HABER MERKEZİ
Bina yapmayı biliyor musunuz? Pek çoğunuz yok dese de, bir kısmınız evet diyecektir. Bina yapılırken neye dikkat edilmeli diye sorarsak daha fazlanız görüş belirtebilecektir. Binanın yapılması için gerekli malzeme, binayı yapacak işçilerin işlerinin ehli olması, binanın yapılacağı yerin uygunluğu diye sayılmaya başlanacaktır.
Pek çok görüş dile gelse de ilk akla gelmesi ve ilk yapılması gereken şey binanın yapıldığı yerin doğru tespit edilmesine dikkat etmek olacaktır. Evet, gerçekten bir binayı nerede yapacağımız çok önemlidir. Her yerde aynı özelliklerde bina yapılmaz. Sel yatağı üzerinde yapacağınız binanın tedbir alınmazsa sonu su altında kalmak ya da yıkılmaktır. Heyelan tehlikesi olan bir yerde yaptıysanız, eğer tedbir alınmazsa binanızın sonu; moloz yığını olmaktır. Bu tür sonuçlarla karşılaşmamak için her şeyden önce binanın yapılacağı yer doğru tespit edilmelidir. Zemin etüdünün sonuçlarına göre inşa çalışması başlatılmalıdır. Genel söylenenlerin aksine aslında her yerde bina yapılabilir ama her yerin bina yapım biçimi farklıdır. Örneğin zemini hiç de uygun olmayan Japonya, bina yapılış tarzındaki ustalık sayesinde depreme en hazırlıklı ülke konumundadır. Bu başarılarında kendi topraklarını tanımaları ve buna göre yaklaşmaları belirleyici etkendir.
Bu soruyla ve verdiğimiz cevapla varmak istediğimiz sonuç şudur: Toplumsal, siyasal, ekonomik çalışmalarda dahil her türlü işte, işin yapılacağı zemini tanımak çok önemlidir hatta işin başarısı için hayatidir. Örneğin Amerikan toplumu arasında yapılması planlanan bir ekonomi faaliyetinde Amerikan toplumunun ihtiyaçlarını, sosyal özelliklerini bilmeden işe girişilmesi zemin etüdü yapılmadan inşa edilen binaya benzer sonuçlarla karşılaşacaktır. Yükü kitap olan bir çerçinin körler köyünde kitap satma girişiminin başarısız olmasının nedeni de aynıdır. Örnekler çoğaltılabilir.
Somuta gelecek olursak, yıllardır gündemimizde olan komün-meclis örgütlenmeleri de toplumsal yapılanma-kurumsallaşma olmasına rağmen geçmişi ve mevcut durumu değerlendirdiğimizde komün ve meclis örgütlenmelerini gerçekleştiremeyişimizin bir nedeninin de komün ve meclisin kurulacağı toplumu yeterince tanımamamız olduğunu görüyoruz. Tanıdığımızı iddia etsek de tarihsel ve sosyolojik olarak bütünsel bir tanımlamadaki yetersizlikler mevcudiyetini çoğunlukla korumaktadır ve baş sıralardadır. Maalesef çoğunlukla çalışma yürütülen zeminin tahlili üzerinden çalışmaya girişilmiyor. Bütünsel bir anlama ve tanıma çabasının olduğu hallerde de bu tanımlamaya göre bir inşa çalışmasının olmaması mevcut durumun bir diğer nedenidir.
Yukarıda bahsi geçen bina örneğinden çok daha karmaşık bir niteliğe sahip olan toplum söz konusu olduğunda, eksik ve yanlış tanımlamalar çok kötü sonuçlar doğuracaktır. Hele hele söz konusu olan Kürt toplumuysa durum daha da karmaşıklaşacaktır. Uzun yıllar ismi bile anılmak istenmeyen, daha sonraları hep sorun diye adlandırılan bir toplumsal gerçekliği doğru tanımlamadan komün ve meclisi nasıl kuracağımız, ne amaçla kuracağımız, nelere dikkat edeceğimiz çok fazla anlaşılmayacaktır.
