HABER MERKEZİ
“İnsan yaşamı hakikat algısı gelişkin olanlar için tam bir mucizedir. Yaşamın kendisi büyük heyecan ve coşku kaynağıdır. Yaşamda evrenin anlamı gizlidir. Bu gizi fark ettikçe, zindanda da olsa, yaşama katlanmak diye bir sorun olmaz. Zaten zindan özgürlük içinse, orada büyüyecek olan hakikat algısıdır. Hakikat algısıyla büyüyen yaşam, en zor acıları bile mutluluğa dönüştürebilir.”(Abdullah ÖCALAN-Demokratik Toplu Manifestosu/Beşinci kitap)
Toplumsal anlamda hemen hemen her gün bazı sorunlarla karşı karşıya kalırız. Çoğu inşa edilmiş kişiliklerimizden
kaynaklanan, bu inşa edilmiş kişiliklerimizin kendisini topluma ve doğaya dayatması sonucunda gelişen sorunlar. Yaşanan her sorunun anlaşılması öncelikli meseledir. Anlaşılmayan, anlamına ulaşılmamış bir gerçekliğin doğru temellerde çözümlenmesi de beklenemez. Bu temelde toplumda yaşanan sorunların anlaşılması, çıkışı-gelişimi-şimdiki hali, var olan sorunu ortadan kaldırma ve olması gereken bir toplumsal gerçekliği oluşturma yolunda müthiş aydınlatıcı olacaktır. Bu konuda Önder Apo “Aydınlanmak, ilgili varlık konusunda hakikatle tanışmaktır” dedi. Bundan sonrasında başarı ve başarısızlık, uygulanacak yöntemlerden ve kararlı duruştan geçmektedir.
Sorun deyince, özellikle de toplumsal sorun denince ilk akla gelen, gelmesi gereken hiyerarşik-devletçi sistemin çıkışıyla beraber toplumsal yaşamımıza dayatılanlar olmaktadır. ‘Neden hiyerarşik-devletçi sistem?’ diye sorulacak olunursa, verilecek cevap çok kısa ve net olacaktır: hiyerarşik devletçi sistem toplum ve doğa karşıtı, hatta düşmanı bir sistemdir. Hiyerarşik-devletçi sistemin varlığı ancak zayıflamış, değerlerinden, ahlak ve politikasından uzaklaşmış bir toplumla-adına toplum denilirse-, insanlar yığınıyla mümkündür. Nitekim ahlaki politik topluma bakacak olursak, toplumsal anlamda, toplumu zorlayacak, kaosa sürükleyecek sorunların yaşanmadığını çok rahat görebiliriz. Toplum içinde bulunan her kesin, kadını-erkeği, genci-yaşlısı bir uyum içerisinde, toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda bir arada yaşamaktadır. Yine toplum ve doğa, karşılıklı etkileşim ve uyum içerisinde, kutsallık düzeyinde bir saygı ekseninde, bir arada bulunmaktadır. Karşılaşılan sorunlara ise ‘kendi dışında kalan doğaya zarar vermeden, topluma nasıl daha iyi bir yaşam sağlanabilir’ anlayışı üzerinden gidilir, o şekilde yaklaşılır. Çünkü her kes toplumu kendisi için varlık gerekçesi olarak görmektedir. Ki insanlığın toplumsallaşma gibi bir gerçekliğe gitmesinin temelinde her türden dış tehdide karşı bir aradalığın güzelliğine ulaşma vardır.
