BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programının sorularını yanıtladı. Deniz Gezmişler, İbrahim Kaypakkaya, Leyla Qasim, Haki Karer, Mehmet Karasungur Mayıs ayında şehit düştüler. Duran Kalkan 68 gençlik hareketi ve 70’li yılların başında yaşanan direniş ve idamların PKK’nin çıkış koşullarında önemli etkisi olduğunu ifade etti. Duran Kalkan ile söyleşinin tamamını üç gün boyunca gazetemizde yayınlayacağız.
Mayıs, Türkiye ve Kürdistan’da devrimci gençlik ve halk nezdinde önder pek çok ismin şehadete ulaştığı bir aydır. 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan; 18 Mayıs 1973’te İbrahim Kaypakkaya; 13 Mayıs 1974’te Leyla Qasim gibi. 1968 kuşağı ve Türkiye’de şehit önder kadrolara yoldaşlığın gereği olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, asla yenilmeyecek bir örgüt, halk hareketi yani PKK’yi yaratma kararını aldığını ifade ediyor. Öncelikle 1972’nin Nisan ve Mayıs ayları ile PKK’de önderliksel doğuş arasındaki ilişkiyi izah edebilir misiniz?
Öncelikle şehadetlerinin yıl dönümlerinde adı geçen devrimcileri saygı ve minnetle anıyorum. İfade edilen 1972’nin Nisan ve Mayıs aylarında Ankara’da lise son sınıfı okuyordum. Dolayısıyla 6 Mayıs 1972’yi bugün gibi hatırlıyorum. Gazeteler yazmışlardı, resimleri basmışlardı. Bazı sol eğilimli gazeteler manşet atmışlardı. Devrimci sempatizan bir genç konumundaydım. Sınıfımıza gazeteler geldiğinde küçük bir grup sol eğilimli öğrenci dikkat ve üzüntüyle söz konusu haberi okumuştuk. İçimizde olan bir kadın arkadaş çığlık atmıştı. Yine 1973’te İbrahim Kaypakkaya işkencede katledildiğinde Ankara’da üniversite öğrencisiydim.
Leyla Qasim idam edildiğinde de Ankara’da üniversite öğrenciliğim devam ediyordu. Devrimci sosyalist bilincim biraz daha artmıştı. Haki Karer ve Önder Abdullah Öcalan’la tanışmıştım. Kürt sorunu ve Kürdistan’daki duruma ilişkin ilk bilgilenmelerim oluşmuştu. Dolayısıyla Güney Kürdistan ve Irak’taki durumu biraz daha yakından takip eder ve anlar hale gelmiştim. Tanıştığım arkadaşlar daha çok Kürt sorunu ve Kürdistan üzerindeki sömürgecilik temelinde tartışmalar geliştiriyorlardı. Dolayısıyla Kürdistan’daki gelişmelere daha fazla bir yaklaşım ve duyarlılık söz konusuydu. Güney Kürdistan’da yapılan katliamlar, 1975 Cezayir Anlaşması ardından ortaya çıkan gelişmeler temelinde Leyla Qasim ve arkadaşlarının faşist Irak yönetimi tarafından idam edilmesi Türkiye’deki Kürt özgürlükçü çevreler ve devrimci yurtsever güçler arasında daha çok tartışılan konular olmuştu.
68’in ideolojik devrimi
Kuşkusuz soruda da ifade edildiği gibi bütün bunları doğru anlamak için 1968 Gençlik Devrimi’nin tarihsel gelişimini ve ortaya çıkardığı gelişmeleri bilmek, anlamak, değerlendirmek gerekir. 1968 Gençlik Devrimi, politik-askeri boyutları olan devrim olmakla birlikte daha çok ideolojik boyutları önde olan bir devrim olma özelliği taşıyor. Dolayısıyla da Avrupa’dan Asya’ya, Afrika’dan Amerika’ya dünyanın dört bir yanına etkisi yayılan, her alanda gelişmelere yol açan büyük bir ideolojik devrimi, düşünce devrimi olma özelliği taşıyor. Bu gerçeği de bilmek ve vurgulamak önemlidir.
