Ellerim biraz ısınıp kendisine gelince hemen yanımda duran güzeller güzeli Zilan arkadaşa dönüp bakmıştım. Gerilladaki ilk kışıydı ve sanırım ilk göreviydi. Yanakları al al olmuş, dudaklarının etrafı hafif morarmıştı. Avuçlarını, yeni savaşçılardan devre arkadaşı olan Serhildan’ın avuçları içerisine sıkıştırmış, sımsıkı tutmuştu. İki yeni arkadaşın bu zor durumda birbirinin ellerini böylesine kavrayarak tutması beni öylesine mutlu etmişti ki, vücudumdaki tüm sızıyı unutup onlara bakmış ve gülümsemiştim, her iki arkadaş da bana dönerek gülümsemişlerdi.
İçimizde en kaygılı ve tedirgin olan ise çiçeği burnunda tim komutanımız olan Xwinda arkadaştı. Daha birkaç ay olmuştu tim komutanı olalı. Denetiminde olan arkadaşlara karşı elinden geldiğince özverili yaklaşmaya çalışan bu mütevazi komutanımız şu anda tam olarak iki ara bir derede kalmıştı. Ya önüne verilen görevi yerine getirecek ya da noktaya geri dönecekti. Bunun kararının vermek onun için çok zorlaşmıştı çünkü hava koşullarının yarattığı ortam yapılan planlamaya uygun değildi. Şimdi yolu yarılamışken bir karar vermesi gerekiyordu.
Kış kampından çıkalı tam iki saat olmuştu. Oysaki gideceğimiz tepe yalnızca yirmi dakika uzaklıktaydı ve biz yalnızca on dakikalık kısmını geride bırakmıştık. Yola çıktığımız zaman saat iki’yi on geçiyordu, saat dördü on geçmesine rağmen biz yalnızca on dakikalık mesafe almıştık. Aslında yola çıkmadan önce de hepimizin yola dönük kaygıları vardı. Çünkü o gün sabah çok şiddetli bir kar yağmış, etrafımız bir an da bembeyaz bir örtü içinde kalmıştı. Hepimiz de çok iyi biliyorduk ki, noktamızda bu kadar kar yağmışsa tepede daha çok yağacaktı. Ama hiçbirimiz gururumuza yedirip gitmeyelim diyemiyorduk. Çünkü tepede bulunan erkek arkadaşlar kamptaki üstlenme çalışmasından kaynaklı yaklaşık bir aydır tepede mahsur kalmış, hem ısınma hem de lojistik sıkıntısı yaşamışlardı. Normal koşullarda haftada bir tepecilerimizi değiştiriyorduk, bu yüzden de tepeye giden arkadaşlarımız erzaklarını buna göre hazırlayarak gidiyordu ama bu sefer hem mevsimsel hem de üstlenme koşulları buna fırsat vermemiş, tepecileri zamanında değiştirememiştik. Bu yüzden de timde bulunan hiçbir arkadaş tepeye gitmeye itiraz edememişti.
Hepimiz erzaklarımızı ve cephanemizi hazırlayıp çantalarımızı sırtlamıştık. Kamptan çıkarken başımıza geleceklerden bihaber yavaş yavaş ilerliyorduk. Kampımızın bulunduğu alan oldukça dik bir alandı, normal koşullarda dahi insan rahat yürüyemiyordu. Şimdi ise her adımda daha da yükselen bir kar kütlesi ve sırtımızdaki ağır çantalar. İlk on dakika sadece nefesimizdeki değişime tanık olduk. Yolun zorlayıcı ve zahmetli olduğunu fark ettiğimiz zaman şakalar yaparak birbirimize takılmaya başladık. Heval Serhildan aramızdaki en genç arkadaştı ve biz onun hiçbir isteğini reddetmiyorduk. Bunu çok iyi bildiği için; “heval, içimiz öyle soğudu ki, bu soğukluğu ancak Zîlan arkadaşın o güzel ve sıcak sesi ısıtabilir. Bence Zîlan arkadaş bize bir şarkı söylesin” dediğinde, hepimiz onu onaylarcasına başımızı salladık.
Roboski’li olan heval Zîlan’ın sesi gerçekten de çok güzeldi. İnsan onu dinlerken adeta sesiyle gidiyordu. O kadara yumuşak ve dingin bir sesi vardı ki, biz onu dinlemekten büyük bir zevk alıyorduk. Teklifimizi geri çevirmeyen Zîlan yoldaş; “tamam heval, ben şarkı söylerim ama bir şartla benden sonra tüm arkadaşlar sırayla şarkı söyleyecek. Zaten bu yol da başka türlü bitmez. Bildiğimiz ne kadar hareketli şarkı varsa, tepeye ulaşana kadar hepimiz sırayla bildiğimiz şarkıları söyleyeceğiz. Tamam mı?” dedi. Biz de biraz sonra halden düşeceğimizi hesap etmeden, büyük bir coşku ile tamam dedik. Gerçekten de hepimiz, yok benim sesim güzel yok benim sesim çirkin demeden ilk şarkılarımızı söyledik ama nasıl söyledik, bilmiyorum.
