HABER MERKEZİ
Biz kadınların yaratmak istediği gerçeklik ‘’Toplumsallık’’ ise neden bu kadar kılcallarla gerçeğimizi hipnoze edip özden uzaklaşıyoruz? Ya da çok iyi bildiğimiz üzere kadın toplumdan soyutlaştırılıyor ki toplum düzeni bu hale geliyor diye inletmemize rağmen neden aslı biz görmezden geliyoruz. Cinsellikle iktidar ilişkisinin nasıl toplum içinde etkili olduğu, erkeğin kadın üzerinde öldürme hakkı dahil sayısız hak sahibi olduğu, taciz ve tecavüzlerin olması ya da artması, eşitlik özgürlük adalet ahlak gibi normları ve ekonomide siyasette yani yaşamın her alanında silik olmasını uzun uzadıya aktaracağımız birçok önemli noktayı zaten biliyorsunuzdur. Peki çözüm için doğru soru nedir?
NASIL BİR YAŞAM?
Bu yaşamda kadının rolü erkeğin rolü, yaşam tarzı gibi en can alıcılı noktalara yine temelden ele alacağımız içi boşaltılmış öz kavramları yani eşitlik özgürlük vb. birçok noktaya kadar yeniden inşa ile gitmek gerekiyor. Çünkü kördüğümler aşılmadan özgürlük ve eş yaşam da gerçekleştirilemez kanısındayız. Feministlere yönelik en temel eleştirimizde bu noktadadır. Kördüğümün başladığı asıl yer kadını biyolojik olarak ele almak ve salt cins olarak algılatmaktan geçmektedir. Cinsiyet farklılığı kendi başına hiçbir toplumsal sorun nedeni olmadığı halde bu durumun sürekli dillenmesi ve bu şekilde tanımlanan bir hareketin toplumla buluşması yer alması ya da yönlendirmesi neredeyse imkansız denecek durumdadır . Varlığın ikilemli olması dışında başka tür varoluşun sağlanamayacağını mükemmel varoluş tarzının bu olduğunu yaşam döngüsüne bakmakla görülebilir aksi durum ise ikilemin iki tarafından birinde ya iyi kötü ya da güzel çirkin gibi kutuplar aranır. Oysa farklılık zorunlu farklılık olması gerektiği aynılaşan ikilemin varoluşu gerçekleştiremediği de bilinen bir reeldir. Kadın ve erkek ilişkisinin toplumsal kördüğümleri aşmak açısından ele alışı da bu yönlü olmalıdır. Kadının toplumsal yaşamdaki gücüyle ahlaklı yaşam örüleceği de bilinmesine rağmen en çok yaşamdan soyutlaştırılan biz kadınlar şah damarı konumda olduğumuzu unutmadan eşitlik özgürlük gibi yaşamsal ağları örmeliyiz aksi ise feministlerin kuru içi boş kadıncılık sloganı yaşamda kutupsallık dışında bir yol yöntem oluşturamayacağı da unutulmaz bir gerçektir. Burada kadın kendini tanımalı etkisini bilmeli ve topluma nasıl empoze edeceğini hesaba katarak işe başlaması özgür yaşam için ilk adım olacaktır.
Belki de biz kadınlarda doğru rotaya ulaşma için bazı yöntemlere ihtiyacımız vardır. İki ayrı cins olarak ele almak mı yoksa kadın etrafında şekillenen bir yaşamla mı ? Başlangıç daima yaşamı çekip çeviren de olduğu gibi kadında yani kaybettiğimiz yerde aramak ve bu şekilde geliştirmektir. Yani nereden başlamalı soruna da yaklaşımımız ‘’kaybedildiği yerde’’ olduğudur.
Toplumsallığın kurucusu olan kadının kaybedildiği uygarlık tarihini didik didik araştırmak ve ilmek ilmek örmek de yine biz kadınların birincil görevidir. Aksi takdirde cinsiyetçi toplum kadın ve erkek üzerindeki hakimiyetini inşa etmeye soluksuz devam ettiği de yaşamın her alanındaki kısıtlamalardan ket vurmalardan görülmektedir. Kadın erkek ilişkileri yeni yaşamları ne temelde gerçekleşecektir. Bu durumlar net ortaya konulmalıdır ki özgür eş yaşam sonuç alıcı olsun. Yoksa feministlerin kutuplaştırıcı ve belirli kısımları kapsayan ‘’hepçi’’den uzak toplumdan bihaber yaşam standartı sonuç alıcı olmaktan çok, yok etmeye hiçleştirmeye en önemlisi de daha derin köleliğe götürmekten öteye gitmeyeceği de yaşamlarından ilişki tarzlarından bin bir örnekle açıklanabilir. Feministlerin yaşam tarzı bedenlerinin kendine ait olduğundan ve cinsel seçimlerini özgürce yapabildiklerinden dem vururlar. Oysa kapitalizm kadınların cinselliğini bir yandan bastırırken, bir yandan da kadınları erkeklerin zevk nesneleri olarak sunması dışında…
Yaşamlarından da gördüğümüz üzere maşa işlevi dışında reklam aracı olarak da aslında kapitalizmin bir dişlisi olmaya devam edip asıl sorunlardan toplumdan çok uzak yukarılarda kalan bir seyirdedir.
Feminizmin topluma bakış açısını çocukken okuduğum belki de yaşamımı derinden etkileyen şu söze benzetiyorum: ‘Yoksula yardım etmek mi yoksa yoksulluğu ortadan kaldırmak mı?’