Bu ideolojik içerik kuşkusuz iki boyuttan kaynaklanıyor;
Kapitalist modernite sisteminin doğayı, toplumu, insanlığı yok etmeyi hedefleyen aşırı tahripkar saldırılarının dünya gençliğinde yarattığı etti, gelecek endişesi, özgür yaşam imkanlarının yok edilmesine duyulan tepki olma özelliğini ifade ediyor.
Buna karşı alternatif olarak gelişme çabası içerisinde olan fakat alternatif olamayan, sistemden kopamayan, özgür ve demokratik birey ve toplum yaşamını geliştiremeyen reel sosyalizme duyulan tepki, amaçtan kopmanın yarattığı hayal kırıklığı, bunlarla birlikte özgürlük, farklılıklara dayalı eşitlik, dayanışma, paylaşım ve demokrasi ilkelerine yüksek düzeyde bağlılığın sonucu olarak gelişen bir devrimci çıkışı ifade ediyor. Büyük bir arayışı temsil etme özelliğinde bulunuyor.
Böyle bir çıkışın Amerika’da nasıl geliştiği, Afrika’da nelere yol açtığı, Avrupa’da ne tür bir düşünsel ve eylemsel tırmanış sağlattığı, Asya’da nasıl bir Ulusal Kurtuluş Devrimi’nin zafer hamlesini yaratığı biliniyor. Aynı şekilde Türkiye, İran ve Arabistan’a, onlar üzerinden Kürdistan’a nasıl yansıdığını da biliyoruz. Önder Abdullah Öcalan kendi çıkışını esas olarak 68 Gençlik Devrimi’nin etkisine dayandırdığını, bu devrimin Kürdistan’daki kolu olarak çıkış yaptığını ifade etti.
70’lerin başında Türkiye’de, Irak’ta, Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri, bununla bağ içerisinde ele almak lazım. Hem büyük devrimci gençlik çıkışını hem de 12 Mart 1971 faşist askeri darbesini bu temelde değerlendirmek gerekiyor. Yine Irak ve diğer alanlardaki mücadeleleri de bu çerçevede anlamlandırmak önem taşıyor.
Daha somut olarak Nisan-Mayıs 1972’de yaşananları anlamak özellikle de Önder Apo’da ortaya çıkan Önderliksel duruşu, ruhu, duyguyu, sistemli düşünce gelişimini ve kararlılığı doğru anlayabilmek için 12 Mart’ı 1972 askeri faşist darbesi ve bu darbeye karşı THKP-C, THKO ve TİKKO örgütlerinin geliştirdiği devrimci silahlı direnişi doğru anlamak, görmek ve değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’de bütün dengeleri sarsan bu durum, Türkiye toplumunu büyük bir demokratik devrime çeken eylemsel çıkışa tanıklık ediyor.
Mahirler ve Kızıldere katliamı
Böyle bir eylemlilik içerisinde özellikle 30 Mart 1972 Kazıldere Katliamı’nı bilmek lazım. Burada Mahir Çayan ve 9 arkadaşı Türk ordusunun bombardımanıyla vahşice katledildi. Üç yabancı teknisyeni kaçırmışlardı. Daha doğrusu tutuklamışlardı. Amaçları idamla yargılanan THKO önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını önlemekti. Bunun için devletle bir tür pazarlık yapmak istiyorlardı. Devletle pazarlık edebilir ve bu idam önlenebilir sanıyorlardı. Buna inanmışlardı, kararlılıkla pratikleştirmek istediler. Daha doğrusu gerçekleşmese bile idama giden devrimciler karşısında onların yoldaşları olarak devrimci duruş göstermek istediler. Devrimci tutumun ve duruşun gereklerini yerine getirmeye çalıştılar. Bu ruh, duygu, bilinç ve sorumluluk anlayışı, Mahir Çayan ve arkadaşlarını böyle bir eyleme götürdü. Sonucu, darbeyle toplumu ve devleti yönlendirmeye çalışan Türk ordusunun saldırı ve katliamı oldu. Mahir Çayan ve arkadaşlarının bu tutumu, hem yoldaşlığa bağlılığı hem de kahramanca direnişçiliği, kararlılığı toplumda özellikle gençlikte büyük bir etki yaptı.
