HABER MERKEZİ
Ceplerine eğilip baktım. İçinde kurutulmuş Cîlo ve Çarçella çiçekleri vardı. Her biri farklı bir yere konulmuş küçük defterinin arasına saklamıştı. Zagrosları o kadar çok seviyordu ki çiçeklerini hiç yanından ayırmıyordu. 2010 yılında Zagros’a geçtim. Çarçella, Cîlo taraflarında kaldım. Zagros diğer yerlere göre arazi yapısı, coğrafi özellikleriyle farklılık gösteriyor. Arazinin çoğunluğu da zozanlıklardan oluşan bir yerdir. Oralara ilk gittiğimde kendimi cennetteymiş gibi hissettim. Çünkü güzelliğini farklı cümlelerle anlatamıyordum. Bunun yanında koşulları oldukça zor bir alan belki bu yüzden de insan daha fazla bağlanıyor.
2011-2012 süreçleri savaşın yoğun olduğu dönemlerdi. Sadece Zagros alanı değil, tüm alanlarda oldukça yoğun bir süreç yaşanmaktaydı. Hamle sürecinde Zagros’un farklı bir misyonu vardı. Sınıra yakın olduğundan bir yanı arkadaşların elinde bir diğer yanı ise, düşman tarafından sarılmış.
2012 yılının bahar ayında hamle başlamıştı. Arkadaşlar Şıtazın eylemiyle hamleyi başlatmışlardı. Zaten o eylemle vur-kal taktiği uygulanmaya başlandı. Arkadaşlar hiçbir şekilde mevzilerini bırakmadılar. O süreçte birçok tepe bizim elimizdeydi. Geliyê Doskî denilen bir yer vardı; bizim elimizdeydi. Arkadaşlar buranın denetimini ellerine almayı başarmışlardı. Geliyê Doskî; uzun ve oldukça derin bir yerdir. Orada üç dört tane karakol bulunuyordu. Bunlar; Oramar, Şıtazın ve bunlara bağlı diğer tepelerdi. Bunları koruyan da Gever taraflarında Sineva karakoludur. Bu yerde Cîlo ve Çarçella karşı karşıyadır. Onun için düşman orada rahat hareket edemiyordu. Bu yüzden de elimizde büyük bir avantaj bulunmaktaydı.
Alanın aşağı kısımlarında mayınlama, pusulama, tepelerde ise daha çok ağır silah mevzilenmesi yapılmıştı. Yani arkadaşlar Cîlo’dan vurduklarında Çarçella’daki arkadaşalar harekete geçiyordu. Kendi tekniğine çok güvenen düşman o vadide kırılma yaşadı. Arabalar korkudan karakol taraflarına giremedikleri için askerler Oramar köyüne girip kendileri için erzak topluyordu. Kendilerine olan güvenleri de kırılmıştı. 19 Temmuz günün öncesinde bize bilgi geldi. Yaklaşık elli arabanın Sineva karakoluna girdiğini söylüyordu. Duyduğumuz bu haber üzerine belli hazırlıklarımız da oldu. Düşmana koordineli bir şekilde vurmak istedik. İlk vuran birim içerisinde heval Rojîn de yerini alıyordu. O süreçte eyalet sorumlusuydu. Heval Rojîn, eyaletteki arkadaşların hemen hemen hepsini çok yakından tanırdı. Onu anlatmakta eksiklik yaşasam da onun gibi yoldaşların dile getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gerçekten yaklaşımlarıyla farklılığını ortaya koyuyordu. Komutan olduğunu hissettirmeden önce yoldaşlığını, sıcaklığını hissettiriyordu. O yüzden arkadaşlar ona daha rahat, doğal yaklaşıyorlardı. Kendini yaşamın her alanından sorumlu görüyordu. Doğal sorumluluğunu her zaman koruyordu. Belki de küçük yaşta katılımın verdiği bir özellikti bu. Çok küçük yaşlarda savaş içerisinde yerini almış bir arkadaştı. En çok da Botan gibi savaşın yoğun olduğu bir dönemde heval Rojîn gerilla saflarında yerini almıştı. Zagros’a geldiğinde de çok farklı bir heyecanı yaşıyordu. Bu coğrafyaya farklı bir tutkusu vardı.
