HABER MERKEZİ
Bir türküdür gerillanın dilinde özlem
Bir halaydır gerilla yürüyüşü
Olgunlaşan aşk gibi
Meyveye duruş
Gulandır
Güllerin derilişidir Mayıs
Mayısta şiir yazılmaz, yaşanır.
Emeğin özgürleşmesi serüveninde yaşam, mücadele, şiir özdeşleşmesinin zirvede; toplumsal ve bireysel kahramanlıklarla yaşamın kavga, kavganın şiir tadında yaşandığı aydır Mayıs.
Daha ilk gününden başlayarak bir aşk ve kahramanlık şiiri gibi sözcük sözcük, dize dize örülmüştür Mayıs. Her şiirde olduğu gibi umut, sevgi, hüzün, sevinç, özveri ve acı vardır yaşananlarda, yaşanacaklarda…
Kadın-erkek, yaşlı-genç Şikagolu işçiler derilerinin rengi, etnik köken vb. suni ayrımlara takılmadan meydanlara doluştuklarında, tarihe görkemli bir giriş yapan emekçilerin öncüleri olduklarının ayırdında mıydılar?
Bu çok mu önemli? Emeğin özgürleşmesi mücadelesinin şiirselliğini doyasıya yaşayan, yaşamının öznesi olmaya soyunarak, o şiirselliği yakalayan ve yitirmeden toprağa düşenler değil miydi onlar?
Evet, onlar, emeğin özgürleşmesinin, eşitlik, kardeşlik ve barış mücadelesinin sıra neferleriydiler. Ama halkların ve emekçilerin belleklerinde yaşamakla kalmıyor, her 1 Mayısta bayrak bayrak meydanları doldurmaya devam ediyorlar. Vahşi Batı’nın efendilerince oracıkta katledilenler de; yargılanarak idama mahkum edilenler de savunmaları ve son sözleriyle, gerdeğe girercesine sehpaya çıkarken ki, duruşlarıyla insanlığın yaşayarak yazabildiği en güzel şiiri miras bıraktılar.
Şikagolu işçilerden doksan bir yıl sonra İstanbul’da Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez, Pomak, Abaza ve Gürcüsüyle Türkiyeli işçiler doldurmuşlardı Taksim meydanını. Şikagolu işçilerden sonra sekiz saatlik işgünü kazanılmıştı. Ama Türkiyeli işçilerin haykırdıkları özgürlük, eşitlik, barış ve kardeşlik sloganları aynıydı.
Gladio’nun Türkiye kolu ÖHD elemanı, kiralık katillerce çapraz ateşe tutulduklarında işçiler marş söylüyorlardı:
Günlerin bugün getirdiği
Baskı, zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez
Sömürü devam etmez
Yepyeni bir güneş doğar
Bizde ve ülkelerde
Resmi açıklamalara göre otuz dört sıra neferi düştü toprağa; en güzel şiire otuz dört dize ekleyerek:
Şişli meydanında üç kız
Biri Çiğdem, biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar
Amiyane deyişle bir halklar, kültürler ve dinler mozaiği olan Türkiye’de, oligarkların bolca “Vatan, millet, Sakarya” edebiyatı, “devleti ve milletiyle bölünmez bütünlük” nakaratıyla idam sehpaları kurarak egemenliklerini sürdürmeye çalıştıkları; salon sosyalistlerinin lafazanlık yaptıkları, kantin köşelerinden çıkmadıkları zor zamanlarda; Üç Güzel İnsan; Hüseyin, Deniz, Yusuf tam ortasındaydılar arenanın. 1972 6 Mayısının tan atımında dimdik yürürlerken idam sehpasına, Deniz’in dilinden “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesi!” diye haykırıyorlardı.
Onların yaşadıkları şiiri “Mare Nostrum”da Can Yücel yazdı:
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin
En önde göğüsledi ipi
Acıyorsam sana, anam avradım olsun
Aşk olsun sana çocuk aşk olsun!
Bu coğrafya mayıs solur, mayıs yaşar, mayısı anlatır. Yine mayısın altısı ve tan atımı… Bu coğrafyanın başka bir parçasında ve yine dimdik idam sehpasına yürüyen bir güzel insan… Bu kez işkence ile bedeni parçalanmış bir Kürt kadını ve öğretmen; Leyla Kasım çekiliyor dara; Irak BAAS rejimince. Cellat ve kurbanlar değişse de, sistem aynı, senaryo aynı ve işkenceci cellatlara karşı yaşanan suskunluğun görkemli şiiri aynı.
‘71 devrimci geleneğinin bir başka öncü ismi, bir güzel insan daha; İbrahim Kaypakkaya… Çorumlu bir Türk. Hareket noktası farklı olsa da, çizgisi ve yaşam pratiğiyle; halkların mücadele birliğinin ve kardeşliğinin savunucusu. “Ser verip sır vermeyen” bir yiğit. Kürdistan’da pratikleştirmek istiyor düşüncelerini. Dersim Vartinik’te esir düşüyor. 18 Mayıs 1973’de Diyarbakır işkence hanelerinde katılıyor Mayıs Şehitleri kervanına. Hem de yenilmez devrimci irade ürünü en güzel suskunluk şiiriyle.