Daha sonraki süreci 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını, 18 Mayıs 1973’de İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede katledilmesini, yine Mayıs 1974’te Leyla Qasim ve arkadaşlarının Irak’ta idam edilmesini; bu gelişmelere bağlı olarak değerlendirmek gerekiyor. Demek ki, devrim ve karşı devrimin çok sert bir çatışması, Türkiye ve Irak başta olmak üzere bütün Ortadoğu’ya yaşanmış. Bir yere özgü değil, bölgeselmiş. Aslında küresel düzeyde yaşanan kapitalist modernitenin kiriz ve kaosu ortamında halkların özgürlük için geliştirdikleri öncü devrimci direnişleri olarak bu duruşlar, mücadeleler, örgüt ve eylemsel çıkışlar yaşanmış. Bunu görmemiz lazım.
Bu noktada Önder Apo’nun kararlılığına gelirsek; Önder Apo, askeri faşist darbe olduğunda İstanbul Hukuk Fakültesi öğrenciydi. Ondan önce Amed’de memurluk yapmıştı, dolayısıyla hem Kürdistan’daki yurtsever özgürlükçü gelişmelere dair bilgisi vardı hem de Türkiye’deki devrimci gençlik hareketini yakından tanıyordu. İleri bir sempatizan olarak bunların içerisinde de yer alıyordu da. 30 Mart 1972 Kızıldere Katliamı yaşandığında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciydi ki, o zaman devrimci sol bilinçten öteye bizzat Mahir Çayan’ı tanımış, konferansını dinlemiş, ondan etkilenmiş, sempatizanı olacak kadar ona bağlanmış bir gençti.
Katliama karşı duyarsız kalmayan, cesaretle çıkış gösteren bir avuç genç içerisinde yer aldı. Daha katliamın üzerinden bir hafta geçmeden, katliamı protesto eden gençliği katliama karşı direnişe çağıran bir bildirinin organizasyonuna ve dağıtımına katıldı ve böyle bir bildiği dağıtımı içerisinde de tutuklanarak Ankara Mamak Cezaevi’ne konuldu. Nisan ve Mayıs aylarında cezaevindeydi. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan Ankara’da idam edilirlerken Önder Abdullah Öcalan’da Ankara Mamak Cezaevinde tutukluydu. 30 Mart Kızıldere Katliamı’nı protesto bildirisini dağıtmaktan dolayı tutuklanmıştı.
Şunu ifade etmemiz gerekiyor; İstanbul ve Ankara’daki gelişmeleri iyi biliyordu. Kürdistan’daki gelişmeleri yakından takip ediyordu. 1968 Gençlik Devrimi’nin felsefik, ideolojik, duygusal, bilinçsel düzeydeki etkisini çok derinden yaşıyordu. Bütün bunlar onu faşist askeri saldırılara karşı eyleme geçecek kararlı ve pratikleşir hale getirmişti. Bunun sonucunda da tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Cezaevinde 12 Mart 1971 faşist darbesinin devrimcilere yönelttiği işkenceyi, devrimci örgütleri dağıtmak için uyguladığı baskıyı, terörü daha yakından görmüştü. Buna karşı devrimcilerin değerlendirmelerini, tutumlarını, savunmalarını, direnişlerini izlemişti, tanık olmuştu ve onlarla birlikte yaşamıştı.
Denizler’in vasiyetti
Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilirken cezaevinde bir tutuklu olarak izlemiş, son sözlerini kendisi için bir vasiyet olarak ele alıp benimsemişti. Çok derin bir yoğunlaşma ve arayış içerisindeydi. Önder Apo o dönemi şöyle ifade etti: “Gördüğüm, tanıdığım, doğruluklarına inandığım devrimci militanlar, önderler peş peşe katledilirken, düşerken bunlara seyirci kalamazdım. Bilincim ve vicdanım seyirci kalmayı kabul edemezdi, etmedim. Sahip olduğum arayışçılık bu temelde daha çok gelişti” dedi. Bu önemli bir tespitti.
