HABER MERKEZİ
Kürdistan ve Türkiye kentlerinde karşılanan 2019 yılının 1 Mayıs’ı beraberinde yeni tartışmalara ve bugüne kadar yürütülen mücadele içerisinde üzerinde durulan bazı öğelerin daha belirgin bir hale gelmesine neden oldu. Burada birçoğumuzun yaptığı gibi, bunların hepsini arka arkaya sıralayarak ifadelendirmek ve analizlere tabii tutmakta mümkündür. Bunlar gerekli ve önemli olan hususladır da. O nedenle de “bunlara gerek var mı” gibisinden sorular sorularak herhangi bir yorum ve değerlendirmede bulunmakta doğru olmaz. Fakat böyle de olsa bunlar içerisinde -herkes takdir eder ki- en belirgin olanın meydanlara çıkan “Anneler” olduğunun, bir o kadar açık ve net olduğunu da belirtmek gerekmektedir.
Aslında Anneler meydanlara yeni çıkmadılar. Belirli bir tarihsel geçmişleri vardır ve yıllardır da Beyaz Tülbentleri ile meydanlardadırlar. Gösteriler yapmışlar, özel-kirli savaşın ortaya çıkardığı sonuçlar ve vahşet karşısında bugüne kadar olması gereken en doğru tutumun sahibi olmuşlardır. Bunu gerçekleştirirken de, devletin polisi, görevlileri, ajanları ve işbirlikçileri tarafından itilip- kakılmışlar, gözaltılara alınmışlar, taciz edilmişler, zindanlara alınmışlar ve haklarında ağır hapis cezası istemiyle davalar açılmıştır. Fakat buna rağmen hiçbir güç onları meydanlardan çekememiştir.
2019 yılının 1 Mayıs’ında da böyle olmuştur. Anneler, bir sembol haline gelmiş olan Beyaz Tülbentlerini takarak meydanlara çıkmışlardır. TC devletinin polisinin, görevlilerin, ajan ve işbirlikçilerinin engelleme çabalarına rağmen meydanlara kendi renklerini vermişlerdir. 1 Mayıs günü Önder Apo üzerinde uygulanan mutlak tecride karşı Leyla Güven’in öncülüğünde devam eden Süresiz Açlık Grevi Direnişi (SAGD) içerisinde yer alanlara ve onların annelerine yakınlarına TC devletinin katliamcı politikaları ile polis coplarla, gaz bombalarıyla saldırılar gerçekleştirmiş, hakaret etmiştir.
Annelerin tüm bunlara karşı aldığı tutum ve tavır aynı zamanda tarihsel bir anlam ifade etmiştir. Bu yönüyle de sadece, TC devletinin polis ve görevlilerinin o anki saldırıları karşısında gösterilen bir tepki olmanın ötesine geçmiştir. Anneler kendilerine karşı gerçekleştirilen bu saldırılar karşısında geri çekilmemişlerdir. Onurlu duruşları ile karşı bir yaklaşım içerisinde olmuşlardır. Ve bunu da tüm annelere gerçekleşecek olan emeğin günü 1 Mayıs gösterilerinde “Beyaz Tülbendini al da gel” diyerek, meydanlara çıkılması çağrısına dönüştürmüşlerdir. Aslında 2019 yılının 1 Mayıs’ında en çok görülmesi ve üzerinde sonuçlar çıkarılması gereken de annelerin yapmış oldukları bu çağrıya başta işçiler, emekçiler olmak üzere tüm toplumun vermiş olduğu yanıt olmuştur.
Çok açık bir şekilde belirtmek gerekmektedir ki, annelerin sergiledikleri bu tutum, toplum tarafından kabul görmüştür. Bu anlamda Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğüne en ciddi darbelerden birini vurmuş ve hiçbir şekilde engellenemez olan bir karşı koyuşu açığa çıkarmıştır. Sadece bununla da kalmayarak nasır bağlayan yüreklere, duymak istemeyen kulaklara “artık yeter” diyen bir çağrı olmuştur. 2019 yılının 1 Mayıs’ında da meydanlarda bu çağrı karşılığını bulmuştur.
