HABER MERKEZİ
Tarihsel süreçlerden geçenlerin, tarihsel dönüşümlere vesile olan işler yaptığı ve kendini oluşturduğu duygusuyla, insanın tüylerini ürperten, iyilik, doğruluk ve güzellik adına ne varsa insanın içine dolduran bir etkiye yol açıyor. Uyuma, zenginliğe, güzelliğe ve yeniden varoluşa dair tüm duyguları insanın beynine üşüştüren; evrimsel sürecin tüm halkalarını beyninde, yüreğinde, bedeninde hissettiren bir duygusal ve zihinsel dönüşüm yaşanıyor. Evrenin, insanın oluşumuna götürüyor, bozulmayan toplumsal doğanın o harika çekiminin etkisine alıyor. “İnsan budur, kadın budur, tarih ve toplum budur” diyebileceğin bir ayna rolünü oynayarak; insan olmanın, kadın olmanın gururunu, onurunu yaşatarak sürüklüyor. Toplumun ve kadının kendi olarak kalabilmesinin büyüleyen, özgürleştiren etkisine kapılıyor; hakikatin kapısı aralandı ve gerçeğe ulaşmak çok uzakta değil, duygusunu oluşturuyor: “Tarih ölü değil, canlı ve sana yol gösteriyor; başlangıca dön, bugüne gel, kendini gör, yarına uzan ve tüm biriktirdiğin enerjini anda oluşturarak hakikate ulaş. Gerçek olan sensin, o gerçeği bul ve açığa çıkar” diyebilmenin gücünü, enerjisini veriyor. Kendinde yol alan kadının tarihte, toplumda yol alışının bin bir türlü hikayesi, güzelliği, zorluğu ve emekçiliğiyle tarih canlanıyor ve “yürü” diyor: “Yürü ki, evreni tanı; yürü ki doğayı, kendini tanı; toplumsallığın, özgürlüğün, güzelliğin, yaşamın kaynağı kendini tanı. Evrende gerçekleşen tüm süreçlerin ve oluşumların döngüsünü bedeninde tükenmeyen bir enerji olarak taşıyan ve yeniden yeniden üreten kendini tanı” diyor. Tıpkı tarihte olduğu gibi, bunun bin bir türlü zorluğunu, işkencesini göze al; direnişle büyü; mücadeleyle özgürleş, güzelleş ve toplumsallaş, diyor. Kadınlar olarak, bunca güzelleştiren, özgürleştiren ve kendi olma yolunda ilerlemenin önündeki her türlü engeli aşma cesareti, gücü veren bir yolu tutmanın anlam biriktirme zamanındayız. Jineolojînin bu birikime katkısının çok olacağına inanarak, uzun tuttuğum bu girişi, insanı heyecanlandıran ve enerjisine ivme kazandıran konumuza geçerek tamamlamak istiyorum.
Tarihe ve Toplumsallığa Dönüş
Kadın devrimi ve neolitik devrim, köy-tarım devrimi de denilen birinci kadın devrimi; bizi biz yapan, özgürlük, yaratılış anının tüm toplumsal süreçlere yön veren yaratımlarının oluştuğu an ve zaman. Böyle bir oluşum anı; kendi kökleri üzerinde, aynı mekanda yenilenmektedir. Kapitalist endüstriyalizmin yarattığı toplumsal, ekolojik, ekonomik kırım ve yıkımın köyü, tarımı, toplumu ve kadını bitişe sürükleme macerasından kurtulmak için ikinci köy-tarım devrimi ihtiyacının oluştuğu ve ikinci kadın devriminin yaşandığı bir zaman ve mekanda birinci kadın devrimini değerlendirmek, tarihin günde yaşandığı gerçeğini kanıtlayan önemli bir gösterge oluyor. Yukarı Mezopotamya’nın emekçi, bereketli kadınlarının devrimi, toplumsallık, özgürlük ruhu ve bilinci Kürdistan özgürlük mücadelesine, kadın özgürlük devrimine yol gösteriyor.