Diğer yandan derin ve kapsamlı bir eleştirel ve özeleştirel yaklaşımla yaşananları cezaevinde sorguladığını ifade etti. Büyük bir devrimci çıkışa tanıklık etmişti. Aynı şekilde faşist askeri darbenin devrimcileri nasıl katlettiğini de çok yakından görüyordu. Büyük devrimci çıkışın derin etkisindeydi ama aynı zamanda devrimci militanların, önderlerin katledilişinin devrimci örgütlerin dağıtılışının, ezilişinin de derin etkisi altındaydı. Bu etkilenme durumu, Önder Apo’yu çok yönlü ve derinlikli bir sorgulamaya kuşkusuz götürdü.
Bunun sonucu olarak da şunu ifade etti: “Bu duruma bir çare olmak lazım. Önderler katlediliyorsa o zaman onların tutumlarını, sözlerini vasiyet olarak alıp başlattıkları direnişi sürdürmek, amaçların başarmak için onlar gibi özgürlüğe yürüyen olmak gereklidir.”
Diğer yandan şunu da sorguladı: “İyi ama neden katlediliyorlar? Niye saldırıları kıramıyorlar? Eksiklik, hata nerededir? Zayıflık nerededir, bu zayıflık nasıl giderilecek?” Bir de işi bu yönüyle ele aldı.
Böyle çok heyecanlı, dar düşünen, öfke ve tepkiyle hareket eden birisi, olduğu yerde ne bulursa ele geçirip kendisi de eyleme girer kendisini bitişe götürürdü. Önder Apo onu da yapmadı. Ne yaptı? Devrimci önderlerin sözlerini, amaçlarını, örgütlerini sahiplendi. Onların bıraktığı yerden bu mücadeleyi nasıl ileri götürebilirim, taşıdıkları bayrağı daha yükseklerde nasıl taşıyabilirim? Amaçlarını nasıl başarabilirim? sorularını kendisine sordu ve bu konuda hem mücadeleciliği, kararlılığı, cesareti hem de doğru stratejik-taktik anlayışları geliştirdi. “Öyle bir örgüt yaratmalıyım ki, devrimci çizgiden yürümekten asla sağa-sola sapmamalı, geri durmamalı ama düşman saldırıları karşısında da kolay yenilmemeli, ezilmemeli, darbe yememelidir. Belirlenen amaçları başarıya götürecek kadar sonuca gitmeli, ilerlemeli. Engelleri aşmalı, zorlukları yenmeli.”
Bunu değerlendirdi ve böylece Önder Apo’nun devrimci bilincinin oluşmasında, devrimci tarzının gelişmesinde, Mahirler, Denizler ve İbrahimler’in ardından devrimci bir önder olarak yeni bir çizgi temelinde çıkış yapmasında bu sorgulama çok önemli bir yer tuttu. Önder Apo’nun devrimci çizgisini, ilkelerini, tarzını, taktiklerini bu sorgulamadan çıkardığı sonuçlar belirledi. Dolayısıyla hem devrimci özgürlükçü yürüyüşü sürdürdü hem de düşman saldırıları karşısında yenilmeme, ezilmemenin tarzına, üslubuna, taktiğine ulaştı. Apocu çıkış böyle oldu. Dikkat edilirse şehitlerin anılarına doğru sahip çıkma ve amaçlarını kesin başarma tutumunun, kararlılığın bir sonucu oldu. Buna dar, dogmatik, kalıpçı bir yaklaşım da olmadı. Eleştirel ve özeleştirel bir yaklaşımla doğrularını esas alıp hata ve eksikliklerin de derslerini çıkartıp doğruyu oradan da bularak, düşmanı yenilgiye götürecek, devrimci amaçları başarıya taşıyacak bir devrimci çizgi oluşturma ve onun önderliğini yapma, örgütünü ve militanlığını ortaya çıkartma temelinde bir sahiplenme ve yürüyüş oldu. 12 Mart darbesi karşısında direnişe geçip de saldırılar karşısında katledilen önderlerin, şehitlerin anısını böyle başarılı bir devrimci yürüyüşle temsil ederek buraya kadar taşıdı.
Öcalan “Mayıs, PKK olgusunun derin açan sarsıntıların dört bir yanda duyurduğu bir aydır. Mayıs, Kürdistan’ın yüce direnişçilerinin, şehitlerinin ayıdır” şeklinde bu ayın önemini ifade etmiş, “şehitliğin anlamına sağlam bir kavrayış ve uygulama gücü kazandırmak istiyorsak, çıkış koşullarını iliklerimize kadar duymamız gerekiyor” vurgusunu yapmıştı. Bahsi geçen çıkış koşullarını anlatabilir misiniz?