Hiç şüphesiz ki yaşamlarında ilişki ağlarında gördüğümüz kısa ve derinliği olmayan çözümleridir(!)Belki çoğu zaman koca koca sözler edilmesine rağmen ülkelerdeki oranlara bakmakla da bu yıkıcı sonucu görüyoruz. Feminist hareketlerin en çok geliştiği ülkelere bir göz atmak yeterli olacaktır. Kadınlara göre eşitlik politikalarının sonuçlarını fark ediyor ve ekonomik sistem karşısında uygulama kapasitesinin sınırlarını da biliyoruz. Peki toplumda kadın varlığı öncülüğü ne durumdadır diye baktığımızda aslında kadının nesneden ziyade bir anlam taşımadığını görüyoruz. Bu nedenle feminizm kapitalizmin çıkarını esas alan ekonomi anlayışı ile eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik toplum gibi sorunlara çare bulması imkansızlaşmıştır. Bir de son süreçle birlikte kapitalist ekonominin dinsel sanatsal ve kültürel yobazlıkla işbirliği yapmaktan kaçınmayışını dikkate alırsak, feminizm için yaşam felsefesini genişletmek bir yana kördüğüm olmaktan öteye gidemediği de ortadadır. Eisenstein’in meşhur nüktesiyle dile getirecek olursak feminizm “Marksizmle mutsuz evlilikten kapitalizmle tehlikeli flörte” dönüşmesi de maalesef çok bariz görülen bir durum. Bu noktada kadın için erkek için toplum için doğru çözüm özgür eş yaşam ! Bu yaşam nasıl örülecek buna ilişkin zihni değişimler irdelenmeli. Kadın bir yaşam eğitmeni olduğunu unutmadan kendisinden başlayarak erkeği ve toplumu özgür eş yaşam tarzıyla eğitmelidir.
Özgür yaşam düzeyini belirleme ilişki tarzını doğru rotaya oturtmakla geçtiğini de gözardı etmeden yaşamdaki kördüğüm çözülmelidir. İlk adım olarak zihniyet savaşımının bir bilinç ve tarihsel hafızayla ele alınması erkek egemen zihniyetle mücadeleye başlamak için kadını tanımak tanımlamak ve etki alanını bilmek kadar erkeği ve toplumu da bu yaşama dahil etmek gerekir. Öte yandan kapitalizmin çarkı olan feminizm kadının yaşam koşullarını belirtirken belirli cinsellik hakların ziyade bu güdülerle olmadan yaşayamayan ya da hanedanlığın prototipi ailelerin temel haklarından ötesini de görmelidir. Salt bir çoğalmadan ziyade tüm canlılar gibi ekolojik eş yaşamı hedef alınmalıdır. Aksi bu toplumsal örgü için bir aşağılama olmaktan öteye gidemez. Öte yandan her düzeyde toplumsal eşitlikte, ucuz ve ücretsiz işçi olmaktan hatta nesnellikten çıkma koşulları da özgür eş yaşam temelinde olmalıdır ki toplumun evrilmesi eşitlik özgürlük dahilinde olsun. Böylece kadın ve erkeklerin bu temeldeki yaşam koşulları ahlaki yapıyla örülür.
Eş yaşamın bir toplumsal inşa olduğu göz ardı edilmeden inşa edilen kadınlık erkeklik arasındaki ilişkiye vurgu yapması bu nedenledir. Yoksa kapitalist toplumun feministlere paha biçilmez diye sunduğu özel yaşam alanlarının da herhalde prangadan bir farkının olmadığı da göz ardı edilemez. Bu gerçekliği görmemek için kör olmak gerekir ki bizim de feminizme yönelik eleştirilerimizden biri de kapitalist modernite koşullarında kaybolmaları ve eş yaşam düşmanı bu uygarlık “inkar” dışında bu akımlara bir şey sunma olasılığını bile vermemesidir. Feministlerin sözüm ona şu anlık yaklaşımları kaç kadın cinayetini, tacizini-tecavüzünü ya da bir yaşamı kurtarıyor?Toplumsal dokuya ne kadar dokunuyor? Özgürlük ve eşitlik sloganlarını yorumlamak gerekirse kölece bir bağlılıktaki çırpınıştan ya da yaşamlarındaki kaos girdabından başka bir şey olmadığını kendileri de görecektir.
Bırak kadına özgür eşit bir yaşam sürdürmek feminizmin sonuç alıcı olması ancak anti-kapitalist olmakla ve cinsiyetçi yaşamı reddetmek ve aşmakla mümkündür. Şu an ki yaşam tarzı ilişki düzeyleri (!) eş yaşamı değil bağımlı bir kölelik olmaktan öteye gidemez.Ve temel adım için bu evrensel yaşamda atılacak kollektif toplumsal adımdır.
Bu adım bilimsel temelli felsefik bakış açısıyla sanatsal olmalı. İşte bu noktada eş yaşamın can damarı olan jineolojinin derinliklerine inmek gerekir. Neden jineoloji neden bir kadın bilimi soruları eminim bolca yanıt alınmıştır ancak jineolojinin ortaya çıkaracağı gerçekler sosyolojinin de birçok gerçeğini yansıtacağı da ortadadır. Yani feministlerin salt bir cins olarak ele aldığı kadın’ı biz toplumun yapıtaşı olarak ele alıp tarihin derinliklerinden izlerle işliyoruz. Böylece toplumsal olguların hepsini açığa kavuşturmuş oluyoruz.