diyerek karşı durup DAİŞ’in sonu mu getirilecek?
Eğer tercihimiz DAİŞ’i bu topraklarda bu bağlamda AKP-MHP FAŞİZMİ’ni daha doğrusu Erdoğan-Bahçeli faşistlerini söküp atacaksak, o zaman yapılması gerekli olan ilk ve tek iş, analarımızı coplarla iteleyen o faşist polisi bulup –nerede olursa olsun mutlaka bularak-faşistlere gereken cevabı vermektir.
Başka da bir yol yoktur. Tek yol o faşist polisi bulmaktır!
Ve bundan sonra da analarımıza, toplumumuza yönelen her eli mutlaka bulup kırmaktır ve bu görev ise her vicdanlıyım, faşizmin önünde diz çökmüyorum diyen yurtsever Kürt gencinin görevi olduğu gibi her demokrat Türkiyeli gencin de görevidir.
KASIM ENGİN