HABER MERKEZİ
Bugün Türk sömürgeciliği Kürdistan’da Kürt halkını soykırımdan geçirmek için tüm olanaklarını kullanmaktadır. Bir toplumu en dip noktasına kadar düşürmek için her şeyi kullanmaktadır.
Türk sömürgeciliği Kürdistan’da sonuna kadar bir özel savaş rejimi uygulamaktadır. Adeta Kürdistan’daki sömürgeci rejime özel savaş rejim desek yerinde olacaktır.
Biliyoruz ki, Türk sömürgeciliği Kürdistan’a karşı Şex Said Direnişi ardından 1925’lerden itibaren Şark Islahat Planı adı altında bir soykırım planı ile Kürt halkını ve Kürdistan’ı soykırıma tabi tutmaktadır.
Böylesine sömürgeci bir uygulamayla karşı karşıya olmalarına rağmen, ağırlıklı olarak Kürtler ancak genel anlamda da bu kirli ve soykırımcı sömürgeciliğe maruz kalan halklar ve inançlar, bunun çokta farkında değildirler.
Bir yerde bir toplumun, bireyin yaşamına, kültürüne, diline, ruhuna, sosyal yapısına bir saldırı varsa orada, yapılması gerekli olan kıyameti kopartmak olması gerekirken, bu yapılmadığı gibi sanki çok normal bir sömürgecilikle karşı karşıyaymışız gibi bir havanın var olduğunu söylemek çok yanlış olmayacaktır.
Düşmanına âşık olma gerçekliği esasta bu gerçekliğin kendisi olmaktadır. Bir nevi Stockholm Sendromu diye bileceğimiz bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Stockholm Sendromunda olan sadece kendisini rehin alan kişiye âşık olma iken, söz konusu soykırımcı sömürgeci Türk devleti ise, günlük olarak, halkları, inançları, renkleri ve özelde de Kürt halkını günlük olarak eriterek yok etmektedir.
Özcesi, Türk sömürgeci rejimi tam bir düşman rejimdir. Düşman olan bir rejime karşı normal bir duruş sergilenmez, normal bir karşı koyuş geliştirilemez, normal bir yaklaşım ise asla ve asla gösterilemez. Söz konusu olan böylesine bir düşman ise o zaman büyük şehidimiz Reşit Serdar’ın dediği gibi, bu sömürgeci düşmanın gölgesini bile ülkemizde yaşatmamalı ve bırakmamalıyız.
Maalesef yaşanan gerçeklik böyle değildir. Tam tersine düşman ile her gün iç içe, yan yana durula bilinmektedir. Düşman ile işler çevrilebilmektedir. Böylesine düşman bir rejimin polisine başvurulmakta, mahkemelerine şikâyet götürülmekte hatta böylesine sömürgeci bir yapıdan adalet beklenmektedir. Nitekim her gün bir şekilde bir yerlerde ”TC devleti hukuku ihlal ediyor, hukuku çiğniyor, hukukumuz tanınmıyor” mealinde ki sözler, düşmanda beklentili düşmanı düşman görmemekten kaynaklanıyor.
Unutulmasın ki:
Bu düşman analarımızı sokak ortalarında coplayan bir düşmandır.
Bu düşman mezarlıklarımızı tahrip etmektedir.
Bu düşman doğamızı bozmaktadır.
Bu düşman tarihi mirasımızı su altında bırakarak tarihe gömmektedir.
Bu düşman coğrafyamızla oynamaktadır.
Bu düşman Kürdistan’ın demografyasıyla günlük olarak oynamaktadır.
Bu düşman halkımızı aç bırakarak gençlerini fuhuşa ve uyuşturucuya sevk etmektedir.
Bu düşman bio iktidar dediğimiz aç bırakarak halkımızı kendine muhtaç kılmaktadır.
Bu düşman hem insanlarımızı katletmekte hem de üzerlerine benzin dökerek yakmaktadır.
Bu düşman şehirlerimizi tank ve topla yıkmaktadır.
Bu düşman analarımıza el kaldırmakta, itelemekte ve kakalamaktadır.
Bu düşman genç kızlarımızın bedenlerini çıplak ederek meydanlarda dolaştırmaktadır.
Bu düşman cenazelerimizi panzerlerin arkasına takarak süründürmektedir.
Bu düşman gerilla olacaklarına fuhuş yapsınlar demektedir.
Bu düşman ikinci eşinizi Kürtlerden alın ki nüfusları azalsın demektir.
Bu düşman, nereye giderseniz gidin demektir.
Bu düşman Kürt Sorunu diye bir sorun yoktur dediği gibi Kürdistan denilen bir yer mi vardır, diye alay etmektedir.
Bu düşman ya sev ya git diyerek Kürtleri ülkelerinden terk etmelerini istemektedir.
Evet, Türk sömürgeciliği normal bir sömürgecilik değildir. Türk sömürgeciliği ilk günden başlayarak bugüne kadar Kürt inkârı ve imhası üzerine şekillenen bir rejimdir. Dolasıyla Türk sömürgeciliği bir soykırım rejimidir. Kürtleri yok etmeye yemin etmiş ve Kürtler yok edilmeden kendi Ulus Devletini sağlama almayacağına inanan bir rejimdir. Bu bağlamda da Türk sömürgeciliği faşist bir rejimidir.
Peki böylesine bir rejime karşı Kürtlerin özelde de Kürt gençlerinin yaklaşımı nasıldır?
Ya da tümden Kürtleri soykırıma tabi tutmak isteyen soykırımcı faşist bir rejimi faşist olarak görüyor muyuz?
Sömürgeciliği sömürgecilik olarak tanımlıyor muyuz?
Eğer bizler düşmanı düşman olarak görmüş olsak, sömürgeciliği sömürgecilik olarak tanımlamış olsak ve de bu rejimi faşist ve soykırımcı olarak görmüş olsak hiç şüphe yok ki, duygularımızın rengi farklı olacaktır. Duygularımız faşizme, sömürgeciliğe karşı daha bilinmiş olacaktır. Kinimiz ve öfkemiz yüksek olacaktır. Böylesine faşist bir rejimi Kürdistan’da söküp atmak için çok daha fazla çalışacak, çok daha fazla direnecek ve çok daha fazla büyük bir inat ve iddia ile mücadele etmiş olacağız.
Ne var ki, bunun böyle olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Düşman kavramında bir kaymanın yaşandığını hemen belirtelim. Düşman düşmanlığı çok açık bir şekilde günlük olarak yapmaktadır. Buna en bariz örnek analarımıza faşist polislerin saldırısıdır. Köşede duran analarımıza bir koyun sürüsü gibi önüne katarak götüren polis gerçeğidir. Bu gerçeklik sadece haddini ve ölçüsünü bilmez bir polise ait değildir. Bu saldırganlık sömürgeci rejimin saldırganlığıdır. Amed’de neredeyse cinnet geçirerek bir anamızın üstüne yürüme gerçekliği bu faşizan devlet yapısıdır. Her gün orada burada bir çocuğumuza yapılan saldırı, taciz ve tecavüz bu düşman gerçekliğidir. Fuhuşa sürükleme aynı gerçekliktir. Uyuşturucuya boğarak düşünemez kılma da aynı gerçekliktir.
Düşman böyle açıktan düşmanlığını yaparken bizler de düşman kadar açıktan karşı koyuşumuzu sergile biliyoruz muyuz? Sergilemiyorsak bunun nedenleri nelerdir?
Niçin tümden varlığımızı kast eden bir sömürgeci yapı, sömürgeci yapı olarak algılanmaz?
Ulusal refleksler başta olmak üzere, bir toplumun var olma refleksleri neden gösterilemez?
Hiç şüphe yok ki, birçok soruyu sıralamak mümkündür. Ancak önemli olan sorulan sorular kadar cevaplarının da verilmesidir.
Eğer sömürgecilik halen sömürgecilik olarak algılanmıyorsa, soykırımcı rejim soykırımcı olarak görülmüyorsa ve faşizan tüm uygulamalara karşı gerekli sert karşı koyuş sergilenmiyorsa, tepki gösterilmiyorsa, orada bir sorun var demektir.
Düşman kavramı söz konusu Kürtler oldu mu net bir kavramdır. Öyle oraya buraya çekilecek bir kavram olmadığı gibi, başka yere çekilemeyecek kadar da TC sömürgeciliği düşmanlığını çok açıktan, herkesin gözünün içine baka baka yapmaktadır. Düşman gerçekliği nasıl olur da bu kadar muğlaklaşır, muğlaklaştırılır.
Düşman kavramının muğlaklaştırılmasının hiç şüphe yok ki bir nedeni 2000’li yıllar sonrası Özgürlük Hareketi’nin içerisinde gelişen tasfiyeci bozguncu eğilimin etkileri olmuştur. Tasfiyeci bozguncu eğilim esasta bir halkın derdine deva olma yerine kendi düşkün bireysel yaşamını esas aldığı için, bir şekilde sömürgecilikle-eğer kendilerine yaşam imkanı sunacaksa-uzlaşma arayışı içerisine girmişlerdi. Nitekim tasfiyeci bozguncu eğiliminin AKP ile ilişki içerisinde olduğu kadar Kürdistan’daki soykırım rejimini de en fazla destekleyen ABD ve Avrupa olmasına rağmen, ABD ve Avrupa ile işbirlikçilik temelinde özgürlük hareketini tasfiye etmeye planlamaları da bir sır değildir.
Düşman kavramının muğlaklaşmasının belki de en önemli etkenlerden birisi de TC sömürgeci devlet yapısıyla Kürt sorununu sert mücadele yöntemleri yerine imkanlar el verdikçe siyasal demokratik yöntemlerle çözüm arayışları olmuştur. Sömürgeciliği yumuşatarak çok derin olan bir sorunu çözmeye kalkışmak, en doğru olan yöntemdi halen de bu çözüm yöntemi geçerliliğini korumaktadır. Ama unutulan ve görülmeyen gerçeklik, TC sömürgeciliğinin herhangi bir çözüm yaklaşımının olmayışıydı. Unutulan ağırlıklı olarak özgürlük hareketinin tek yönlü çabalarıydı. Onca ilişkilenme, görüşmeye rağmen sömürgecilik Kürdistan’da bir saniye bile kültürel soykırım projelerinde vazgeçmemiştir. Tam tersine kapitalist modernitenin sunduğu teknik imkanları da –sanal dünya gibi- kullanarak, Kürt toplumsal dokusunu bozmaktan bir milim bile geri adım atmamıştır.
Özcesi, siyasal demokratik çözüm girişimleri çoğu zaman yanlış anlaşılarak sanki bir çözüm geliştirilmişçesine yaklaşımlar sergilenerek, sömürgecilik kavramı muğlaklaştırılmıştır. Halbuki sömürgeciliğe karşı en sert mücadelenin verilmesi gerekli olan zamanlar, böyle uzlaşı ve çözüm arayışları zamanıdır. Birçok dünya örneğinde görüldüğü gibi ezilen halklar en çokta böylesine süreçlerde tasfiye edilerek teslim alınmışlardır. Buna en iyi örnek Tamil gerçekliğidir. Son derece güçlü olan Tamil hareketi görüşmeler yolu ile nasıl yumuşatıldığı ardından ise sert yönelimle katliamlardan geçirildiği bilinmektedir.
Tüm bunlar ve daha fazlası sonuç itibariyle sanki Kürt Sorunu’nu çözen bir sömürgecilik varmış gibi yaklaşımı gösterilerek, düşman düşman olarak görülmemeye başlanmıştır. Özelde legal demokratik siyaset alanında buna öncülük edilirken peyde pey diğer sahalara da yansımaları olmuştur.
Buna bir de sömürgeci faşist rejimin geliştirdiği yalan dil olmuştur. Nasıl da din kardeşi olunduğu, nasıl da bin yıldır birlikte mücadele edildiği işlene işlene sanki gerçekten de sömürgecilik Kürtleri din kardeşi görüyormuş, sanki sömürgecilik Kürtleri kader ortağı görüyormuş havası ortaya çıkarmasını başarmaları olmuştur. ”Kürt Sorunu benim sorunumdur” diyen Erdoğan, esasta en büyük özel savaş hamlesini Amed’de atarak, soykırımcı sömürgecilik gerçekliğini –nedeni ne olursa olsun- Kürtler nezdinde flulaştırmıştır. Buna bir de ezilmiş halkların gözlerini güçlüye diken ezik ruhsal durumları da eklenince sanki sömürgecilik değişmiş, sanki sömürgecilik soykırımdan vazgeçmiş yanılgısı çok derin bir şekilde tahribatlara yol açmıştır.
Bilinsin ki sömürgecilik duygularında bir milim bile demokratikleşmemiştir. Duyguları Kürtleri soykırıma uğratma üzerine kurulu bir sömürgecilik gerçeğini unutmak bu bağlamda çok ciddi bir gaflet olmuştur. Ne var ki, bu gaflet durumu halen aşılmış değildir.
Bilelim ki; ”Düşman olgusunda düşman bilincinde muğlaklaşan bir hareketin, halkın başarılı, sonuç alıcı bir mücadeleyi yürütmesi mümkün müdür? Düşmanı gerçek anlamda düşman olarak görmeyen, bu konuda bilinci muğlaklaşanların hakiki anlamda savaşması, mücadele etmesi de mümkün olmayacaktır.”
Halbuki: ”Türk devletinin Kürt düşmanlığı bilinen anlamda düşmanlık çerçevesinde değerlendirilmesi çok dar, yüzeysel ve sınırlı kalacaktır. Türk devletinin Kürt zihniyeti, Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt halkı tarafından gerçek anlamda bilince çıkartılamamaktadır. Nasıl bir Kürt düşmanlığı, zihniyetiyle karşı karşıya bulunduklarını anlayabilmiş değiller. Türk devlet zihniyeti Kürtleri düşman olarak görmekten çok daha da öteye olduğunun bilincinde olmak gerekiyor. Türk devletinin Kürt halkına ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yaptıkları, geliştirdikleri bu temel doğrultuda bilince çıkartılarak anlaşılmasını, kavranmasını gerektirmektedir.”
Eğer: ”Bu durum doğru, derinlikli bilince çıkartılırsa bu hakikate göre hareket edilirse” o zaman sömürgeciliğe karşı tedbir alına bilinecek ve mücadele gücü gösterilecektir.
Yeniden belirtelim ki: ”Türk soykırımcı sömürgeci sisteminin 100 yıla yakındır Kürtlere yönelik geliştirmiş oldukları politika ve uygulamaları bilinen anlamdaki düşmanlıktan çok daha öteye bir durum olduğu görülecektir, anlaşılacaktır.
Faşist soykırımcı sömürgeciliğin kuruluşundan günümüze dek Kürtlere yönelik geliştirilen uygulamaların öyle bilinen anlamda düşmanlıkla tanımlanacak gerçeklikten, durumdan çok daha öteye olduğu anlaşılacaktır. Kürt halkını mutlak anlamda yok etmek istemektedir. Kürtlerin ne olursa olsun var olma, varlığını koruma ve varlığını sürdürme durumunu asla kabul etmemektedir.
Öylesine bir zihniyet ki Kürt’ün var oluşunu ne olursa olsun mutlak anlamda yok etmek istemektedir. Bunu da Türk devletinin ve Türklüğün var oluşu olarak görmektedir. Buna inanılmaktadır. Böylesine bir zihniyet inşa edilmiş ve bunu da sürekli daha da geliştirmektedirler.”
Özcesi;” Kürt halkını, Kürdistan’ı yok etmek istemekteler. Kürt-Kürdistan yok edilmeden, varlığına son verilmeden Türk var olamaz, varlığını sürdüremez. Türk’ün var olması Kürt’ün yok edilmesinden geçmektedir. Adeta Türk devleti böylesine bir zihniyet inşa ederek bu temelde de diyalektik oluşturmuştur.”
”Faşist soykırımcı düşman Kürtlüğe, Kürdistan’a mutlak anlamda sınırsız düşmanlık yaparken, Kürt’ün yokluğu, yok edilmesi üzerinden Türk’ü, Türklüğü yaratmak isterken, bunun için de sınırsız bir düşmanlık anlayışıyla yapmadığı hiçbir şeyi bırakmazken” Kürd’üm diyen bir Kürt ve Özgürlük Hareketine yakın durduğunu dile getirenler bu gerçekliği nasıl anlayamaz ve buna göre de sömürgeciliğe karşı her cepheden mücadele etmezler?
Daha somut olarak: ”Düşman olgusunda derinleşmeyi, keskinleşmeyi, süreklileşmeyi yaşayarak düşmana karşı bilinçli düşmanlık anlayışıyla hareket edilerek faşist soykırımcı düşmana gerçek anlamda, anlayacağı düzeyde ve biçimde düşmanlık yaparak mutlak anlamda bu düşmanı yenilgiye uğratılmak temel bir görev olmalıdır.”
Özgürlük hareketi ve liderliği: ”Yaşaması gereken sizlersiniz, ölmesi gerekenler düşmanın kendisi olmaktadır. Benim istediğim yaşamanız, istediğim gibi savaşmanızdır. Benim ölen devrimciye değil, yaşayan devrimciye ihtiyacım var. Mezarlıklar ölen devrimcilerle doludur. Sizi bu kadar çok öldürmek isteyen bir düşman karşısında kolay kolay ölmemelisiniz. Son hücrenize dek yaşayarak savaşmalısınız. Kolay ölmeyeceksiniz” diye her Kürd’e ve Kürt gençliğine hitap etmektedir.
Uzatmadan, artık sömürgeciliği sömürgecilik olarak görelim. Kürtleri Kültürel Soykırımında geçirmeye ant içmiş olan bu faşizan rejimin gerçekliğini görelim. Oraya buraya kulaklarımızı dikmeden, bizi yok etmek isteyen bu faşizan rejime karşı her daim ve her yerde Başkaldıralım!
Gençlerin deyimiyle, zaman gerçek anlamda Seri Hılde Zamanı’dır.
KASIM ENGİN