HABER MERKEZİ
Ana-Kadın Toplumsallığın ve Özgürlüğün Kök Hücresidir
İkinci kadın devrimi, hakikate ulaşma mücadelesidir. Erkek egemen sistemin paramparça ettiği gerçeği görünür kılma, bu gerçeğe ulaşma, özgürleşme ve gerçek yaşam gücüne dönüşme mücadelesidir. Birinci kadın devrimi olarak tanımladığımız, neolitik köy devriminde gerçekleşenin bugüne taşınmasıdır. Bu doğrultuda tarihi bilmek, canlı kılmak ve tarihten güç alarak bugünün bütün toplumsal sorunlarını çözmeye öncülük etmek temelde kadının görevidir. Çünkü kadın toplumsallığın yaratıcısı, yürütücüsü ve insanı insan yapan özelliklerinin açığa çıkarıcısıdır. Yüz binlerce yıllık insanlaşma sürecinin devrimsel aşamasını ifade eden toplumsallaşma, toplumsallığın yarattığı yaşam ve özgürleşme düzeyi her boyutuyla irdelenmeyi gerektiriyor. Bu dönem kadının varlık ve özgürlük mücadelesinde kök hücre rolünü oynamakta, toplum gerçeğine ulaşmada belirleyici olmaktadır.
Tarım-köy devrimi olan neolitik devrimin bir kadın devrimi olmasının nedeni, toplumsallaşma ve toplum varlığını sürdürmede kadının belirleyiciliği ve üretimin öznesi olmasıyla ilgilidir. Varlığını sürdürmenin beslenme, barınma-korunma ve üremeyle ilgili olduğu biliniyor. Beslenme denilen yaşamsal alanın örgütlendirilmesinde kadının rolü belirleyicidir.
Doğurganlık özelliğinden kaynaklı, yaşama yoğunlaşma, başlangıçta çocukların bakımıyla ilgili olarak gelişse de, giderek toplumsal görev ve sorumluluklara yoğunlaşma doğası gereği gelişen bir özelliktir. Biliniyor, doğada en geç büyüyen ve kendine yetebilen tür insandır. Diğer canlı yavruları en fazla iki-üç ay içinde kendine yetmeyi, kendini korumayı ve giderek yaşamını sürdürmeyi başarabilirken, insan böyle bir özellikten yoksundur. Bu gecikmeli süreç, ana rolünü ön plana çıkarıyor. Çocuğu düşünme, büyütme ve topluma katma süre- cinde bütün ihtiyaçlarını karşılama, yaşamını sürdürmesinin güvencesi olarak ana-kadını görmeyi pekiştiren bir rol oynar. Dezavantajlı gibi görünen bu özellik, toplumsal bir kimlik oluşturur. Toplumsallığın kaynağı analık rolüdür. Bugün bildiğimiz anlamda sınırlandırılmış bir analıktan; dar, dört duvar arası hapsedilmişlikten bahsetmiyoruz. Toplumun toplum olarak gelişmesinin, korunmasının ve varlığını sürdürmesinin güvencesi kadın gerçekleşmesinden bahsediyoruz. On binlerce yıllık sürecin kazandırdığı bu özellik, yaşama karşı bu hassasiyet, beslenme sorununu sürekli çözecek bir yoğunlaşmayı gerektirir. Bu sorunu ilk aşamada kendi bedeninde ürettiği sütüyle sağlarken, hem bu besini sağlamak için kendi beslenmesi hem belli bir aşamadan sonra bu besinin yetmemesinden kaynaklı doğa- dan beslenme zorunluluğu, aynı zamanda toplumsal yaşamın sürdürülme zorunluluğu var- dır. Doğaya bakarak, canlı bitki ve hayvan yaşamını inceleyerek oluşan yaşam deneyiminde kadının toplayıcılıkla sağladığı besin, erkeğin avla getirdiği besine göre tesadüflere bağlı değildir, daha garanti ve süreklidir.
Toplumun varlığını sürdürmede beslenme sorununu çözme, bunu başta yaşamın kaynağı olarak kendi bedeninden sunma, doğadan getirdikleriyle tamamlama, toplumsal yaşamın merkezinde yer almayı getirir. Neden bu bölümü bu kadar geniş açtığımızı düşünebilirsiniz, ancak toplumsal ve yaşamsal özellikler anlamında temel duygu ve düşüncenin bu süreçte oluştuğu gerçektir. Kadının sosyolojik yapılanması bu süreçle bağlantılıdır. Bu oluşum özelliklerini milyonlarca, yüz binlerce ve son toplumsallaşma süreciyle birlikte ele alırsak, binlerce yıllık deneyimiyle kazanan kadın kök hücredir. Yaşam veren, yaşamı koruyan ve süreklileştiren kadın gerçeğidir. Bu gerçekliğin içinde erkeğin rolü tamamlayıcılık biçimindedir. “Nasıl oldu da bu rol tam tersine döndü” sorusu, tarihin en köklü ve cevaplanmasıyla birlikte, özgürlük ve yaşamın yeniden kaynağına dönmeyi sağlayan stratejik bir özellik taşımaktadır.
