Doğadaki en zayıf canlı olması itibarıyla insan, benini oluşturmak ve yarınlara uzanmak için toplumsallaşmaya ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyacın gelişimiyle ve ikinci bir doğa olarak insan toplumunun büyümesiyle kendi hakikatini bulma ve özgür yarınlar yaratma yolunda mücadeleler geliştirmiştir. Hiçbir mücadele bir yol belirlenmeden geliştirilemez. Öncelikli olarak girilen yolda yapılacak yolculuktur insanı başarıya veya başarısızlığa götürecek olan. Girilen yol eğer toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda ise ve bir bütün içinde yaklaşılıyorsa başarı şansı yüksek olacaktır. Kürt halk önderliği ‘anlamak özgürlüktür’ dedi. Anlamak ise bütünsel birlikteliktir. Bütünsellik olmadan içine girişilecek her türden arayış bir tıkanma ya da sapma olayının ötesine geçemeyecektir. Aksi ise; parçalı olan bir mücadele, yolunda netlik olmayan yolculuk bir tıkanma, sonuç itibarıyla başarısızlığı yaşayacaktır.
Her canlının gelişen saldırılara karşı doğal gelişen refleksler sonucunda bir savunma durumu yaşadığı bilinmektedir. Ancak insan için, toplumsal saldırılar da göz önünde bulundurulduğunda, refleks ya da güdülerle gelişecek saldırılara cevap olunamayacağı bilinmelidir. Bundan kaynaklı da insanın aklını kullanma olayı devreye germektedir. Düşünen ve düşündükleri çerçevesinde harekete geçen insan bu şekilde yol ve yöntemlerini de geliştirmekte ve doğadaki diğer canlılara oranla var olan fiziksel güçsüzlüklerini de aşmış olur.
Ancak insan ya da toplum için tehlike teşkil edenin doğada bulunan hayvanlar, bitkiler, felaketler ya da diğer canlıların olduğunu sanmıyoruz. Doğa da bir yere kadar kendisini yaşatmak için bir çaba ve etkinliğin içine girer. En küçük, en zayıf gibi görünen canlısından en büyük ve en güçlüsüne kadar yaşamın temel kuralı olarak savunmasını yapmaktadır. Bundan kaynaklı da insan için doğanın değil de; doğadan, doğal yaşamdan bir sapma olan hiyerarşik-devletçi sistemin büyük bir tehlike saçtığını görmemiz gerekir. Erkek egemenlikli sistemin kendisini yaşatmak için yapamayacağı şey yoktur. Her türlü olanağı kendi iktidarını güçlendirmek için kullanmaktadır. Bunun için de en çok insanların zihinlerine, bilinçlerine saldırılarda bulunmaktadır. Bilinci, zihniyeti, düşüncesi çökertilmiş insan ya da toplum kendi olmaktan çıkmış, sistemin çarkında bir dişli olmaktan kendini kurtaramamış insan veya toplumdur. Bilinçsiz bir toplum düşmüş bir toplumdur. Kendi gerçekliğinde uzaklaşmış bir toplum her türlü yönlendirmeye açık, duygu ve ruh dünyaları kontrol altına alınmış bir toplumdur. Ancak bilinçli bir toplum sitem tarafından geliştirilen saldırılara dur diyebilir ve sistemini kendi eliyle oluşturabilir. Sistem karşısında geliştirilecek en önemli bilinç ise meşru savunma bilincidir. Meşru savunma bilinci gelişmedikçe toplumsal yok oluşta kaçınılmaz olacaktır. Eskiden saldırılar daha çok fizikiydi ama bugün bu saldırılar daha çok düşünce ve bilinç saldırılarıdır. Buna karşı korunmak da ancak ve ancak gereken düzeyde bir bilincin, düşüncenin bireyde ve toplumda oluşturulmasıyla mümkündür.