Yaşanan doğa katliamları ve toplumun gittikçe kendinden uzaklaşması ve bir yıkıma uğramasının temelinde özne-nesne ayrımının böylesine derinlemesine toplumun genlerine kadar işlemesi yatmaktadır. Kapitalist sistemin insanlar içerisinde böylesine kendisini içselleştirmesinde yatan neden de bundan kaynağını almaktadır. İnsan ile doğa, erkek ile kadın arasında yaşanan özne-nesne ayrımı başta olmak üzere, yaşamın tüm alanlarında gelişen bu durum yaşam gerçekliğinden uzaklaşmayı ve toplumsal gerçekliğe yabancılaşmayı getirmiştir. Böylelikle derinleşen sorunlarla, açığa çıkan kaoslar ve her an daha beter bir şekilde bataklıklarda debelenen toplumsal yaşam açığa çıkmaktadır. Bundan kaynaklı olsa gerek ki; Önder Apo “Özne-nesne sorunu aşılmadığı takdirde, özgür insanın oluşturulması da mümkün olmayacaktır” dedi. Özgürlük temelinde oluşturulmamış kişilikler ise, özgürlükten, özgür yaşamdan uzak toplum ve doğa demek olacaktır. Bu temelde hiyerarşik-devletçi sistemin temel araçlarından olan özne-nesne ayrımının ne derece doğaya, topluma, insana zarar verdiğini anlamamız gerekir.
Hiyerarşik-devletçi sistemin tek ihtiyacı kölelerdir. Bundan kaynaklı da insanı her türden toplumsal bağlardan kopararak, sözde özgürlük ve güzel yaşam vaatleriyle kandırmakta ve kendisine bağlamaktadır. Kapitalizmin şekilde kalan güzellik olgusu ve ‘özgürlük’ yaklaşımı insanı en berbat ve köle yaşayışlara itmekten öteye gitmez. Bu gerçekliği günümüz dünyasında insanın düştüğü durumdan çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Kendi toplumsal gerçekliğinden uzaklaşmış, yabancılaşmış hatta ters düşmüş insanların içinde bulunduğu durum orta çağ döneminde yaşanan köle yaşamından daha ağır ve tüketir düzeydedir. Böylesi insanların temel düşüncesi günlük olarak karınlarını doyurmaktır. Zaten dünden kopmuş halde yaşamaktalar, yarınlara dönük ise bir amaç, hedef yoktur. Kapitalizmin en temel özelliği de insanları amaçsız, hedefsiz bırakmaktır. Dünden kopuk, yarından habersiz-sahte ve şekilsiz hayallerden öte-, bu günle daha doğrusu anla sınırlı kalmış kişiliklerdir oluşturulan. Aslında her şeyi kendisiyle sınırlı gören kapitalist sistem, bu şekilde ‘geleceğinizi de ben kurarım, her türden ihtiyacınızı ben gideririm’ demektedir. Ancak açığa çıkan tam tersi bir durum olmaktadır. İnsanlara bir gelecek oluşturmaktan çok, insanların var olan yaşamını da alt üst etmekte, kendi denetimine almakta, kendisine muhtaç hale getirmekte ve kendisi olmadan insanların bir adım bile atamayacağına inandırmaktadır.
Şunu çok iyi bilmemiz gerekir ki; insan kötü değildir. Kötü ve hastalıklı olan, insanı insan olmaktan çıkaran hiyerarşik-devletçi sistemin ta kendisidir. Nasıl ki, insanlar bir zamanlar kendi öz değerlerinden kopup, sistemin çıkarları doğrultusunda, bilinçli veya bilinçsiz, bir uğraş içerisine girdilerse, onları girdikleri bu bataklıktan kurtarmak ve umulan özgür yarınlara ulaştırmak da biz insanların, özellikle de özgür yaşamın farkındalığına ve güzelliğine ulaşmış insanların en temel görevi olmaktadır. Hiçbir şey kendiliğinden gelişmez. Bir etki sonucunda, gelişen tepkilerdir insanı, toplumu, doğayı bir düzeye getiren.