Kürt gerçeğini politik, ekonomik, sosyal açıdan hem genel hem de her parça özgülünde tanımlamaya çalışacağız. Tabi açımlamaya çalışacağımız Kürt gerçekliğinin tüm toplumsal gerçeklikler gibi yaratılmış bir gerçeklik olduğunu ve özellikle Kürt gerçeği söz konusu olduğunda bu gerçeğin bölge ve uluslararası güçlerin politikalarının bir sonucu olduğunu özelikle vurgulamak gerekir. Bu gerçeğe binaen komün ve meclislerin nasıl bir ortamda, hangi devlet ya da güçlerin, politikalarının yürürlükte olduğu bir ortamda kurulacağı, kurulması gerektiğine bir bakalım.
Kürt Gerçeğine Genel Bir Bakış:
Kürt gerçeğini açıklamaya çalışan pek çok kimse kapitalist modernite unsurlarının etkisinin pek gelişmediğini, kapitalizmin Kürt gerçekliğinde olup bitenlerle ilişkilerinin olmadığı veya çok sınırlı olduğunu dile getirirler. Hatta Kürt gerçeğinin mevcut durumunun kapitalist moderniteye olan yabancılığından kaynaklandığını iddia eder, neden kapitalist olmuyoruz? der, sorunların çözümünü kapitalizmde ararlar. Bu, temel yanlışlardan biridir. Şunu çok net dile getirmek gerekir ki; eğer kapitalist modernitenin ulus-devlet yapılanması, azami kâr kanunu ve endüstriyalizm olmasaydı Kürt gerçekliği bu durumda olmazdı. Kürt gerçekliğinin vatan, ulus, politika, ekonomi, kültür, diplomasi ve daha pek çok alanda yaşadığı durum kapitalist modernitenin unsurlarının direkt etkisiyle oluşmuştur.
Oluşan bu gerçeklik öyle bir hal almıştır ki, tanımlamada bile güçlükler yaşanmaktadır. Tanımlamadaki bu güçlükler olgunun direkt kendisinden kaynaklanmaktadır. Kapitalist modernitenin Kürt gerçeğine bulaşmasının ardından geliştirilen politikalar sonucunda Kürtler varlık olarak bile tanımlanamamanın eşiğine gelmişlerdir. Bu politikalar soykırımlara kadar varmıştır. Ancak Kürt gerçekliğine uygulanan soykırım, dünya ve Ortadoğu’da yaşananlardan ayrıdır. Fiziki soykırımdan çok, zamana yayılmış bir kültürel soykırımla iki yüzyıla yakın bir süredir yüz yüzedir ve bu soykırım örtülüdür. Bu soykırımın en acı yanı ise, kendi olmaktan zihnen vazgeçişi yaratmasıdır. Bu vazgeçiş sonucu gelinen yer tüm boyutları ile birlikte değerlendirildiğinde Kürdistan’ın tüm parçalarında görülen ortak noktalar şunlardır: Parçalanmışlık, nesneye dönüştürülmüşlük, eritilmişlik ve kendisi olmaktan çıkarılmışlık.
Kürt gerçeğinin bu durumuna sebep olan, etkide bulunan, aynı zamanda soykırımın bir parçası olarak da nitelendirilebilecek önemli bir etken vatansızlaştırmadır. Kürtler, dünyanın pek çok yerinde mülteci konumuna düşürülmüşlerdir. Maddi üretim ve kültürün oluştuğu alan olarak vatandan yoksunluk sadece maddi kültürden yoksunluk değil, evsiz ve ruhsuz bırakılarak hem maddi hem de manevi kültürden yoksun duruma düşmeyi ifade eder. Kürtler evsizlik ve ruhsuzluk durumunu yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Vatansızlaştırma ve insansızlaştırma Kürtler ve Kürdistan üzerinde yoğun şekilde uygulanmış ve uygulanmakta olan vazgeçilmez politikalardandır.