Heval Rojîn’in her arkadaşın yüreğinde ayrı bir yeri vardı. Herkesin yüreğine nakşetmişti sevgisini…
Her zaman birim birim arkadaşların yanına gider onlarla ilgilenirdi. Hangi konu olursa olsun onun için fark etmezdi ve arkadaşların sorunlarıyla bizzat ilgilenir çözüm üretmeye gayret gösterirdi. 2011 yılında ikinci defa Zagros’a geldiğinde onunla tanıştım. Onda ilgimi çeken en temel özellik; çok doğal olmasıydı. Doğup büyüdüğü Faraşîn’in zozanlarının etkisi de vardı o doğal kişiliğinin üzerinde. Özünü hep korumuş bir arkadaştı. Bir keresinde onu bir moralde sahneye şarkı söylemesi için davet ettik, o ise bize bir ansını anlatmaya başladı. İçinde şehit Mehmet Goyi’nin de geçtiği, biraz da komik yanlarının olduğu bir anıydı. Heval Rojîn kaygısızca her şeyi dile getiriyordu. O gün arkadaşların moraline diyecek yoktu.
Heval Şahin ve heval Fîraz; iki kopmaz bağ… Yaşamda olduğu gibi sonsuzluğa doğru yol alırken de birbirlerini yalnız bırakmadılar.
Heval Rojîn 19 Temmuz günü erkek arkadaşlardan oluşan bir birimin yanındaydı. O gün sabahtan akşama kadar keşif uçakları gezdi. Onun için biz de hiç hareket etmeden bekledik. Bir süre sonra araçlar gelmeye başlayınca ağır silahlar hemen vurmaya başladı. Cadde üzerinde konumlanmış gruplarımız da suikast silahlarıyla vurmaya başlamışlardı. Eylem başladığında heval Rojîn küçük cihaz üzerinden eylemi koordine ediyordu. Onun sesini duyduğumuzda an çok büyük bir moral aldık. Üslubu, tarzı insanı oldukça coşkulandıran, savaştıran bir özellikteydi. Bir yandan bizleri heyecanlandırırken diğer yandan da düşmanın psikolojisini alt üst ediyordu. Yoğun bir çatışmadan sonra düşman geri çekildi. Çok sayıda kayıpları olduğundan düşman artık hiçbir şekilde saldırıda bulunamadı. Karadan bir şey yapamayınca tüm tekniğiyle saldırmaya başladı. Askerler oradan çıktıktan sonra yoğun kobra ve uçak saldırıları yapıldı. Gerçekleşen bu saldırı esnasında Şahin arkadaş bacağından yaralanmıştı. Heval Şahin Rojhilatlı bir arkadaştı. Yaşı oldukça gençti. Birimdeki en genç arkadaş heval Şahin olduğundan hepimiz onu merak ediyorduk. Onun bulunduğu yerde arkadaşların cephaneleri de kalmamıştı. Yoğun çatışmadan sonra epey bir kayıp yaşanmıştı. Çatışma o gün akşama kadar devam etti.
İki keşif uçağı beraber dolaşıyordu. Heval Şahin’in olduğu birim üzerinde daha fazla yoğunluk vardı. Oradaki arkadaşlar da yerini sağlama almak için kaya altında bir yere kadar gelip beklemişlerdi. Burası daha çok piknik yeri olarak kullanılan bir yerdi. Büyük bir kaya altı bulan heval Rojîn diğer arkadaşlarla birlikte orada beklemişti. Heval Şahin de yaralı olduğundan biraz dinlenmesi gerekiyordu. Orada heval Fîraz da yerini almıştı. Heval Fîraz Serhatlı bir arkadaştı; mütevazi yaklaşımları ile bilinirdi. O da “heval, siz gidin, ben heval Şahin’i alır gelirim” diyor. Yaşamda da iki arkadaşın birbirine olan bağları çok farklıydı. Heval Fîraz’a genelde “mamoste” deniliyordu. Evdeyken de mamoste olduğu için ona öyle hitap ediliyordu. Kürtçe dilinde kendini çok geliştirmiş, hızına kimse yetişemiyordu. Edebiyata alanına da bir o kadar ilgiliydi. Bizlere hep Ahmedê Xanê’yi okumamızı tavsiye ederdi.