Kadın devrimi, kadın hakikatine ulaşma devrimidir. Toplumsal hakikate ulaşmanın mihenk taşı ve vazgeçilmezidir. Tarihten, toplumdan ve kendinden çalınan, koparılan kadının kendi olma mücadelesinde yol alışı ve toplumsal devrime yol gösterişini kapsamaktadır. Bu anlamda tek başına bir kadın kurtuluşundan bahsetmek mümkün değildir. Kadının düşüşü toplumsal düşüşün sınırını belirlediği gibi, kadının kurtuluşu da toplumsal kurtuluşun gerçekleşme ölçüsünü göstermektedir. Yirminci yüzyıla damgasını vuran devrimlerin en büyük yenilgiyi bu iki olguyu birbirinden kopararak ele almasında yattığı gerçeği bugün daha somut olarak görülüyor. Bu bağlantı, toplumsallığın kadınla gerçekleştiği, kadın olmadan bir toplumsallaşmanın gelişemeyeceği, bırakalım gelişmesini, varlığından bile bahsedilemeyeceğini anlatmaktadır. Bu anlamda kadını ve toplumu birbirinden koparmak mümkün değildir. Bütün felaketlerin kaynağı olan bu kopuşun bütün verilerinin ortaya çıktığı bir dönemden geçmekteyiz. Tarihten ve toplumsallıktan kopan toplum, kadından kopmuştur. Ekonomiden, doğadan, kültürel değerlerinden kopmuş, toplum olmaktan çıkmış bir toplumdur. Erkek egemen zihniyet ve kurumlaşmaların geldiği aşama, böyle bir parçalanmayı açığa çıkarmış ve birey, toplum, kadın paramparça oluşun her biçimini yaşamaya mahkum edilmiş durumdadır. Kadın devrimi bu parçalanmaya karşı gelişen bir devrimdir. Önce kendi olmayı başaran kadın, toplumsallığın öncülüğünü yapabilmekte, özgürleşmenin önünü açmakta, yeni kadın ve toplum olmanın demokratik ölçülerini belirlemektedir. Bu gerçek, toplumsal devrim olmadan kadın devriminin olamayacağı, kadın devrimi gerçekleşmeden de toplumsal özgürlük devriminin gerçekleşmeyeceğinin kanıtıdır. Kadın devrimini Abdullah Öcalan “devrim içinde devrim” olarak tanımladı. Birbirini kapsayan, oluşturan, olgunlaştıran devrimler zincirinin ana halkasını kadın devrimi oluşturmaktadır.
Kadın devrimi, erkek egemen sistemin günümüze kadar yarattığı tüm ideolojilere (dincilik, bilimcilik, cinsiyetçilik, milliyetçilik vb), kurumlara ve iktidarcı sistemin verili yaşamına karşı durarak gelişiyor. Kapitalist moderniteye, ulus devlete, endüstriyalizme karşı, demokratik komünal ekonomiye, demokratik ulus ve demokratik konfederalizme, doğayla uyumlu bir yaşam faaliyetine dayanıyor. Kadın devriminin dayanağı kadın özgürlük ideolojisi, demokratik sosyalizmin yaşam alanı, güvencesidir. Tarihi, toprağı ve kendini var eden bütün değerlerinin somutlaştığı yurtseverlik özüyle varlık kazanır. Bu özün üzerine serpilmiş ölü toprağı kaldırmanın özgür düşünce ve iradesiyle yeni kavramlar oluşturma, kuramsal adımları atma, örgütlenerek kurumsal yapılarını ya- ratıp demokratik sistemini güvenceye alma zorunluluğu vardır. Bu da ancak, kendi olma yolunda çetin bir özgürlük mücadelesi ile, egemen erkek sisteminin oluşturduğu kalıplar, yükselttiği duvarları aşarak, bu mücadele içinde etik ve estetik ölçüleri özgür yaşamın temeli yaparak gerçekleşebilir.
Kadının özsavunması öncelikli zihniyet devriminden geçer. Zihniyet devrimi, kaybedilenlerin kazanılmasına dayanan bir duygusal-düşünsel oluşum sürecidir. Yazısız tarihinin yazıcısı olmak, görünmeyen emeğinin yaşam yaratan sonuçlarını keşfederek paylaşmak; toplumsallığı, tarihsel toplumun öznesi olmayı başaran kadın olmanın ilk şartıdır. İdeolojik oluşumla birlikte, demokratik kurumsal yapılarını örerek, özgür yaşam alanlarını oluşturarak varlığını ve geleceğini güvence altına alma zorunluluğu vardır. Bu alanlar başta ekonomi olmak üzere, demografya, etik-estetik, politika, kültür, eğitim, sağlık, özsavunma gibi temel yaşam alanlarıdır.
Hüsna Emek