HABER MERKEZİ
31 mart yerel seçimlerinden sonra Türkiye’de sessiz sedasız devam eden bazen de etrafında hür gür çıkarılan iki önemli gelişme yaşanıyor. Kimsenin dikkatini çekmediğinden değil, tartışılmak istenmediğinden kimse üzerinde fazla durmak istemiyor. Bu iki gelişmeden birincisi seçimlerden sonra bir yerlerden gelen talimat ile birden PKK ile savaşta öldürülen asker cenazelerinin basına verilmesidir. İkincisi ise Erdoğan ailesinin yönetiminde olan Başakşehir futbol takımının seçimlerden hemen sonra üst üste aldığı yenilgiler ve beraberlikler ile puan kaybedip liderlikten düşmesidir.
Türk devleti Kürtlerle savaşını özel savaş yöntemleri ile çok kirli yöntemlerle sürdürüyor. Bu kirli yöntemlerden biri de bu savaşta yaşanan kayıplara dönük uygulamalardır. Örneğin kirli Türk devletinin katil, insanlıktan nasibini almamış çoğu da yetiştirme yurtlarından çıkarılmış toplumda genelde ‘piç’ olarak bilinen asker ve subayları zaman zaman gerilla cenazelerini teşhir eder. Cenazelere hakaret ederler. Böylece Kürtlerin ve gerillanın psikolojisini bozmaya çalışırlar. Öldürülen asker cenazelerini ise devlet siyasi ortama, yaptığı askeri ve siyasi planlamalarına göre sayılarını verir. Bazen de hiç vermez. Kimi zaman da cenazeler üzerinden öyle bir mağduriyet yaratır ki bununla milliyetçiliği, ırkçılığı ve Kürt düşmanlığını Türk toplumu içinde yayar. Sanki Türk devleti işgalci, soykırımcı, değil de Kürtler başka bir coğrafyadan gelip ülkelerini işgal etmiş, maddi ve manevi değerlerine el uzatmış gibi bir dil de sıkça kullanılır.
Burada dikkat çekmek istediğimiz konu, az son üç yıldır ölülerini vermeyen TC’nin neden birden bire ve 31 mart yerel seçimlerinden hemen sonra hem Bakur hem de Rojava Kürdistan’ındaki ölülerini vermeye başladığıdır. Üstelik bu ölü kaldırma törenlerinden birinde ana muhalefet liderini linç etme saldırısını organize ettiğidir.
TC’yi tanıdığımız kadarıyla Kürtlerle savaşında ölülerini vermesinin bir kaç sebebi vardır; Bunlardan birincisi Rojava ve kuzey doğu Suriye topraklarına olası yeni bir işgal hareketinin planlanmış olduğudur. Ölülerini vermekle, milliyetçi Türkleri işgal savaşına götürmek, sıradan apolitik insanları pasif destek vermek, sol, demokrat, demokratik İslami kesimleri de susturmak amaçlanmaktadır. İkinci nedeni ise, devletin kendi içindeki çok derin kriz ve klikler arası çatışmanın geldiği düzeyinin deşifre olmaya başlamasıdır. ‘Artık savaşamayız, Kürtlerle savaş bize kaybettiriyor, Kürtlerle savaşın altından kalkamayız’ minvalinde düşünen, yüksek olasılıkla Gülen cemaati yaftasıyla kafile kafile tutuklanan bu asker ve bürokratlara karşı, ‘son terörist de imha edilene kadar Kürtlerle savaşımız sürmelidir’, Rojava kast edilerek ‘güney sınırımızda bir terör koridoru açılıyor, buna asla izin vermeyiz’ diyen milliyetçi, ırkçı, Avrasyacı olarak bilinen ve Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesinden yana olanların bir biriyle mücadelesinde Kürt düşmanı kesim asker ölülerini vererek görece ılımlı ve batıcı olan kesimi bastırmaya, bu bastırma işinde sürüleştirilmiş kesimleri linç için canlı tutmaya çalışıyorlar.