Yıldız’ın sorduğu ilk soru; “Arkadaşlar nerede?”
Heval Fîraz ve heval Şahin yaşamda birbirlerine ne kadar bağlılarsa şehit düşerken de birbirlerine olan bağlılıkla birbirlerini bırakmamışlardı. Heval Fîraz kobra saldırısında heval Şahin’i kurtarmak isteyince şehit düştü. Yaklaşık üç gün sonra cenazesini bulabildik. Saat 08:00’e doğru savaş uçakları onların kaldıkları yeri vurdu. Orada heval Rojîn, Ronî, Welat arkadaşlar şehit düştü. Yanındaki arkadaşlar da şehit düşmüştü yalnızca heval Yıldız kurtulabildi. O da her tarafı yanmış bir şekilde bulundu. Heval Yıldız çıkınca ilk sorduğu soru; “arkadaşlar nerede?” oluyor. O haldeyken bile hiçbir şeyi düşünmüyor, yalnızca yoldaşlarını düşünüyor. Çünkü canından daha değerli gördüğü, sevdiği yoldaşları vardı yanında. Tabii o an arkadaşların şehit düştüğünü söylemiyorlar ona. Yaklaşık yirmi gün sonra resmi olarak arkadaşların şahadeti kendisine söyleniyor.
Her hafta özgün muhabereye gelip arkadaşları tek tek soran heval Rojîn’in sesi o günlerde hiç duyulmadığı için hepimiz onu çok merak ediyorduk. Bir şeylerin yaşanmış olduğunu sezmiştik fakat bu düzeyde olacağını hiç tahmin etmemiştik. Bize oldukça ağır gelen bu şahadetlerin yaşanabileceğini düşünmemiştik. Yaklaşık yirmi gün sonra heval Mazlum Rus yanımıza geldi. Onu gördükten sonra ağır bir olayın yaşandığını anladık. Çünkü yüzü, hareketleri yani duyguları kendini ele veriyordu. Sonra bizlere açıklama yaptıklarında duyduklarımıza inanmamayı her ne kadar tercih ettiysek de gerçekler hiçbir şeyi değiştirmiyordu.
Arkadaşların cenazeleri ilk başta Çarçella’ya, Geverokê denilen yere götürüldü. Eğer Rojîn arkadaşın ailesi cenazeyi götürmede o kadar ısrar etmeseydi, onun orada kalmasını çok isterdim. Çünkü heval Rojîn bu dağlara, bu güzelliklere tutkulu bir aşıktı. Çarçella’yı çok severdi. Arkadaşlar o şehit düştükten sonra onun yeleğinin cebine bakmışlardı. Farklı iki poşetin içerisinde kurutulmuş Cîlo ve Çarçella çiçeklerinin olduğunu söylüyorlardı. Cenazesin götürdüğümüz ilk yeri, şehit düşmeden önce görmüş ve çok sevmişti. Yemyeşil bir alan, içinde suların geçtiği, cenneti andıran bir yerdi. Heval Rojîn’in cenazesi orada kalsaydı biz daha çok mutlu olacaktık.
Arkadaşlar şehit düştükten sonra kaldıkları yerlerden geçmek, anıların geçtiği zamanı hatırlamak bizim için çok zordu. Buna güç getirebilmek her ne kadar belli bir irade istese de bu özgürlük mücadelesinde her zaman güç gerektiren bir durum olmuştur. Onların bıraktıkları yerden daha güçlü katılmak için, hayallerini gerçekleştirmek açsından daha iyi, moralli, coşkulu katılmak şarttır ve bu bizim boynumuzun borcudur. Onlar her zaman anılarımızda, yaşamımızda ve yüreğimizde olacaklar; bu yüzden de ayrılık bizim için o kadar çekilmez olmayacaktır.