Bu kez yer Ankara. Oligarşik cumhuriyetin yönetim merkezinde sessiz ve derinden bir sözleşme gerçekleşiyor halklarımızın genç öncüleri arasında. Kürt halkının APO’su ve yanı başında Türk halkının yiğit evlatları Haki KARER ile Kemal Pir. Haki KARER dillendiriyor düşüncelerini;
“Başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz. Türk halkının kurtuluşu ve özgürlüğü, Kürt halkının kurtuluşu ve özgürlüğüne bağlıdır. Sizinleyiz Abdullah arkadaş”
Kemal de katılıyor bu düşünceye. Çok geçmeden Ulusal Demokratik Mücadeleyi örgütlemek üzere Kürdistan’a geçiyorlar.
Enternasyonalist devrimciler için etnik köken, dil, kültür vb. farklılıklar halkların birliği önünde engel değil, tersine mücadele birlikteliğini güçlendiren zenginliklerdir. Haki KARER Ankara’dan çıkar. Bir süre Çukurova’da kaldıktan sonra Kürdistan’a geçer. Batman, Amed vb. yerleri gördükten sonra Antep’te örgütsel çalışmalar geliştirir.
Daha Ankara’dayken ajan-provokatörlerin dikkatini çekmiştir. Mütevazılığı, bilinç düzeyi, olgunluğu, mücadelede ısrarı ve arkadaş canlılığıyla “Kürdistan Devrimcileri” arasında haklı bir saygınlık kazanır ve grup içinde Başkan APO’nun yardımcılığı görevine resmen seçilen ilk insan olur.
Bir Türkün Kürdistan’a gelip ulusal demokratik mücadeleyi öncü düzeyde örgütleme çalışmalarını geliştirmesi, halkların gönüllü birlikteliğinden bihaber sosyal-şoven ve reformist milliyetçi gruplar tarafından yadırganır. Egemen ulus şovenizmi ile ezilen ulus milliyetçiliğinin oligarkların değirmenine su taşıdığı o yaman yıllarda, bu doğaldır da. Fakat tüm engellere rağmen Başkan APO, Haki KARER, Kemal Pir yoldaşlığında Kürt ve Türk halklarının gönüllü, özgür birliğinin temelleri atılır.
Halkların binlerce yıllık mücadeleleriyle yaratılan görkemli devrimci mirasın temeli üzerinde yepyeni bir şiir yazılmaktadır. Temel düsturları “Arkadaşıma dokunma” olan, bir grup devrimcinin, dünyaya kafa tutmasında halkların mücadele birliğinin en güzel şiiridir bu…
Türk-Kürt halklarının doğmakta olan özgür birlikteliği ürkütmektedir. Onların deyişiyle “Yılanın başı küçükken ezilmelidir” Kontr-gerilla tetikçileri ve kalemşorları birlikte saldırıya geçerler. Bunlardan biri de 1 Mayıs 1977 katliamının tetikçilerinden Alaattin KAPAN’dır…
Daha Taksim’de akan kanlar kurumadan, Antep Düztepe’de kurulur hain tuzak… Türk halkının en değerli evlatlarından Ordu/Ulubeyli Haki KARER 18 Mayıs 1977 sabahı vurulur. Hem de Alaattin Kapan tarafından. Şiir yok edilmek istenmiştir. Ama Başkan APO ve Kürdistan Devrimcileri Haki’nin payına düşeni de üstlenerek, şiiri hem yaşayıp, hem de yazmayı yaşam gerekçeleri bellerler. Devam ediyor yaşam, kavga ve şiir.
Ali Haydar Kaytan “Ben insandım” şiirinde bunu şöyle anlatır;
Yoktu hiçbir farkım diğer kullarından tanrının
Dokuz ay, on gün ana rahminde kalan,
Doğan, büyüyen, gelişen bir candım.
Hısım, akraba, kirve ile akrandım
Ben insandım.
Canım aldılar ecelsiz
Pırıl pırıl bir 18 Mayıs sabahı
Sevdalım, vebalim toprağıma uzandım.
Ben insandım.
Yokluğuma kadeh tokuşturdu
Cümle iblis takımı
Ama bilmiyorlardı ki ben,
Dağlardan, barikatlardan sömürgecilere kurşun yağdıran
Gerillanın göğsündeki nişandım.
Ben insandım.
