HABER MERKEZİ
Kadının ekonomiden dışlanması, yaşamın temelini oluşturan bu alanın dışına atılması çeşitli aşamalarla oluşturulmuş hiyerarşik devletçi sömürü sisteminin temel nedenidir. Bugün kapitalist sistem içinde yaşayan birçok insan kölelik koşullarının dahi gerisinde yaşamasına rağmen, işini kaybederek bulunduğu konumun gerisine düşme korkusuyla, aslında işsizlik adı altında bir ölüm korkusuyla yaşamaktadır. Bu durum o insanları yaşadığı koşullar ne kadar insanlık dışı olursa olsun, o koşullara sarılmayı getirmektedir. Sınıf, devlet ve şehir gerçeğinin kadına dayattığı da aynı bu korku olmaktadır. Kadınlara kendi ekonomi dışı konumlarını kaybetme korkusu aşılanarak sistem kendini sağlama almaktadır. Adeta erkek eline bakmanın bir geçim kaynağı haline getirildiği resmi statülü bir kölelik dayatmasıyla karşı karşıyayız. Sokağa düşme korkusu yaşayan kadının ev içinde teslim alınması ve her türlü istismara açılması diyebileceğimiz bu durum kadın soyunun köleleştirilmesin de en büyük baskıyı oluşturmaktadır. Bugün az da olsa bilinçli olan anaların kız evlatlarına verdikleri en anlamlı öğüt. Mesleğiniz olsun, erkek eline bakmayın, şeklinde dillendirilendir. Ev yaşamının her şeyini oluşturmalarına rağmen ev hanımı diyerek işsizlikten daha geri bir statüyle anılmayı hak edecek ne yaptılar? Tanrıçalıktan nasıl düşürüldüler? Nasıl bu kadar ekonomi dışına atıldılar? Erkek eline bakmanın, ekonomi dışına düşmenin ölümden daha beter olduğunu tarihsel bir bellekle taşıyan ve sezgisel olarak tüm kölelik dayatmalarına rağmen bunun dışında bir düşünsel evren kurmayı başaran yaşam ustası analar, tanrıça kültürünün sürdüğünün, henüz bitirilemediğinin kanıtı değil midir?
Bu konu üzerine yoğunlaşmalarımız da güncelden tarihe uzanırsak, kadının ekonomiden dışlanmasının sebepleri olarak bazı başlıkları şöyle belirleyebiliriz:
1-Ana emeğinin değersiz görülerek kadın eksenli yaşam değerlerinin değersizleştirilmesi,
2- Kadın değerlerinin gasp edilerek yaşamın alt üst edilmesi,
3- Ekonomi kavramının çarpıtılması,
Bu belirttiğimiz başlıkları kısaca değerlendirirsek:
Ana emeğinin değersizleştirilmesi
Kadının bin bir emekle oluşturduğu yaşam yasalarının, emeklerinin kurnaz ve zalim erkek tarafından gasp edilmesi temelinde ortaya çıkan hiyerarşik-devletçi sistemin gelişmesiyle birlikte toplumsal sorunlar da baş göstermiştir. Birinci cinsel kırılma olarak da değerlendirdiğimiz bu dönem kadın emeğinin sömürüldüğü, kutsal değerlerinin elinden aldığı ve kendine ait olmanın dışına çıkarıldığı bir süreçtir. Doğal yaşam akışının tersine döndürüldüğü ve kadının kutsallarının anlamsızlaştırıldığı bir yaşamın başlangıcı böyle oluşurken, Tek tanrılı dinlere geçişle birlikte kadın açısından. İkinci cinsel kırılma yaşanmış böylece kadın özünden daha da uzaklaştırılmıştır. Kapitalist modernite sürecinde ise tam bir cinsel meta olarak ele alınmaya başlanmıştır.
Doğal yaşamın, toplumsallaşmanın, güzelliğin ve özgürlüğün simgesi kadın dört duvar arasında, erkeğinden izinsiz bir adım dahi atamayacağı işkenceli bir yaşamı kader olarak görmeye başlamıştır. Yaşamdan ve ekonomiden uzaklaştırılarak dört duvar arasına sıkıştırılan kadının, ev içinde yaptığı işlere de hiçbir değer verilmemiştir. Günün yirmi dört saatini evine ve çocuklarına adayan kadının benim diyebileceği yaşamı kalmamıştır.
Hiçbir birey (efendi, bey, patron, serf ve işçi olarak) ve devlet ekonomik eylemin aktörü olamaz. Örneğin en tarihsel-toplumsal bir kurum olan annelik işinin karşılığını hiçbir patron, bey, efendi, işçi, köylü, kentli birey ödeyemez. Çünkü annelik toplumun en zor ve gerekli eylemini, yaşamın sürdürülmesini belirliyor. Sadece çocuk doğurmaktan bahsetmek istemiyorum. Analığa bir kültür, sürekli yüreğiyle ayaklanma halinde bir olgu, zekâ yüklü eylemin sahibi olarak geniş açıdan bakıyorum. Doğru olan da budur. Peki, bu kadar zorunlu, zorlu, eylemli, yürek ve akıl dolu sürekli ayaklanma halindeki kadına ücretsiz emekçi muamelesi yapmak hangi akıl ve vicdanla bağdaşabilir? Önder Abdullah Öcalan’ın da belirttiği gibi ana emeğinin para ile ölçülemeyeceği çok nettir. Çocuğu dokuz ay karnında taşıyan, doğuran ve belli bir yaşa kadar büyüten, tüm bunları yaparken hiçbir karşılık beklemeyen bir ananın emeğinin değeri nasıl ölçülür. Ölçülse bile neye karşılık gelebilir. Sevginin, bağlılığın, aşkın değerini ölçebilir miyiz? Bir ananın çocuğuna verdiği aslında bunlardır. Kadın bedeninden yarattığı yeni canları aşk değerindeki duygularla büyüterek yaşamı yaratmaktadır.
Kadının karşılık beklemeden verdiği bu emeklerin zorunlu görevi olarak ele alınması ve saygı duyulmaması, çocuklarına harcadığı emeğinin en değerli emek olarak ele alınmaması, tüm sistemlerin yaşadığı en büyük yanılgı olmaktadır. Sıradan bir işçinin emeğinin karşılığı olurken, bu işçiyi doğuran, büyüten ananın emeğinin değer olarak görülmemesi günümüzde yaşanan ekonomik sorunların da nedenidir. Oysaki yaşamın sürdürülmesi için kadının verdiği bu emeğe en büyük değer verilmelidir. Ananın bu emeğine anlam vermeme kadar, kadını bu anlamda ücretsiz emekçi olarak görmek toplumsal sorunların da nedenidir. Kapitalist modernite kadının bu emeğini görmemekte, örneğin çalışan kadınların hamilelik süreçlerini üretimden kopuş süreçleri olarak ele almaktadır.
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi
Devam edecek…