Önder Apo ve PKK bunun sonucudur. Kürt halkına, Kürt halkı şahsında tüm insanlığa dayatılan köle yaşama dur demenin en somut ifadesidir. Önder Apo daha en başından, çocukluk yıllarını da kapsayan, içine girdiği arayışların temeline hiyerarşik-devletçi sistemin toplumu, doğayı ve insanı düşürdüğü durumun yanlışlığını koymaktadır. Bir şeylerin yanlış gittiğinin farkında olan Önder Apo, var olan yanlışlıkları bilince çıkarmış ve bu temelde mücadele içerisine girmiştir. PKK hareketi bu arayışların şekil bulmuş halidir. Önder Apo, PKK hareketiyle hiyerarşik-devletçi sistemin, bu gün kapitalizm eliyle topluma uyguladığı her türden uygulamayı bertaraf etmek ve yaşanılır bir dünya oluşturma, insanlığın bir arada, doğayla barışık bir şekilde yaşama imkanını yaratma amacıyla bu yola koyuldu. Bundan kaynaklı toplumsal hakikati tanımlamayı gerekli gördü ve tolumun tarihinden koparılamayacağını belirtti. Tarihten koparılmış bir toplum, kendi gerçekliğinden, hakikatinden koparılmış toplum demektir. Kürt Özgürlük Mücadelesi bünyesinde yürütülen insanlık savaşı, ‘nasıl daha iyi bir dünya oluşturulur?’ konumuna gelmiştir. Yaşanan toplumsal sorunlara da bu temelde cevap aramaktadır.
Toplumda yaşanan sorunların geniş bir dökümünü yapan Önder Apo; çözüm koşullarını da bizlere sunmuştur. Bundan sonrası bizim elimizde. Ya kulaklarımızı kapatıp hiçbir şey duymayacağız, gözlerimizi kapatıp hiçbir şey görmeyeceğiz, sesimizi soluğumuzu kesip hiçbir şey bilmiyoruz diyeceğiz ya da görüyorum, duyuyorum, biliyorum ve bu doğrultuda onurlu bir mücadelenin, özlü bir yaşamın sahibi olmak istiyorum diyeceğiz. Mücadelenin öncelikli gereği ise; kapitalist sistemin bizde inşa ettiği hastalıklı kişiliklerimizle yüzleşmek ve kapitalist sistemden hesap sormak olacaktır. Dediğimiz gibi Önder Apo çocukluğunda bu yana, hep kişiliğiyle bir mücadele içerisinde olmuştur. Daha doğrusu inşa edilmiş kişiliğiyle. Ve Önder Apo kendisi bu kişilikten arındırarak, özgür yaşamın güzelliğine ulaşmış hale getirdi. İmralı koşullarında çıkarmış olduğu savunmalarıyla bize de öncülük etmektedir.
Son olarak Önder Apo’nun 14 yılı aşkın bir süredir, en zor koşullarda tüm insanlık alemine armağan ettiği ‘Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun beşinci kitabı olan ‘Soykırım Kıskacında Kürtler Ve Demokratik Ulus Çözümü’ kitabından bir alıntıyla bitirmek istiyoruz.
“Bir insanın yaşamında, yaşadığı gerçekliklerin hakikatine varmaktan daha değerli bir şey olamaz. Hakikat arayışçılığı en değerli insan faaliyetidir. Hakikat ise uğruna büyük mücadele verilmeksizin varılacak bir hedef değildir. Hakikat gerçek olmayıp, gerçeğin bilince varmış halidir. Hakikatsiz gerçek, uyuyan gerçekliktir. Uyuyan gerçekliğin sorunu yoktur. Hakikat uykudaki gerçekliğin uyandırılmış halidir. Kürtlere ilişkin uyku hali o denli derin ve ölüme yakındı ki, hakikati uğruna savaşın çok karmaşık ve zorlu geçeceği açıktı. Otuz beş yıl önceki halimden sonra Kürt halkının hakikatine yönelmek (İmralı Cezaevi’nin tüm ağır koşullarına rağmen, tutku ve heyecanımdan hiçbir şey kaybetmediğim gibi) Kürtlerin uygarlığın şafak vaktindeki aydınlatıcı rollerinden daha anlamlı bir bahara ışık tutar gibidir. Bunun romantik bir bakış olduğunun farkındayım. Romantik bakış herhalde ironik bakışın umut vaat etmeyen hakikat küllerinden çok daha taze hakikat filizlerine bir davet, bir çağrıdır. Kürt gerçeği ve sorununa ilişkin hakikatler, özgürlük umutlarının ilk defa gerçekleştiğine tanıklık etmektedir.”(Abdullah ÖCALAN-Demokratik Uygarlık Manifestosu/Beşinci kitap)