Önderliksel çıkışın nasıl bir çelişki ve çatışma ortamında olduğunu ifade ettik. Bunun bir grup, parti, grup olma, parti olmaya yürüme koşullarına da bakmamız gereklidir. Bu koşulları da dar ele almamak önemlidir. Sadece Türkiye ve Kürdistan çerçevesinde de ele almamak gerekiyor. Bölgesel ve küresel düzeyde de bakabilmek gereklidir. Kapitalist modernite sisteminin durumu, çelişkileri, geliştirdiği yeni sömürgeciliğin bunalımı ve çıkmazı; buna karşı gelişen Ulusal Kurtuluş Hareketleri, devrimci direnişler ve bunları bastırmak için geliştirdiği faşist askeri darbeleri görmek lazım. Bu darbelerden birisi de Türkiye’de yapılan 12 Mart 1971 faşist askeri darbesidir. Türkiye’deki de bunun bir parçası olarak gelişmiştir.
Örneğin 6 Mayıs’ta idam edilenlerden en azından Hüseyin İnan Sarızlı bir Kürt genciydi. THKO’nun düşünsel önderliğini yapan bir kişilikti. İbrahim Kaypakkaya, Dersim’de yaralı yakalandı ve Amed’de katledildi. 12 Mart darbesine karşı gerillacılığı Kürdistan’da geliştirmeye çalışmıştı. Kendisi bir Kürt olmasa bile Kürdistan coğrafyasına ve toplumuna dayanarak 12 Mart 1971 faşist askeri darbesine karşı savaşmayı, mücadele etmeyi hem gerekli görmüş hem de böyle bir mücadelenin başarılı olacağına inanmıştı.
Diğer yandan Arap sahasındaki çatışmalı durum örneğin Saddam Hüseyin yönetiminin Leyla Qasim ve arkadaşlarını idam etmesine kadar götürmüştü. Bir kadını idam edecek kadar faşist sömürgeci Irak yönetimi vahşi bir tutum ortaya koymuştu. İşin bir yanı böyle saldırılardır. Diğer yandan buna karşı direnişin görkemi önemlidir. Denizler’in mahkemelerdeki tutumuyla idam sehpalarındaki duruşları, tutumları, son sözleri. Mahirler’in yürüyüşleri. İbrahimler’in yürüyüşleri. Leyla Qasim gibi bir Kürt kadının idama gidecek kadar Kürt yurtseverliği yapması, direnişçi olması ve boyun eğmeyen kahramanca duruşu. Bunlar sürecin diğer boyutunu oluşturuyordu.
Benzer durum dünya için de geçerlidir. Ulusal Kurtuluş Devrimlerin, Vietnam örneğinde olduğu gibi büyük zaferler kazandığı dönemdi. Dünyada mücadele çoktu. Yani bütün bunlar Kürdistan’a etkisini yayıyor, Kürt gençliğini kendi içine çekiyordu. Aslında 1960’a kadar Türk sömürgeciliği Kürdistan’ı izole etmiş, bütün dünyaya kapatmıştı. ABD’nin yeni sömürgeciliği temelinde izolasyon kısmen kırılıp daha fazla ekonomik sömürü için Kürdistan açılınca, izolasyon kapıları biraz zayıflatılınca sosyo-ekonomik gelişme ona dayalı yeni çelişki ve çatışmaların ortaya çıkması, yeni tür bilinçlenmeler ve ideolojik-örgütsel çıkışlar, arayışlar ortaya çıkıyordu. 70’lerin başında bu çok daha belirgindi. Özellikle de Türkiye’de, İran’da, Arabistan’da gelişen devrimci demokratik mücadelelerin Kürdistan gençliği üzerindeki etkileri vardı ve bu etkiler düşünsel olarak Kuzey Kürdistan gençliğini de içine aldı. Bir kısmı yüksek öğrenime erken gidenler, 1971-72 direnişi içerisinde 12 Mart darbesine karşı süren direnişte yer alırken, büyük bir kısmı tabi onun arkasından gelen Türkiye’deki faşist oligarşik diktatörlüğe karşı mücadeleye katılan bir tutumu ortaya koymuşlardı. Bu temelde de yeni önderliksel çıkışlar, arayışlar; yeni ideolojik-politik çizgi oluşturmalar gündeme gelmişti. 73’ten itibaren içine girilen süreç budur.