Şimdi gelelim Başakşehir futbol takımının tüm bu gelişmelerle bağına. Bu takım Erdoğan ailesinindir. Aile derken sadece Emine hanım, Sümeyye, Bilal’ı ve dünür Albayrakları kast etmiyoruz. İstanbul büyükşehir belediyesinin mali belgelerinde de açığa çıktığı gibi sürü kadar cemaat, tarikat, vakıf yanında ihalelerle beslenen onca şirketten oluşan on binlerce kişiyi kast ediyoruz. İşte Başakşehir futbol takımı da Erdoğan’ın sık sık dillendirdiği ‘dava’nın oluşturduğu ‘ailenin’ bir üyesidir. Bu tür kurumlar kitle devşirme, devşirilmiş kitlenin canlı tutulması, kara para aklama bankaları gibi çalıştırılır. İşte bu takım da seçimlerden hemen sonra Göztepe takımına yenildi. Ardından beraberlikler aldı. Yükselişe geçen ise Galatasaray oldu. Ve 22 haftanın ardından lider koltuğuna yerleşti. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de spor ama özelikle de futbol siyasetin bir ayağıdır. Zaten Erdoğan çok açık bir biçimde ligin birinci yarısında Başakşehir’i Galatasaray karşısında tuttu. Ve kazanması için talimat verdi. Ve Başakşehir kazanmıştı. Ama 31 mart yerel seçimlerinden sonra sürekli kazanan bu takım birden yenilgi ve beraberliklere tosladı. Bu takımın son durumu şimdiye kadar elde ettiği puanların bir kısmının hakemlerin ve federasyonun verdiği destek sayesinde kazanıldığını gösteriyor. Galatasaray teknik direktörü olan Fatih Terim’in Soyolu ile aynı ekipten olduklarını da hatırlatmalıyım. Demek ki devlet bürokrasinden bir kesim ‘dava ailesi’ni terk etmiştir. Ya da Erdoğan aileden bazılarına başınızın çaresine bakın dedi. Tam bu süreç içinde kimi cemaatler CHP içindeki sol ve demokrat olan yereldeki yönetim üyelerini tehdit etmeye başladı. Deme ki ‘dava ailesi’ içinde çok ciddi çelişkiler, çıkar savaşları başlamıştır.
Açlık grevi direnişi Türk devletini çok fena sıkıştırmıştır. Seçimlerde HDP strateji faşist bloğa kaybettirdi. Hem asker cenazelerini basına verme hem de ‘dava ailesi’ içindeki çatışmalar bu yenilginin eseridir. Daha doğrusu sonuçlarından biridir. Ve ilginçtir seçimlerden sonra Davutoğlu da ‘AKP ‘yi bana verin 2002 çizgisine getireyim’ manifestosunu yayınladı.
Sonuç olarak belirtirsek;
1. Devlet içinde siyasi yüzünü MHP, Aydınlıkçılar ve bir kesim ulusalcı CHP’liler olarak gördüğümüz Avrasyacı kanaat ile siyasi yüzü CHP’nin demokrat liberal kanattı olan batıcılar arasında çok ciddi bir mücadele vardır. İstanbul seçimleri de bu çatışmanın bir parçasıdır. Kimin etkili olduğunu birlikte göreceğiz.
2. AKP ve Erdoğan devlet içindeki kanatların dayanak yapıp kullandığı kesimdir. AKP’deki bir kesim ve Erdoğan çıkarcıdırlar. Güçleri olmadığı için kullanılan durumdadırlar. Daha önce cemaat ile Ergenekoncular arasında gidip geldiği gibi kim kazanırsa ondan yana olacaklar. Ya da çıkarlarını kimde görürlerse onları destekleyecekler, onların kazanması için çalışacaklar. Şimdilik MHP ve diğer faşist ırkçı kesimin yanında duruyorlar.
3. Devlet içindeki kanatların AKP tabanı olarak devşirilmiş kitleye ihtiyacı vardır. Bu tabanın diri tutulması gerektiği için Davutoğlu’na bir görev verilmiştir. Davutoğlu ile AKP, MHP ile değil CHP ile çalışmak isteyecektir. Yani Erdoğan ile AKP ilkesiz ve çıkar peşinde olduğu için bir o yan bir bu yana dönüyor. Ancak Davutoğlu ile AKP daha ilkeli ve CHP ile ortak çalışa bilir. AKP içinde bir de bu kavganın olduğu görülüyor. Dolayısıyla dış güçler değil TC devleti istediğinde AKP yeni bir sürece girecektir. Gül ve diğer kovulmuşlara değil bu görevin Davutoğlu’na verildiği görülüyor.
