HABER MERKEZİ
İnsanı farklı kılan en önemli özelliği yaşamın farkındalığına sahip olması ve ikinci bir doğa olarak şekillendirdiği toplumdu. Toplumsallaşma insan zihniyetinde de yeni bir niteliği açığa çıkardı. Farkındalık onu diğer varlıklarla hem daha güçlü birleştiren hem de onlardan ayıran özelliği oldu. Yaşamın farkında olma sadece insana has bir özellikti. Bu özelliği onun yaşama, tüm canlılara, evrene karşı sorumluluk duymasını gerekli kıldı. İnsanın doğa ve kendisi gibi diğer insanlarla arasındaki bütünleşmeyi sağlayan ise ahlaktır. Yaşama ahlaki ve estetik ilkelerle yaklaşım birinci ve ikinci doğa arasındaki uyumu sağlayan temel ilkelerdi. İnsanın iyi ile kötü, çirkin ile güzel, doğru ile yanlış arasındaki tercihleri hem toplumsallığı hem de doğayla kurduğu ilişkilerin ana çocuk gibi birbirini koruyan ve geliştiren bir karakterde gelişimini sağladı. İnsan bu ilkelere bağlığın gereği bazen daha da güzelleştirmek için dokundu, bazen güzellik bozulmasın diye dokunulmaz kılarak kutsadı doğayı, canlıları. Toplumsallığı koruyan, geliştiren ve sürdüren insanları iyi, kahraman ve güzel sıfatları ile donattı. Bu gün hala büyük anlam ifade eden bu değerlerin esas anlamı toplumsal sorumluluk ve toplumsal örgütlenmeye hizmet etme idi. İyilikleri temsil eden kahramanların kimi zaman sembolik biçimde canavarlarla, kötülüklerle savaşması toplumsallığı kötücül güçlerden korumak olarak anlam bulmuştur. Kahraman toplumu kurtarmış, toplum da kahramanını kutsayarak onun hikayesini anlatarak güzel ve iyi değerleri nesilden nesile aktarmıştır. Yeni nesiller bu hikayelerle eğitilmiştir. Doğrular yanlışlar günümüzdeki gibi çıkarlar ekseninde belirlenip dikte edilmemiş, her hikayeden iyi ve güzel olanı tercih etmek için hisse çıkarılması arzulanmıştır.
Fakat egemenlik, devlet, iktidar, eril değerler hakim oldukça iyi ve güzel algısında da değişim yaşandı. Gölgesinde dinlenilen, meyve veren ağaçlara kereste gözü ile bakılmaya başlandı. Geçtiği vadileri yeşilliklere, çeşit çeşit canlının yaşam alanına dönüştüren nehirlere elektrik üretme kapasitesi ile değer biçilir oldu. Toplumun yücelttiği fedakarlık, cesaret, emekçilik gibi insani vasıflar enayilik diye yaftalandı. Eğer kaybedilmemiş olsaydı güzellik değerleri, cerrahi müdahaleyle düzeltilmiş burunları, duygusuz-betona dönen botokslu, gerdirilmiş yüzleri, veremli gibi zayıf yada şişirilmiş kaslı vücutlu insanları güzel değil ancak ucube bulurdu toplum. Bedeniyle, yüzüyle, elbiseleri uğraşarak güzelleşmeye çabalamazdı insanlar. Üstelik güzellik diye lanse edilen şeye benzemeye çalışırken ne kadar çirkin hale geldiğini, doğallığını, farklılığını yitirdiğini fark edemeden. Oysa önderliğimizin de ifade ettiği gibi ‘Güzelliğin içeriğinde toplumsallık vardır, kolektivizm vardır’. Kendi biçimine bu kadar odaklanarak güzellik yaratılamaz. Güzellik ancak aşkla anlam bulmuştur. Aşk ise kolektif anlamda yaşanmıştır. Toplumda sevgi ve takdir uyandırmayan güzellik on para etmez olarak tanımlanmıştır şairler tarafından. Leyla’nın güzelliği kara kaşı kara gözü değil, mecnunun ona yüklediği anlam olarak anlatılmıştır destanlarda.
Güzellik yeniden tanımlanacak ve kadın bedeninin erkeğin cinsel isteklerine göre şekillendirmek anlamına gelmeyecekse güzelliğin kolektif, toplumsal yanını değerlendirmek gerekecektir. Kendini eğitmemiş, edindiği eğitimi ve bilinci ifadeye kavuşturarak paylaşmayan, ifade ettiklerini en iyi biçimde eyleme dökemeyen inşa edebilir mi güzelliği? Çirkin ne zaman başka vasıflar kazanıp güzel diye kabul edildi, kötü ne zaman çıkarlara göre iyi hale geldi işte o zaman yaşam tüm güzelliklerini, insan tüm iyiliklerini yitiriverdi. Bu karamsar tabloya bakıp geçmişin güzel günlerine ağıt yakmak, öte yandan çirkinlik ve kötülüklerde pay sahibi olmak yerine güzelliği ve iyiliği harıl harıl tartışma zeminlerini oluşturmalıyız. Sadece tartışma zeminleri de değil yeniden güzelliği ve iyiliği toplumsallık ve birinci doğa ile uyum ekseninde geliştirme sorumluluğu ile karşı karşıyayız özgür, demokratik bir yaşamı yeniden inşa etmek isteyenler olarak.
İşte bu nedenle çirkin ve kötü, iyi ve güzel diye ayırmalıyız birbirinden yaşamımızdaki her şeyi. Çünkü demokratik toplum inşası güzellikleri ve iyilikleri çoğaltmaktır en sade ifadesiyle. Çirkin ama faydalı, kötü ama kazançlı, doğaya zara veriyor ama ‘anti demokratik’ kadın özgürlüğünü ayaklar altına alıyor ama diyerek bize yutturulmaya çalışılanlara ve bunu yapanlara karşı mücadele etmektir. Demokratik toplum inşası kalıntı kabilinden de olsa günümüze ulaşan ahlaki, estetik değerlerin korunması, aşınan-yozlaşan tutumların atılması mücadelesidir. Anti demokratik uygulamalara göz yummamak, şekilsel yaklaşımlarla toplumun iradesini yansıtması gereken kurumların anlamsızlaşmasına izin vermemekte etik ve estetik anlam biçmektir çalışmalarımıza. Doğanın tahribine, canlıların katline, insanın doğasının bozulmasına karşı direnmektir. Hiçbir dengeyi, çıkarı, kişilerin ilişki ve konumlarına bakmadan kadın özgürlüğüne uzanan her eli engellemeyi hatta gerekirse kırmayı (çünkü kırılması gerekirken kırılmayan birçok el var) gerektirir. Ancak bu biçimde koruyabiliriz iyilik ve güzellikleri, ancak bu şekilde toplumdaki ahlaki değerleri güçlendirebiliriz.
Demokratik inşayı ütopik, nereden başlanması, ne yapılması gerektiği bilinmeyen bir proje olarak algılamak ve yansıtmak bilinçli bir yaklaşım değilse büyük bir gaflettir. Demokratik inşa her anda, her olayda, her konuda güzellik ve iyi olan konusunda tutum belirlemedir. Çünkü bu ilkeler olmadan demokrasi, özgürlük adına yapıldığı ifade edilen birçok faaliyetin, tutumun hiç de bu değerleri ifade etmediği çıkıyor ortaya pratiklerimizde. Demokratik toplum inşasında yaşadığımız en temel sorunlardan birisi bu değerleri temsil etmek, korumak için yeterince mücadele yürütülmemesidir. Yoksa mücadele tarihimizde hiçbir zaman sahip olmadığımız düzeyde siyasal etkiye, geniş örgütlenmeye, özsavunma ve farklı imkanlar olmasına rağmen demokratik toplum inşasında yaşadığımız sorunların bu düzeyde olmaması gerekirdi. Farklı farklı gerekçeler, sorunları ifade etsek de özünde asıl sorunun bazı değerleri temsil edememek olduğunun farkına varabilmeliyiz.
Etik ve estetik değerler öncelikle kişiliklerimizin red ve kabul ölçülerini belirler. PKK’nin Kürt toplumunda kabul edilmesi, daha küçük bir grup hareketi iken ve önüne koyduğu hedeflere ulaşıp ulaşamayacağına dair herkesin kaygı ve şüphe ile yaklaştığı dönemde güven yaratan bu hareketin öncülerinin ilkeli tutumuydu. Özü sözü bir olanlar ancak umudu yaratabilir, güven verebilir ve insanları ölümü göze alma pahasına mücadele sevk edebilir. Kürdistan kadın özgürlük hareketi olarak da kadın kurtuluş ideolojisi ilkelerine bağlılığımızdır bu günkü gelişim düzeyimizi belirleyen. Kadınlar olarak mücadelede esas aldığımız etik değerler olan bu ilkelerdir bizi erkek egemenliği karşısında güçlü kılan. Kürdistan kadın özgürlük hareketini kendi kimliğimize, kendi özgür irade ve düşüncemize dayalı örgütlü mücadele ve estetik değerlerle geliştirdik. Kadın kurtuluş ideolojisinin ilkelerinde zayıflık yaşadığımızda sorunlarla, erkek egemen zihniyetin saldırıları ile yüz yüze kaldık. Bu ilkelere dayalı mücadele ettiğimiz sürece sonuç aldık, başarılar elde ettik. Bunlara dayanmadan, bireysel yada farklı ilke ve değerle yürüttüğümüz mücadele sonuç almayan, geriliklerin hortladığı sonuçları yarattı. Siyasetten, ekonomiye, örgütlenmeden öz savunmaya kadar demokratik toplumu inşa edebilmek için de ilkelerin temsili ve toplumsal yaşama yansıtılmasını esas almak durumundayız.
Önderliğimizin son dönemde ısrarla kadın hareketi olarak etik ve estetik üzerine derinleşmemiz gerektiği yönündeki değerlendirmelerini de bu eksen ele almak durumundayız. Hiçbir imkan, olanak yokken gelişimi sağlayan değerlerde aşınma yaşandığı için, günümüzde çok büyük imkanlar varken sonuç almıyoruz. Bunun sorumluluğu elbette özgürlük mücadelesi yürüten herkesin omuzlarındadır. Ancak yaşam ve toplumla daha özel bir bağı olan kadında bu değerler daha güçlü temsil edildiği gibi çirkin yaşamın en büyük acılarını da kadınların yaşaması bu yönlü çabanın daha güçlü olmasını zorunlu kılıyor. Önderliğimiz çözümlemelerinde bunu şu sözle değerlendiriyor ‘Bütün yaşamı sosyal olarak ve estetik olarak siz belirleyeceksiniz. Ekonomik yaşamı, sosyal yaşamı, estetik yaşamı siz inşa edeceksiniz. Ve böylelikle biz vahşi erkekleri düzelteceksiniz.’
Demokratik değerler, kadın özgürlük ilkeleri, adalet ve ekolojik ilkeleri özümsemek ve buna göre yaşamadan demokratik toplum inşasını gerçekleştiremeyiz. Demokratik toplum inşası toplumun kendi öz yönetimini oluşturduğu meclisleri, komünal ekonomik birlikleri ve öz savunma araç ve kurumlarını örgütlemesidir. Ancak bir meclisin işlev kazanması toplumun ahlaki-politik yapısını güçlendirmesi ile olur. Yanı başında gerçekleşen ahlaksızlığa göz yuman, toplumun en temel yaşamsal sorunları konusunda çözüm gücü olamayan bir meclis işlev kazanmış bir meclis olamaz. Toplumun ekonomik sorunlarını çözmek adına oluşturulan bir kooperatif yada komün içinde maddiyatçılık, bireycilik, çıkarcılıkla etkili mücadele edilmezse yada o ekonomik faaliyetin yapıldığı yerin ekolojik yapısına aykırı davranılırsa bu kooperatif ve komün demokratik toplum inşasına hizmet etmez. Kadına yönelik şiddete, devletin halkın örgütlü gücüne karşı saldırılara anında yanıt verecek tarzda organize olamayan bir öz savunma birliği de sistemi inşa edemez. Yerinde zamanında doğru olanı yapmak, güzel olana alan açmak, güzelliği çoğaltmak da her olay karşısında ilkeli yaklaşmakla gerçekleşir.
Bu açıdan demokratik toplum inşasını kadınlar olarak yaşamın belirleyici gücü olmak, yaşam güzellik ilkesini dayatmak hem bu değerleri kendi kişiliklerimizde temsil edebilmeyi hem de mücadelesini verme ekseninde değerlendirmeliyiz.
Zozan SÎMA