Ataerki ve Birikim kitabında Maria Mies, “Kadınların toplayıcı etkinlikleriyle erkeklerin ara sıra avlanması arasındaki cinse dayalı olarak yapılan ilk iş bölümü büyük ihtimalle kadınların ister istemez gün- delik maddi yaşamın üretiminden sorumlu olmaları gerçeğinden kaynaklanır. Bitkilerin, köklerin, meyvelerin, mantarların, yemişlerin, küçük hayvanların vb. toplanması en baştan itibaren kadının ortaklaşa (kollektif) eylemi idi.
Günlük yiyeceğin sağlanması mecburiyeti ile bitkiler ve bitkisel hayat hakkında uzunca zamandır edinilmiş deneyimlerin en sonunda düzenli tahıl ve yumru ekiminin bulunmasına yol açtığı varsayılmaktadır. Kadınlar yabani kökleri ve yumruları kazıp çıkarmak için gerekli aletlerin de, kazma ve çapa gibi mucitleridir. Yenilebilir bitkilerin (çoğunlukla yumrular ve tahılların) düzenli ekimi, yeni bir aşama ve kadın emeğinin üretkenliğinde muazzam bir artış anlamına gelir. Bazı yazarlara göre ise, bu tarihte ilk kez artı üretimi olanaklı kıldı. Childe, bu nedenle düzenli tahıl ekimine bağladığı bu değişime neolitik devrim adını verir” diyor. Kadın ve çocukların ilk toplumsal birim ve üretim birimi olduğunu savunan yazarların çokluğuna dikkat çekiyor.
Toplayıcılık, kadının doğayla kopmayan, diyalektik bir bağ içinde, bütünlük oluşturmasını sağlar. Doğaya zarar vermeden, izleyerek, öğrenerek sabırlı bir emekçilik içinde doğayı keşfettikçe kendi doğasını, yeteneklerini keşfeder. Yaşama karşı duyarlılık, üretime dönüşür. Artan yaşam ihtiyaçları ile öğrendiklerini pratikleştirmenin ilk adımı olarak bitkileri evcilleştirme, ekme, ekim için tarımsal araçları bulmaya yoğunlaşır. Toplayıcılık ve gezici olmaya son verme anlamına gelen, toprağa yerleşme, yurt edinme, yurt edinilen toprağı işleme, insanlığın o güne kadar biriktirdiği bilgi ve birikiminde büyük bir patlama anlamına gelir. Devrim denmesinin nedeni budur ve kadın ekseninde gelişmiştir. Bu devrim beraberinde, iç içe ve birbirini doğuran devrimler zincirini oluşturur. Kadında yaşam, kadında üretim, kadında özgürlük, sevgi, yaşamı koruma, güzelleştirme gibi bin bir çiçeklenmeye; toplumsal doğada zenginleşmeye, buluşlara, zihniyet devriminin gelişmesine yol açar.
Yaşatan kadın, üreten ve toprağı işleyen kadında kin, düşmanlık duyguları yoktur. Yok etme, öldürme kadın ekseninde geliştirilen toplumsallığa çok uzak kavramlardır. Bu duygular; avcılık ve erkek kültürünün bir ürünü olarak vardır. Bedeninden yaşam yaratan ve besleyen kadın; toplumu doğru, iyi ve güzel bir ahlakla donatır. Yaşamı ilgilendiren tüm çalışmalar yerleşik yaşam etrafında yeniden şekillenir. İşlenen toprağın etrafında yaşanacak evler, evcilleştirilen bitkilerin ekimi-toplanması, hayvanların bakımı, giderek toplumsallaşmanın gücü ve bilgi birikimi ile toplumunu ve üretimini koruyacak, güvenceye alacak stratejiler belirleme işleri devreye girer. Köylere yerleşen başta klan, giderek sayının artması ile kabilelere ait sağlık, eğitim, özsavunma gibi yaşamsal çalışmalar kadın etrafında ve komünal örgütlenir. Üreten, kendi yaşamını bu üretim etrafında örgütleyen ve yöneten bir toplumsallık politikanın özüdür.
Kavga ve çatışmanın yer bulmadığı yaşamı, üretimi ortak düzenleme, planlama ve üretimin artmasıyla ihtiyaç için fazlasını saklama, zor zamanlarda kullanma ve köylerin çoğalması ard arda gelişir, yayılır. İnsanlık ilk yerleştiği yerleri hiçbir zaman bırakmamıştır. Bu anlamda kadındaki yurtseverlik duygusu, üretime ve etrafında ördüğü yaşama daya- nan köklü bir duygudur. Hep kendi zamanını ve mekanını arar. Bu boşluk hiçbir güç ve egemen tarafından yok edilememiş, aynı zamanda doldurulamamıştır. Yerleşik yaşam toplumsal değerlerde derinleşmeyi, olgunlaşmayı ve tüm toplumu bağlayacak yaşam ilkelerini getirir. Bu yerler ve ilkeler binlerce yıl kendini korumuş ve günümüze kadar gelmiştir. Toprağa bağlılık, üretime bağlılık, topraktan, tarımdan ve üretimden koptu mu her şeyinden kopan insan, kadın gerçeğinde tespitlidir. Emek verilen mekanın insanı insan yapan, doğal, özgürlük duygusuyla dolu, kendini tam hisseden, edindiği bilgiyi toplumla buluşturan, paylaşan ve daha geniş üretimlerin kaynağına dönüştüren bir duygu ve düşünce dünyası bu dönem toplumunun ana karakteridir.
Hüsna Emek
Devam edecek…