Peki, bilince çıkarılmadığı takdirde neler olur? Önemli ve cevaplandırılması gereken bir sorudur. Öncelikli olarak bilince çıkarılmayan bir savunma olgusu, kendisiyle beraber her kesimin, özelde de iktidar odaklarının, kendi çıkarları doğrultusunda bunu kullanması olayı yaşanacaktır. Bu gün bile örneklerini Ortadoğu somutunda yaşadığımız bu durum daha da derinleşmektedir. Amerika’nın sözde ‘özgürlük, barış getireceğim’ diyerek yola koyulduğu Ortadoğu serüveninin temelinde bazı kimyasal silah tehditleri vardı. Ancak bugün çok net bir şekilde bir kez daha gördük ki, Amerika başta olmak üzere, tüm sömürgeci güçler kendi çıkarları doğrultusunda ve iktidarlarını güçlendirmek için Ortadoğu topraklarına saldırmaktadırlar. İşte bunun önlenilmesi ve kendilerininmiş gibi lanse ettikleri bazı hakların aslında halkın, toplumun kendisine ait olduğunu göstermek için meşru savunma bilincinin geliştirilmesi ve bu çerçevede bir pratiğin içinde olmak hayati önemdedir.
Kendi topraklarımızdan bir örnek verecek olursak; Türkiye devleti Batı Kürdistan’da Kürt halkının elde ettiği kazanımları kendisi için bir tehdit olarak görmektedir. Onlara göre; Kürtlerin burada haklar elde etmesi, bir statü elde etmesi yarın öbür gün kendi sınırları içerisindeki Kürtlerin de böylesi bir hak talebinde bulunacağını belirtiyorlar. Bundan kaynaklı da Kürt halkının elde ettiği bu kazanımlara müdahale etmeyi kendi varlığını, ülkesini, halkını koruma olarak lanse etmekte ve halkı buna ikna etmeye çalışmaktadır. Bunun içinde birçok senaryo üretmekte, kendisini haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım iktidar zihniyetinin yaklaşımıdır. Bu anlayış ancak meşru savunma bilincinin doğru temellerde anlaşılmasıyla aşılabilir ve iktidarın çıkarları yerine toplum çıkarları korunabilinir.
En büyük haksızlıklar, en vahşi katliamlar, zulümler, imhalar meşru savunma adı altında iktidar odakları tarafında hemen hemen her gün toplumlar üzerinde uygulanmaktadır. Bunlara karşı çıkan, bunun doğru olmadığı ve durdurulması gerektiğini söyleyenler ise susturulmak için her türlü baskı ve saldırıya maruz kalmaktadır. Bu saldırıları meşrulaştırmak için de kendisine karşı çıkanlara ‘terörist’, ‘hain’, ‘eşkıya’, ‘öteki’ vd. birçok kavramla tanımlanılmaktadır. Bu kavramların hepsi aslında hiyerarşik-devletçi sistem için söylenebilecek kavramlardır. Kapitalist sistem terörist bir sistemdir, toplumları soykırımlardan geçiren. Kapitalist sistem eşkıya bir sistemdir, halkların haklarını gasp eden. Kapitalist sistem hain bir sistemdir, her an toplumu kendi beninden uzaklaştırmak ve kendisine köle yapmak isteyen.
Kürt halkının on yıllardır Özgürlük Hareketi öncülüğünde yürüttüğü mücadeleye karşı Türk devletinin takındığı tavır yukarıda belirttiğimiz anlayıştan bağımsız değildir. Egemen sistemin Ortadoğu öncülüğüne soyunan Türk devleti Kürt halkının en meşru ve insani olan haklarını bile ellerinden almış, Kürtleri isimsiz, yurtsuz, renksiz bırakmıştır. Buna karşın Kürt halkının savunma gücü olan gerillaya karşı içine girmediği saldırı kalmamıştır. Son yıllarda da yaşandığı gibi en son teknoloji ürünü silahlarla, sorgusuz sualsiz katliamlarla, erkek-kadın, çocuk-yaşlı demeden herkesi zindanlara atmasıyla, insanlık dışı yöntemlerle ve kimyasallarla bu mücadeleyi bastırma ve bitirme çabasındadır. Bu çabalarını da ‘teröristlere, hainlere karşı savunmamı yapıyorum’ adı altında yapmaktadır. Ama var olan gerçekliğe objektif olarak baktığımızda, savunmada olanın Türk devleti değil de, Kürt halkı olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır. Ülkesi işgal edilen, dili, kültürü, renkleri yasaklanan, her türden insani hakları gasp edilen Kürt halkının kendisidir. Bunu yapan da Türk devletidir. Türk devleti şahsında egemen güçler, iktidar zihniyetidir. Halkların bir arada özgürce yaşamasına tahammül edemeyen erkek egemenlikli zihniyettir.