Apocular, Haki’nin anısına bağlılıkla daha bir yüklenirler şiire. Hareket yurtsever gençlikle bütünleşip, işçisi ve köylüsüyle halka mal olmaya başlar. Kompradorlar da efendileri gibi ürkmüşlerdir ve onlarda diğerleriyle birlikte komplolarını örmeye başlamışlardır. 18-19 Mayıs 1978 gecesi Urfa’nın Hilvan ilçesinde Süleymanlar adlı eşkıya çetesi polislerle birlikte saldırıya geçerler. Yaralı esir düşen Halil ÇAVGUN işkenceyle katledilir. Kürdistan devrimcileri silahlı savunma yapmaya zorlanmaktadır.
Hilvan’da köylülerle ilişkilenmiş olan Kürdistan devrimcileri tüm haksızlıklara karşı çıkmakta, Hilvan halkıyla bütünleşerek bir şiir gibi örgütlenip; işçileri, köylüleri, kadınları mücadele eder duruma getirmektedirler. Öncülüğünü ise Hilvanlıların saygı ve sevgi ile bağlandıkları “Halil Çavuş” yani Halil ÇAVGUN yapmaktadır.
Bu coğrafyada kan hiç durmadan akıyordu. Ama bu kez akan kan özgürlük çiçeklerini suluyordu. Meşru savunma dayatılıyordu Kürdistan Devrimcilerine. Ve onlar bunu en iyi biçimde yapmayı esas alacaklardı. Tarihin garip bir cilvesi olsa gerek, Kürt işbirlikçilerinin katlettiği Kürt devrimcinin intikamını bir Türk devrimcisi alıyordu. İşbirlikçilerce katledilen Kürt halkının değerli evladı Halil Çavuş’un intikamı için ilk kurşunu enternasyonalist devrimci Kemal Pir sıkıyordu. Halkların özgür birlikteliğine giden dikenli yolda en güzel şiir yaşanıyor ve yazılıyordu.
Kürdistan Devrimcileri Haki Karer ve Halil ÇAVGUN’nun anısına bağlı kalarak partileşti. Daha bir yaygınlaştı mücadele. Yeni doğan binlerce bebeye Haki ve Halil isimleri kondu. Şiir halklaşıyor, halk kendi yaşamının şairi oluyordu.
Kürdistan’da ve Türkiye’de yaşamı, mücadeleyi ve şiiri kırmak, halklarımızın kırmaya başladıkları kölelik zincirlerini onarmak için Amerika’nın “Our Boys”ları 12 Eylül’ü gerçekleştirirler. Anadolu ve Mezopotamya halklar zindanına dönüştürülür. Yüz binler işkence tezgâhlarından geçirilir, on binler zindanlara doldurulur. Direniş şiirlerinin en görkemlileri de bu süreçte yaşanır.
Arena, Diyarbakır zindanıdır. ÖHD elemanı işkencecilerinin önüne binlerce insan atılmıştır. Benzersiz işkencelerle teslimiyet ve ihanet dayatılmaktadır.
Üç kibrit çöpüyle Mazlum Doğan yakar küllenmeye yüz tutan isyan. Mayısta Dörtler devralır ateşin bekçiliğini. Yaşam ve kavga şiarları “Teslimiyet ihanete, Direniş Zafere Götürür!”dür. En görkemli şiirin bu temelde yaşanacağını bilirler.
“Mazlum’dan önce biz ölmeliydik!” der Dörtlerin en deneyimlisi Ferhat…
“Önderlerini koruyamayan bir militanlar topluluğu olmamalı; biz devralmalıyız bayrağı” der, Mahmut. En gençleri…
“İhanete dur demek ve sömürgeciliği kendi kalesinde yenmek için Mazlum’un yaktığı ateşi gürleştirmeliyiz!” der Necmi…
“Ben sorguda tam temsil edemedim. Şimdi borcumu ödeyerek ihanete bedenimle set çekmenin zamanıdır!” der Eşref…
17 Mayısı 18 Mayısa bağlayan gece.
Sabahın 03-03, 30’u.
Tan atımına daha çok var.
Güneşi beklemeden dağıtılmalıdır karanlık.
Ve ancak bedenlerde tutuşan ateş yok edebilir bu karanlığı…
Hazırdır Dörtler insanoğlunun tanık olduğu en güzel şiiri yazmaya.
Elleri birbirlerinin omzuna kenetlenmeden önce her biri bir kibrit çakar. Ateş parladığında Dörtler halaya durmuştur artık. Dörtler ateşle yıkanmış, arınmış ve marş söyleyip, halay tutarak katılmışlardır Mayıs şehitleri kervanına. Ve tarih, onları ”Şen çocukları” olarak basmıştır bağrına.
Diyarbakır zindanında
Özgürlüğe giden yolda
Ferhat, Necmi, Eşref, Mahmut
Çıkıyorlar tabut tabut
Tarihin şen çocukları
Halkımın kahramanları
Doğanın ve toplumun tüm canlanışına, coşkusuna rağmen ağırdır Mayıs.
Ve şiir yazılmaz Mayıs’ta, yaşanır!
Yılmaz DAĞLUM