Leyla Güven’in öncülük ettiği Süresiz Açlık Grevi Direnişi altıncı ayını doldurmuştur ve bu süreçte şahadetler yaşanmıştır. Gelinen aşamada 30 Nisan 2019 gününden itibaren PKK ve PAJK’lı on beş tutsak tarafından eylemleri Ölüm Orucuna dönüştürülerek, yeni bir boyut kazandırılmıştır. Geride kalan bu altı ay içerisinde Erdoğan-Bahçeli faşist diktatörlüğü; ağır baskı, yasaklama, insanlık düşmanı, sadist saldırı ve engellemelerle sanki böyle bir direniş yokmuşçasına bir tutum içerisine girmiştir. Hatta bununla da yetinmemiştir. Yalaka, yandaş basın-yayın organlarında hiçbir şekilde haber konusu bile yapılmadığı gibi, Kürdistan ve Türkiye toplumları ile uluslararası kamuoyunun tepki göstermesinin de önüne geçilmeye çalışmıştır. Geçici ve bir süreliğine de olsa bunda belirli bir sonuç da elde etmişlerdir. Ancak gelinen aşamada bunu kaybetmişlerdir. Artık geriye doğru saymaya başlamışlardır. Bunu sağlayanda SAG ve Ölüm Orucu Direnişçileri ve zindanların önünde evlatlarına sahip çıkan anneler olmuştur.
Anneler zindanların önünde kendilerine coplarla, gaz bombalarıyla saldıran, gözaltına almak isteyen, yumruk savuran, taciz eden, TC devletinin polislerine, görevlilerine “Biz Anneyiz” diyerek cevap vermişlerdir. Bu şekilde zindanlarda direnen evlatları önünde kendilerini siper etmişlerdir.
12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesinden sonrasında da böyle olmuştu. O günün zor koşullarında sayıları çok az da olsa zindanların, mahkemelerin önünde direnerek evlatlarına sahip çıkmışlardı. Sonra sayıları çoğalmış ve faşizme karşı yaşanacak olan toplumsal karşı koyuşun, direnişin öncü adımlarını atmışlardı. Neredeyse dünyanın her yerinde faşist diktatörlükleri, sömürgeci soykırımcı özel savaş rejimlerine karşı yaşanan/görülen annelerin bu öncü, örnek tutumunun Kürdistan ve Türkiye’de temsilini gerçekleştirmişlerdi. Şimdi de bu tutumda ısrarlarını korumaktadırlar. Bugüne kadar olduğu gibi evlatlarına sahip çıkmaktadırlar. Kar-kış demeden, yağmura, soğuğa aldırmadan, TC devletinin polisleri, görevlileri ve işbirlikçi ajanlarının, psikolojik savaş yürütücülerinin baskı ve tehditlerine boyun eğmemektedirler. Hangi türden olursa olsun; yıldırma, engelleme vb. faşist ve insanlık düşmanı yönelimlerine bakmadan, onlar karşısında yılmadan, zindanların, mahkemelerin önünde beklemekte ve bulundukları her yerde direnişlerine devam etmektedirler.
2019 yılının 1 Mayıs’ında anneler direnişlerini toplumsal bir tepki ve karşı koyuşa dönüştürmüşlerdir. Aslında 2019 yılının 1 Mayıs’ından çıkarılması gereken en önemli sonuç bu gerçekliktir. Sözün bittiği yerde, anneler çağrı yapmanın da ötesine geçerek, meydanlara çıkarak “Biz Varız” demiştir.
AKP-MHP faşist diktatörlüğü de bu gerçekliği görmektedir. Annelerin meydanlara çıkmasının kendileri için nasıl bir sonuç yaratacağının ve iktidarlarını tehlikeye sokacak olan güçlü bir toplumsal hareketlenmenin oluşabileceğinin farkına varmışlardır. Bundan da derin bir korkuya kapılmışlardır. Bunun bir sonucu olarak da şimdi bunu nasıl engelleyebileceklerinin arayışı içerisine girmişlerdir. Böylesi bir gerçeklik içerisinde de sekiz yılı aşkın bir süredir görüşmelerini engelledikleri avukatlarının Önder Apo’nun yanına gitmesi önünde “bir engel kalmadığını” açıklama ihtiyacını duymuşlardır.
Elbette iki avukatının, Önder Apo ile görüştürülmesi, altıncı ayını dolduran SAG’ın ve Annelerin meydanlara çıkmasının neden olduğu bir sonuçtur. Bu anlamda bir kazanım ve AKP-MHP faşizminin geriye doğru atmış olduğu bir adımdır ve bu böyle de görülmelidir. Ancak bu böyledir denilerek de sorunun çözüme doğru gittiği gibi bir beklenti ve yanılgı içerisine de girilmemelidir. Aksine Önder Apo üzerindeki mutlak tecridin devam ettiği ve Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan ve 30 Nisan’dan itibaren PKK ile PAJK’lı tutsak tarafından Ölüm Orucuna dönüştürülen, Süresiz Açlık Grevi Direnişinin başlamasına neden olan gerekçe varlığını korumakta olduğunun bilinciyle hareket edilebilmelidir.
2019 yılının 1 Mayıs’ından öncelikle çıkarılması gereken sonuç budur. “Evladım direnenler arasında” diyen annelerin gözlerinde beliren ışığın aydınlattığı yolda kararlı bir yürüyüşün sahibi olunması ve onlara layık birer evlatlar haline gelinmesidir.