Attığımız her adım giderek daha da zorlaşıyor, kar seviyesi gittikçe artıyordu. Hatta bazılarımız neredeyse beline kadar karın içinde kalıyordu. Bu yüzden de karı yararak yol açmak gittikçe zorlaşan bir hal almıştı. Tüm arkadaşlar büyük bir dirayetle yolu açmaya çalışıyor, her arkadaş kendisini öne vermeye çalışıyordu. Çünkü önde olan arkadaş oldukça yoruluyor ve halden düşüyordu. Bu yüzden her arkadaş biraz dinlendikten sonra kendisini öne vererek yolu açmaya çalışıyordu. Ama bir süre sonra kısa boylu arkadaşların çok bir işlevi kalmamıştı. Çünkü karın içinde değil yolu açmak adım atmak bile artık çok güç hale gelmişti. Artık öncülüğü yalnızca Medya arkadaş yapıyordu, çünkü aramızda boyu uzun olan tek oydu. Medya arkadaşı zayıf olan vücuduna aldananlar, onun bir saatlik bu yolu bu kadar açabileceğine asla inanmazdı ve işin açıkçası ben de inanmıyordum ama bizim Medya arkadaş adeta beyaz kara karşı savaş açmış ve yolu bütün gücüyle açmaya çalışmıştı. Artık tepenin altındaki dola ulaşmıştık ama…
Evet, ulaşmıştık ama asıl felaket buradan sonra başlıyordu çünkü bundan sonra hiç yamaç yoktu, tüm yol dikti. Yani artık Medya arkadaşın da gücünü aşan bir alana gelmiştik. Ne ilerleyebiliyor, ne de dönebiliyorduk. İşte o dola ulaştığımız anda benim koluma öylesine bir ağrı girmişti ki kolumu kullanamıyordum. Daha önce de karda yanan kollarımı artık hiç hissetmemeye başlamıştım. Arkadaşlara bir şey söylemek istemiyordum ama Medya arkadaş benim arkada kaldığımı fark etmiş, arkadaşlara durmalarını söylemiş yavaş yavaş yanıma gelmişti.
“Ne oldu heval, neyin var?” dediğinde hiçbir şey söyleyememiş, sadece kollarımı göstermiştim. Canım o kadar acıyordu ki, farkında olmadığım gözyaşlarım kollarımın üstüne damlıyordu. Kollarımın hiçbir şekilde hareket etmediğini gören Medya arkadaş, hiç zaman kaybetmeden kollarımı kendi kolları arasına alarak ısıtmaya başlamıştı.
Saat ilerledikçe durum bizler için daha da zor hale geliyordu. Bu yüzden bir karar almalıydık. Daha doğrusu karar almakta zorlanan Xwînda arkadaşın karar almasına yardımcı olmalı, sonucu ne olursa olsun birlikte sorumluluk almalıydık. O yüzden de kısa bir ara verip durumumuzu tartışmaya başladık. Aslında ben çok fazla tartışmaya katılmadım çünkü ağzımı açıp tek kelime edecek halim yoktu. Ama arkadaşlar hangi kararı alırlarsa ona uyacaktım.
İlk olarak Xwinda arkadaş söz aldı; “heval, bakın buraya kadar geldik. Evet, doğru bugün kamptan hiç çıkmamalıydık ama bu yamacın bu denli kar tutabileceğini hiç tahmin etmemiştik. Buraya gelene kadar epey zorlandık ama devam edersek daha da zorlanırız ve bazı arkadaşlar belki tepeye kadar da ulaşamaz ama geri dönersek yolu açtığımız için zorlanmayız. Noktaya vardığımız zaman tepedeki arkadaşlarla bağlantı kurarız birkaç gün sonra onlar bizim yolu açtığımız yere kadar yukardan aşağı doğru yolu açarlar ve tepeye gidiş daha kolaylaşır. Böylece daha rahat gideriz ve hiçbir arkadaşa da bir şey olmaz” dedi. Soğuktan titreyen Serhildan arkadaş, o titrek sesiyle; “yok heval, bu kadar yol geldik geri dönmeyelim herkes bize; ‘görevlerini yerine getiremediler’ diye takılacak. Biz kendimizi biraz daha zorlayalım ve tepeye ulaşalım” dedi. Daha sağduyulu olan Zîlan ise söz hakkı alarak; “ben bir noktada Serhildan arkadaşa katılıyorum ama saat dördü geçiyor ve biraz sonra hava oldukça kararacak biz on dakikalık mesafeyi iki saatte bitirdik. Bundan sonrası daha da zor olacak. Bu durum bizim için oldukça riskli. Geri dönersek başarısız olmayacağız, böyle düşünmemeliyiz. Hava koşulları tahminimizden daha zorlayıcıydı ve durumu daha da zorlaştırmamalıyız” dedi.
Genç Zîlan’ın yaptığı bu değerlendirme oldukça hoşuma gitmişti. Ben de çok kısa bir şekilde Zîlan arkadaşa katıldığımı söyledim. Aslında ben en çok kendimden korkuyordum, çünkü vücudum bu soğuk havaya daha fazla dayanamayabilir ve her an kendimi yerde bulabilirdim. Bu durumda da arkadaşlara bir yük olurdum, böyle olmaması için de geri dönmenin daha iyi olacağını düşünüyordum. Tabii bunun yanında geri dönmek de bizler için hiç kolay olmayacaktı. Bir yanımız geri dönelim derken, diğer yanımız hedefimize ulaşmalıyız diyordu.
Kısa bir tartışmanın ardından kararımızı verdik. Bu kararı vermek bizler için gerçekten zor oldu. Ama sonuçta ortak alınan bir karardı ve sonuçlarını da ortak olarak göğüsleyecektik. Vermekte zorlandığımız bu kararın ardından yola koyulduk…