İşte tüm bunlar için toplumun gereken düzeyde bir meşru savunma bilincine sahip olması gerekir. Bu bilinci kendinde geliştirsin ki; kendisini Kapitalist sistem tarafından, egemen güçlerce gelişecek saldırılardan koruyabilsin. Hem fiziki hem de kültürel anlamda yarınlara özgürce ulaşmak istiyorsa bu bilincin geliştirilmesi olmazsa olmaz kabilindedir. Doğru anlaşılmayan ve bu çerçevede bir mücadelenin içine girmeyen her toplum başta kültürel olmak üzere her türlü fiziki yok oluştan kendini kurtaramayacaktır. Meşru savunmanın en temel olgusu bilinçtir. Bilinçlenmeyen insan ya da toplum yönlendirilmekten, kullanılmaktan, köleleştirilmekten kurtulamayacaktır. Gerekli bilinç sağlanıldığı derece gelebilecek saldırılar görülebilir ve bu saldırılar bertaraf edilebilir.
İçinden geçtiğimiz süreçler saldırıların en yoğun olduğu süreçlerdir. Zamanında fiziki saldırılar, köleleştirmeler çok olmuştur. Ancak bugünümüz o günlere benzemiyor. Bugün fiziki katliamlardan on kat beter saldırılar geliştirilmektedir. Fiziki katliamların yerini kültürel soykırımlar almış ve insanlar sistemin gönüllü birer kölesi olmuş durumdadır. Kimisi bunun farkında olduğu halde, özgürlükmüş gibi görenler de var. Bunun temelinde de yukarıda da belirttiğimiz üzere toplumun, insanların zihniyetleriyle, bilinçleriyle oynanılmasından kaynaklanmaktadır. Düşünceler hipotek altına alınmış ve hareket edemez hale getirilmiştir. Bu durumdan ancak doğru bir meşru savunma bilinciyle çıkılabilir. Meşru savunma olayı birilerine, bir kesime bırakılacak bir durum değildir. Her insanın doğal görevi olan, toplumun bir bütünlük içerisinde sorumluluk duygusuyla sahiplenmesi gereken bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin anlaşılması ve sahiplenilmesi gerekir. Sahiplenilmediği takdirde yine sistemin kölesi olmuş bir insan sürüsü çıkacaktır karşımıza. Sistemin her dediğini yapan, her türlü yönlendirmesine açık olan, sürekli bir yerlere bağımlı olan, kendi kendine yetemeyen kişilikler çoğalacaktır.
Bugün, her ne kadar yetersizlikleri olsa da, Kürt halkı ve özgürlük hareketi meşru savunma stratejisi temelinde mücadelesini yürütmektedir. Kürt halkının mücadelesi haklı bir mücadeledir. Haklılığı da gasp edilen haklarından, ayaklar altına alınıp çiğnenen topraklarından, yasaklanan, yaşanılması suç sayılan kültüründen gelmektedir. Kürt halkı tarihte nasıl ki olanakları, fırsatları olmasına rağmen devlet ve iktidar argümanına sarılmadıysa, bugün de bu çerçevede mücadelesini büyütmektedir. Tüm halklarla beraber, özgürce yaşamanın güzelliğini yakalamış bir halk olarak Kürt halkı özgür birliktelikten yanadır. Ancak Kürt halkının bu samimi anlayışını kullanmak ve bir zaaf olarak niteleyenlere de vereceği cevap nettir. ‘Varlığını koruma özgürlüğünü sağlama’ temelinde mücadelenin bir üst aşamaya çıktığı bu süreçler Kürt halkının haklılığı doğrultusunda, halkların özgür birlikteliğiyle sonuçlanacaktır. Ve hiç kimse bunun önünde duramayacaktır.
Özgürlük mücadelesi durmadan akan bir su gibidir. Aktıkça kendi yatağını oluşturan bir su…
Zerdeşt TOLHILDAN