Kürt toplumu dinin etkisinin yoğun yaşandığı bir toplumsal gerçekliğe sahiptir. Farklı inançlardan kesimler olsa da çoğunluğu İslam dinine mensuptur. İslam dininin geleneksel etkisi Kürtler üzerinde halen kendini yoğun şekilde göstermektedir. İktidarın dayattığı İslam’a karşı kültürel İslam’ı tarih boyunca yaşamıştır. Geçmişte sivil toplum kuruluşu rolünde olan tarikatlar iktidarların çok yönlü oyunlarıyla kitleleri kandırma ve kendi politikalarına göre örgütleme aracı haline gelmişlerdir. Bu yolla iktidara yakınlaştırılarak, kullaştırılarak, kendi olmaktan çıkarılmak istenmektedirler. Özellikle Kürtlerin dine bağlılığı istismar edilerek, dinin komplocu tarzda kullanımına büyük ağırlık verilmiştir. Tarikatların geleneksel direnişçi özelliklerinin yerine tersi amaçlar için kullanılmıştır. Bu yolla hem egemenlikleri altında yaşadıkları devletlerin hem de uluslararası güçlerin oyunlarına zemin oluşturan bir hal almışlardır ve bu durum halen çeşitli boyutlarıyla devam etmektedir.
Kürt toplumu bilinen anlamda modern bir sınıfsal gerçeklikten uzaktır. Çoğunluğu fakir diye tanımlanabilecek emekçi-karker kesimlerden oluşur. Gerek Kürdistan’da gelişen özgürlük hareketi, gerekse de kapitalizmin gelmiş olduğu genel konjonktür sonucu yeni bir toplumsal sınıf yaratılmak istenmektedir: Kürt burjuvazisi! Tarih tekerrür ettirilmek istenmektedir; geleneksel feodal işbirlikçilik yerine, modern Kürt burjuva işbirlikçiliği geliştirilmektedir. Güney Kürdistan bunun somut örneğidir. Kürdistan genelinde tüm sermaye gruplarına buradaki ekonomik yatırımlarda öncülük şansı tanınmaktadır. Arabistan Yarımadası’nda Dubai’nin oynadığı rolün benzeri Kürdistan’da Hewler’e oynatılmak istenmektedir. Süleymaniye ve Diyarbakır ikinci ayak olarak düşünülmektedir. Bu temelde siyasi parti ve sivil toplum örgütleri kurulmaktadır. Sanki Kürt davasının emekçisi, takipçileriymiş gibi bir algı yaratmak istemektedirler. Bu şekilde sahte bir Kürtçülük türü de bu projede paravan olarak kullanılmaktadır. Bu oluşumun arkasında bulunan küresel sermaye, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bu işte belirleyici rol oynamaktadır. Kürt gerçekliğini bu politikalarla birlikte değerlendirdiğimizde, Kürdistan yaşamının ekonomik boyutunu sadece yaşam ekonomik yaşam olmaktan çıkmıştır diye tanımlayamayız. Bu yorum dar ve yanıltıcıdır. Ekonomik anlamda yüzde seksenleri aşan bir işsizlik, tasfiye edilmiş bir tarım ve hayvancılık, talan edilen yeraltı ve yer üstü zenginlik kaynakları ekonomik yaşamın tasfiyesi değil bir halkın tümden tasfiyesi anlamına gelir. Diğer tanımlama ekonomist yaklaşımın sonucudur.
Değerlendirilmesi gereken diğer bir boyut kültürel boyuttur. Kürt kültürü tarih boyunca ana nehir kültürünün gelişiminde etkin olan kültürlerdendir ve aynı zamanda bu kültürden de etkilenmiştir. Uygarlık tarihinin kanlı çatışma sahasında yaşamış olması, varlığını koruyabilmesi için dağ başlarına, kuytuluklara gizlenmesine neden olmuştur. