HABER MERKEZİ
Bilindiği gibi yüz seksen gün önce Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki ağır tecride karşı Leyla Güven öncülüğünde başlayan ve dalga dalga yayılan açlık grevleriyle sessizlik yerini eylemselliklere bıraktı. Uzun bir süreyi ardında bırakan eylemler zamana yayılmakla birlikle bir gerçeği de kendisiyle açığa çıkarmaktadır. Açlık grevleri Türkiye toplumunun geldiği noktayı da gözler önüne sermektedir. Açlık grevleri bir nevi bize toplumun kimler ve kimlerin aklıyla ve hangi zihniyetin işin başında olduğunu ayenbeyan kanıtlıyor. Pratik zihniyetten ayrı ele alına bilinir mi? Bu mümkün mü? Asla mümkün değil, tarihsel diyalektiğin insanlığın akışına ters bir durum.
Evrenin yaratılışından bu güne uzanan hikayesinden de biliyoruz ki; Kabil’in kardeşi Habil’i öldürdüğü gün Kabil’in soyu insanlık ailesinde kara bir leke olarak zihinlerde hep canlı kalacaktı. İnsanlık hikayesinde insan hiç bu kadar başkalaşmamış ve yoldan çıkmamıştı. Çünkü insan ilk defa bir can alacak ve insanlığın ileriki safhalarında bunu emsal alıp gelecekti. Beni bu uzun yolculuğa ve bu cümleleri yazmaya iten şeyin aslında bundan bir kaç gün önce Kocaeli Gebze Cezaevi’nin önünde yaşanan olayın zihnimde bir türlü sakinleşmemesi neden oluyordu. Yoksa Kabil ve Habil’e kadar uzanan hikayeyi zikir etmemin bir nedeni olamaz. Tarihin ilk katilinden söz etmek bile insanda bir ürperti yaratıyor, bir his uyandırıyor. Olamaz? Nasıl olabilir? Dedirtiyor. Ama ne yazık ki inanmak istemediklerinizin bir gün karşımızda filizleneceğini ve yaşadığınız topraklarda bir kere değil üstelik defalarca tekrar tekrar pratize edilmesini artık hangi lejant’a, hangi inanca, hangi dine, hangi kitapla izah edileceğini bulamıyorsunuz. Televizyon ekranında dört-beş annenin yürekleri yanıyor, ağlıyor, yüreği kızgın kor gibi sidret-ül münteha’ya yetişiyor, “oğlum içerde dirhem dirhem eriyor, bırakın sesim ona ulaşsın bari” feryat ve figanları. Ama Kabil’in soyundan bir yaratık mı, yoksa insanlıktan nasip almamış türün son neslimi bilmiyorum, annelere “dağılın” demesi ve darp ve hakaret etmesi bir oluyor. Yüreği köze dönmüş bir anneye cop ve kalkanların işlemeyeceğini ve bu müdahale ile anneleri regüle edemeyeceklerini iyi biliyor. Çünkü o annenin karşısında insan kılıklı bir emir robotu var yoksa mümkün mü bir anneyi anlamamak ya da bir insanı anlamamak, çünkü insan başkasının acısını anlayıp hissedince erdemli bir insan olabilir, ancak çirkin bağırışın işe yaramayacağını annelerin yılardır vermiş oldukları azimli mücadele ve dik duruşlarından buna şahidiz. Sen o copunla ve sana kalkan olanların gölgesinde soytarılık ve vicdansızlık yaparken, o anneler özgür iradeleri ve vicdanlarıyla orada, insanlar yaşasın diye toplum senin gibi insanlıktan çıkmışlardan kurtulsun diye yeri geldiğinde canından bile vazgeçiyor. Tabi bunlarla son bulsa yine iyi, Batman’da, Amed’de ve Türkiye’nin hemen hemen her yerin de her gün başka bir ölüm vakasıyla uyanmak giderek normalleşmekte ya da normalleştirmek gayeleri içinde birileri. Çünkü birilerinin kendisinin ve ailesinin beka sorunu olduğu için bunu bekaya çevirerek sorunu toplumsallaştırmak ve bu yolla toplumu kutuplaştırıp, tek tip bir toplum yaratma hayalleri ile yatıp kalkıyorlar, bunun için her türlü özel savaş siyaseti yürütüyorlar. Bu yazıyı yazarken o damdan içeri giren güneş ışınlarına rağmen o anneler aklıma geldikçe Mayıs ayında olmamıza rağmen hafif bir soğuk içimi kaplar, buz kesilir yüreğim. İnsan unutabilir mi o kutsal analara yapılan zulmü ve onların dik duruşlarını? Ve yüreklerinin derinliklerinde Amed semalarında yükselen o davudi sesi kendine insanım diyen insanlık ailesinden olan biri duyarsız kalabilir mi, bu yaşananlara ve yaşatılanlara? Nasıl unutulabilir ki; parkta AKP çeteleri tarafında katledilip ve hiçbir şey yokmuş gibi ailenin eline bir kâğıt parçası tutuşturularak, “yanlışlıkla vurduk” dedikleri Recep daha yirmisindeydi. Daha göz bebekleri bile ağrımamıştı Recep’in. Ya naaşları ailelerine verilmeyen gece karanlığında gizli defin edilen Zülküf, Zehra, Uğur Şakar’ı bu toplum nasıl unutabilir? Yaşatılan bu garezi hangi jargonla izzah edebilir, hangi vicdan ve ahlakta yeri var bunun? Sormak gerek, inandığınız Allah ve onun kitabında bunun yeri var mı? Peki, nasıl bu kadar gelenek ve toplumsal ahlaktan söz edilirken, nasıl duyarsız kalabiliyor insan, nasıl toplumsal ahlaktan bu kadar uzaklaşır? Hani ümmet kardeşliği, nerede Çanakkale ruhu, hani bu vatan seksen bir milyonu ile birdi, tekti ve eşitti? Nerede Sakarya millet edebiyatı yapanlar? Niye sesiniz çıkmıyor? Bu kadar mı korkaklaşıp insanlığınızdan ödün vermeye başladınız? İstediğiniz kadar korkun, istediğiniz kadar görmezden gelin, ne o annelerin çığlığı ne o parkta öldürülen Recep’in, ne de Amara’nın elleri iki yakanızdan düşmeyecek. İstediğiniz kadar barbarlaşın, çevrenizdeki bir avuç vicdansızdan başkası sizinle olmayacak, bundan emin olun. Bu toplum, bu coğrafya Nemrutları da gördü, sarhoş gezip Allah’ın Aslanı kesilen Yezid’i de gördü. Tarihte hiçbir zaman barbarlara boyun eğen mazlum görülmemiştir. Bir yerde baskı adaletsizlik varsa orda daima Ebu Müslüm Horasani, Babekler ve ardılları hep olmuştur ve bugün de halen devam etmekte. AKP ve MHP savaş bloğu kabul etse de etmese de bu bir hakikat.
AKP-MHP faşizmi 31 Mart gecesi iktidarlarının sarsıldığını çok iyi hissetti, bundan dolayı giderek vahşileşip mücrimliklerine mücrimlik eklemektedirler. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na organizeli saldırı da bu senaryonun bir parçası. Mesajları, işte bizim kriminalize ettiklerimizle saf tutup yeni kapı ruhundan uzaklaşmanın cezası kesildi Kılıçdaroğlu’na. Ezcümle Kılıçdaroğlu şahsında topluma ayar vermek amaçları yoksa, mesele orada bir kaç kişinin tepkisi değil. Ve nihayetinde saldırganlar toplumun kurtarıcıları ve yiğit evlatları oldular ilk dakikadan itibaren, sekiz yüz sözde avukat “bunlar toplumun hukukunu tesis edenler” diyerek bir at hırsızı Osman ‘dayı’ bir anda kahraman yaptılar. Çünkü bunlar köpüklü paşaların Enver paşa ve İsmet İnönü’nün torunları ve o zihniyetinin devamı. Bunları 24 Nisan 1915’te 102 yıl önceki Ermeni Soykırımından tanıyoruz, bunları Dersim’den ve Madımak’tan iyi tanıyoruz. Bu Osman dayılara toplum hiç yabancı olmadı. Ne kadar da vahşileşip zıvanadan çıksanız da, toplum üzerinde korku cendereleri yaratıp distopikleştirip homojenleştirmek ve teslim almak isteseniz de toplumun ruhuna özgürlük tohumları çoktan ekilmiş, canlarını ve hayattaki en değerlilerini bu uğurda verenleri kim bir iki tehditle teslim alabilir? Kim, bir annenin yanan yüreğinin acısını söndürebilir? Son kozlarını oynadıklarını iyi biliyorlar bundan dolayı korku etraflarını sarıyor, geceleri kâbusa dönüyor, yargılanmaktan ve halkın huzurunda can vereceklerini iyi biliyorlar, bunu bildikleri için bu kadar iğrençleşip raydan çıkıyorlar.
Süren tecrit ve devam eden açlık grevleri AKP ve MHP faşizminin beka sorununu kökten çözecektir, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Baharın ilk darbesini 31 Mart’ta yiyen dikta rejimi bu yılın son baharının onların son güzü olacağını, şimdiden kestirmek çok zor olmaz. Ee Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir.
Devrim GEWDA