Çubuk Barajı Toplantısı
PKK’nin çıkış koşulları böyle bir sürece tekabül ediyor. Önder Apo’nun önderliksel çıkışı böyle bir çatışma ortamında Türkiye Devrimci Gençlik Önderlerinin 12 Mart faşist askeri darbesi tarafından katledilmesi ardından boşalan önderliksel görevi sahiplenme temelinde olmuştur. Böyle bir düşünce oluşumu da doğası gereği sistemli bir düşünce haline geldikten itibaren örgütlenme ve eylem arayışına girmiştir. İşte PKK’nin çıkış koşullarını esas olarak bu temsil ediyor. ideolojik sistemli bir düşünce oluşumu hemen kendisini örgütleme alanına taşımıştır. 1973 Newroz sürecinde Çubuk Barajı’nda ilk örgütsel toplantının yapıldığı, 6 kişilik bir gençlik grubunun ortak düşünceler temelinde hareket etme sözü vererek PKK’nin örgütsel temellerini attığını biliyoruz. Bu Önder Apo öncülüğünde oluyor. Önder Apo kendisinde oluşan düşünce sistemini böyle bir gençlik grubuyla örgüte dönüştürmek ve eylemsel alana taşırmak istiyor.
Arkasında 73-75’te Ankara’da yüksek öğrenim gençliği içerisinde gençlik mücadelesi içerisinde oluşan ideolojik grup dönemi oluyor. 76-77’de ideolojik grup kendisini Kürdistan’a taşıyor. Bir gençlik hareketine dönüştürüyor. 78’de partileşiyor. 27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis köyünde yapılan kuruluş kongresiyle 72’de başlayan Önderliksel doğuş bir parti hareketine dönüşüyor. 73 Newroz’unda temeli atılan ideolojik grup, parti oluyor.
Çıkış koşuları bu sürecin özelliklerinin anlaşılmasıdır. Sürecin özellikleri nedir? Kapitalist modernite sisteminin saldırıları neler? Sol sosyalist hareketlerin durumu ne? Türkiye ve Kürdistan’daki çelişki ve çatışmanın sosyo-ekonomik yapının durumu ne? Türkiye’deki faşist oligarşinin sömürgeci-soykırımcı saldırıların durumu ne? Buna karşı Kürt gençlerinin, aydınlarının, emekçilerinin tutumu ve arayışları nasıl? Bunlar ne tür özellikler taşıyor, ne tür imkanlar içeriyor? Bunların bilinmesi ve bunlara bakılmasıdır.
Bütün bunlara baktığımızda evet bir bilinçlenme ve arayış var fakat şunları görüyoruz; faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset çok güçlüdür. Türkiye faşist oligarşisi sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasette o kadar katı ki, Kürdistan’daki en küçük bir kıpırdanışı imhayla ezmeyi öngörüyor. Bu temelde saldırıyor. Bunu gerçekleştirebilmek için Türkiye’deki her türlü demokratik kıpırdanışı eziyor, saldırtıyor. Askeri güçle eziyor. Kızıldere’de katletti, idam ediyor, işkencede katlediyor, tutukluyor, örgütlenmeleri dağıtıyor. Hiçbir devrimci demokratik gelişmenin olmasına, açılımın sağlanmasına fırsat vermiyor, imha ediyor. Doğrudan ordu ile yapıyor, hukuk sistemini kullanıyor. Dahası MHP gibi faşist militarist güçleri kullanıyor. Sivil faşist güçleri de savaşa sürüyor. Bunları 1970’li yıllar içerisinde çok net yaşadık. Bunlar karşısında Kürt toplumu örgütsüz bilinçsiz, en çok dinamik kalan bilinçli olan işte Güney Kürdistan’daki durumdur. KDP öncülüğünde bir direniş var. 1975’in Mart’ına gelindiğinde Cezayir Anlaşmasıyla bütün o direniş bitiyor. O umut da kırılıyor. Düşman saldırısı böyle, toplumun durumu bu çerçevededir.
İşte Önderliksel doğuş ve PKK’nin çıkış koşulların böyle bir ortamı ifade ediyor. Dikkat edelim, evet inançlı, imanlı mücadele eden güçler imkan bulabiliyorlar ama ortam ve koşullar öyle çok imkan sunan durumda değildir. Çok elverişli değil, örneğin Önder Apo Çubuk Barajı’na beş tane genci götürüp TC devletine karşı Kürdistan’ı özgürleştirmek için “örgüt kuralım ve eyleme geçelim” derken bir Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisidir. Bunları söyleyecek dili ve beyninden başka hiçbir şeyi elinde yoktur. Kendisini yaşatacak beş kuruş parası yoktur. Bir tane mermisi, bir silahı yoktur. Herhangi dayanabileceği bir toplumsal örgütlülük, bilinç, hiçbir şey yoktur. Sadece bu bilinç ve inançla yapıyor. Böyle yapanların nasıl idam edildiklerini; Kızıldere’de, Dersim’de, Amed’de nasıl katlettiklerini yaşamış ve görmüş olmasına rağmen yapıyor. Daha doğrusu onu göze alarak yapıyor. Demek ki, tümüyle büyük bir kararlılık söz konusudur. Şehadet çizgisinde yürüyen bir kahramanlık duruşu, hareketi. Sonu ne olursa olsun ne kadar imha, tehdit, baskı, saldırı olursa olsun bunlar yapılmalı, böyle bir adım atılmalı bilinciyle yapılıyor. İnanç, cesaret, kararlılık bu düzeydedir. Tümüyle bu cesaret ve kararlılıkla insan bilinci ve emeği ile ortaya çıkartılan bir gelişme oluyor. Herhangi bir destek aldığı yoktur. Nitekim “grup olalım” dediği zaman devletin haberi olsa hiç yargılama gerektirmeden idam, katletme vereceği cezadır. Bildiri dağıttığı için cezaevine düşmüş, delil yetersizliğinden çıkmış ama örgüt kurmaya girmiş. Örgüt bir delildir. O zaman o yetersizlikte ortadan kalkıyor, devletin haberi olduğu ortamda yaşayacağının idam ve imha olacağını bile bile ama süreç böyle bir bilinci örgüte ve eyleme dönüştürmeyi kendisinden istediği, tarih bunu emrediyor gördüğü için bu adımı atma cesaretini, kararlığını gösteriyor. Bütün çabaları böyledir. Önderlik “iğne ucuyla kuyu kazarcasına biz bu gelişmeleri yarattık. Sıfırdan başlayarak her şeyi ortaya çıkardık” dedi. Hiç hazır bir şey, ortada imkan ve fırsat yoktur. Tersine faşist-soykırımcı saldırı ve katliamlar en ileri düzeydedir. Bu katliamlara rağmen bir yandan onları boşa çıkartacaksın, diğer yandan en zayıf imkan ortamında böyle imkan denilmeyecek şeyleri tutarak iğne ucuyla kazarcasına onları imkan haline getirip oradan devrimci örgüt ve eylemi çıkaracaksın. İşte Önder Apo bu tarzda çalıştı. Kendi çıkışını da böyle yoğun bir mücadeleyle gerçekleştirdi. Yanına iki arkadaşı, 10 arkadaşı, 15 arkadaşı oluşturmayı da böyle bir çabayla yarattı. PKK’nin grubu da böyle oluştu, Kürdistan’a taşırılması da böyle gerçekleşti, partileşmeye adım atış da böyle oldu. Daha sözlü propaganda yaptığı bir süreçte 18 Mayıs 1977’de Antep’te Haki Karer gibi grubun öncü militanlarından birisinin planlı, bilinçli, örgütlü katliamıyla karşılaştı. Yani Kızıldere’de, Mamak’ta, Amed’de işkencede katliam yaşayan devrimci önderlerin bir benzerini PKK’yi oluşturan grup da yaşadı. Haki Karer örneği bunu gösteriyor.