4. Bu sürecin en tehlikeli ekibi Hulusi Akar ve Süleyman Soylu’nunda içinde yer aldığı ekiptir. Bunun için ölü asker cenazelerini basına verip propaganda eden bu iki kişidir. Bu ikisinin görevi şimdilerde cenaze kaldırmak olmuştur. Çubuk’daki linç girişimi bir savaştı. Hatta darbedir. Dikkat ettiyseniz asker cenazelerine Erdoğan eskisi gibi ilgi göstermiyor. Bu da dikkat çeken bir gelişmedir. Erdoğan bu ikisinden kurtulmak istiyor ama çok da korkuyor. Biri askere biri polise talimat verdikleri için Erdoğan’a darbe yapıyorlar. İkincisi son dönemlerde asker içinde çok yoğun tutuklamalar var. Tutuklananların çoğunun batıcı askerler olması yüksek olasılıktır.
5. Devletin içi Kürt sorunundan ötürü kaynıyor. Batıcılar daha farklı yöntemlerle PKK ile mücadele etmek istiyor. Avrasyacı kanat ki hükümetteki temsilcileri Akar ve Soylu’durlar bunlar şiddet ve soykırımla bu işi yapmak istiyor. Yakında Kürt sorunu etrafında çok yeni şeyler gündeme gelirse hiç şaşırmayın. Tıpkı sayın Öcalan’ın yaptığı açıklamada belirttikleri gibi. Ancak bu yeni gelişmeler eskisinden daha tehlikeli sonuçlara da yol açabilir. Hele ki PKK ve legal siyaset yanlışlar yaparsa. Çünkü bu defa devletin bir kanatdı yok olup gidecek. Bu da şimdiye kadar gündeme gelmemiş, yapılmamış saldırganlıklara başvurabileceklerini gösteriyor. temel sorun Kürt sorunu olduğu için tehlike ile karşı karşıya olanlarda Kürtler olacaktır.
6. Kürtler ve PKK için Türk devleti her yönüyle nettir. Önder Öcalan İmralı’da tutulduğu sürece her zaman Kürtler için soykırım tehlikesi vardır. Mesele tecridin kaldırılması ile de sınırlı değildir. Yani Öcalan İmralı’da tutulduğu müddetçe ister her gün ailesi, avukatları gitsin gelsin. Hatta Öcalan PKK yönetimiyle teknik üzeri canlı görüşsün fark etmiyor. İmralı’da olması rehin tutulmasıdır. Türk devleti anayasasını değiştirmedikçe, anayasada Kürt halkı var demedikçe, diğer hukuki mevzuatları buna göre değiştirmediği müddetçe TC Kürt soykırımcısıdır. Fırsat bulduğunda fiziki ve aralıksız kültürel soykırım yapmaya devam edecektir.
7. Sayın Öcalan’ın avukatlarının yaptığı son açıklamalarından da hareketle bu süreçte en önemli ve süreci belirleyecek olgulardan biri de HDP ve Bakur-Türkiye eki diğer Kürt siyasi ve çalışanlarının kendilerini kandırmamasıdır. HDP’nin zaman zaman kendini kandırmaya MİT propagandalarına aldanamaya açık olduğunu geçmişte gördük. Kürt sorunun çözümü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen, biri için sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü bu işin besmelesidir. Yani Türk anayasası değişmediği müddetçe TC’nin katliamcı TC olduğunu unutan, bu değişimin de mücadele ile gerçekleşeceğine inanmayan biri sadece yanlış yapmıyor niyeti de kötüdür demek gerekiyor.
8. Her şeyi mücadele, direniş belirliyor. Nihayete de direnişle varılacak. Kürtler kendini aldatmamalıdır. Rojava kendini aldatmamalıdır. Rojava ile Bakur aynı düşmana karşı direniyor. Suriye rejimi Rojava güçleri için siyasi bir taraftır. Düşman ise Türklerdir. Rojava da bunu unutursa kaybeder. Rojava yönetimi dolaylı ya da doğrudan TC ile görüşmeler yaparak bir şey elde edemez. TC ile görüşmelerde Kürtler kazanmak istiyorsa tek müzakerecilerinin Abdullah Öcalan’ olduğunu bilmek zorundadır.
Mehmet GÖREN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi