HABER MERKEZİ
Orhan Yılmazkaya hiçbir yerdedir.
İstanbul’un canlı ve kalabalık merkezlerinden epey uzakta, Kilyos’tadır mezarı. Devlet onun görünürlüğünü engellemek için öylesine çaba harcamıştır ki, bedeninden ayrı düzenlenmek zorunda kalınan cenaze töreni, uzun sürecek bir tutuklama furyasının ilk dayanağı olmuştur. Devlet, başından beri Yılmazkaya ile ilgili her şeyi engellemeye karar vermiştir bir kere.
Burjuva medyası, cenaze mezarlıklar müdürlüğünden alınırken kimsenin onu taşımaya yeltenmediğini yazıyor. Cenaze namazı dahi kılınmadan, vatandaşlar yardım etmediği için tabutun polisler tarafından yüksek güvenlik önlemleri altında Kilyos Mezarlığı’na kadar taşındığı ifade ediliyor. Yazılanlara göre, ailesi onu sahiplenmemiş, bir tek dayısı çekinerek de olsa gömüldüğü yerin başındaki mezar tahtasına başka bir ismi, Haluk ismini yazmaya cesaret edebilmiş.
Yılmazkaya, liberalizmin görünür olma halini yücelttiği ve bireye dair tüm öznel kategorilerin kutsandığı bir evrede, komünizmin görünmez tarihine eklenmiştir. O, şatafatlı gösterilerin ve sermaye düzeninin reklam sektöründen kopyalanmış kampanyaların veya festivallerin kahramanı değildir. Ezilenler tarihinin isyan ve mücadele sayfalarında böyle kişiler yoktur. Onlara mezar taşı yapan pek çıkmamıştır, olanları da isimsizdir. Onların yersiz ve yurtsuzluğu, komünizmin etik-politik tavrıdır.
Yılmazkaya’nın Bostancı’daki görünmezliği, Kilyos mezarlığında devam etmektedir. Onun silahı bedeni ile ortaklaşmıştır. İşte silah, taşı olmayan o mezardır şimdi!
Orhan Yılmazkaya her yerdedir
Komünist devrimciliğin tarihi köyünün, fabrikasının, okulunun ve şehrinin en dibine kadar inen ve onunla harmanlanan yerel bir tarihtir. Bu tarih, her türden alınterinin toprağa düştükten sonra bıraktığı izin resmidir.
Yılmazkaya birçok yerdedir: radyo programında, oynadığı bir kısa film setinde, yazdığı kitapta, çıktığı TV programında, örgütsel mücadelesinde, demokratik alanda ve gerilla sahasında…
Şüphesiz onu farklı kılan en önemli neden, 27 Nisan 2009 tarihinde, Bostancı’da kıstırıldığı bir evde sergilediği cesaret ve direnme yeteneğidir. Yılmazkaya yüzlerce polisin saldırısı ile saatlerce başa çıkabilmiş ve o güne kadar biriktirdiği devrimci teori ve eylem pratiğinin özetini ele geçirdiği polis telsizinden vakur, canlı ve berrak bir şekilde ifade etmiştir.
Elbette devrimci ve iddialı sözler ilk defa Yılmazkaya tarafından söylenmemiştir. Ancak
yaprakların dahi kımıldamağı sessizlik zamanlarında, sükûtu bozan ilk fişek olmuştur. Birkaç dakikalık konuşmasına devrimci pratiğin ve teorinin tüm içeriğini sığdırabilmiştir: Teslim olmayan bir feda devrimci kuşağının mücadele pratiğini, Kürdistan devrimiyle yoldaşlaşmayı, sınıflı toplumlar tarihinin başlangıcından beri devam eden ezilenlerin bitimsiz isyan geleneğini ve ideolojik yerelleşmeyi…
Yılmazkaya’nın sesini canlı, berrak ve vakur yapan şey, ezilenlerin kolektif ruhudur. Sömürü düzeninin başladığı andan bugünlere dek damla damla biriken ve gürül gürül akan isyan pratiğinin sesi!
Orhan Yılmazkaya’nın kahramanca şehit olduğu direniş mevzisi, işte tam da karşımızda, gözümüzün rahatlıkla görebileceği bir yerdedir. İşte silah, o direniş mevzisidir şimdi!
Yılmazkaya’nın sesi alınterinin toprağa düşerken çıkardığı sestir. Mavzerin tınısı işte odur!
Yılmazkaya’nın sesi en darda olduğu zaman bile zafer çığlığını vakur bir tonla atabilmenin sesidir! Mitralyöz işte odur!
O; Bedreddin’in, Mahir’in, İbrahim’in, Mazlum’un ve Agit’in ruhudur. Kürdistan dağlarının sesi işte odur!
İnsan psikolojisinde şöyle bir yön var. Yaşananlar yani geçmiş, zihni yeniden ve yeniden şekillendiriyor. Yılmazkaya’nın hiç tükenmeyen mücadele azmi, bugünler için bir mihenk taşıdır. İnsanın geçmiş ile bugünü kıyaslayacağı, gelecek için kendini organize edeceği bir mihenk. Tüm kısır tartışmaların, teorinin, bitip tükenmez örgütsel mülkiyetçiliğin ötesinde sürdürülebilir, kesintisiz ve berrak bir devrimcilik hedefidir.
Yılmazkaya’nın varlığının uçları Gezi direnişine, Kürdistan kentlerine ve Rojava’ya dağılmıştır. Bu varlık yalnızca Yılmazkaya’nın bedeni değil, onun en muhteşem örneği olduğu ezilenlerin şiddete dayalı mücadele pratiğidir.
Orhan Yılmazkaya, hiçbir yerdeyken her yerde olabilmenin ismidir. Bostancı’nın ve 27 Nisan’ın mirası işte odur.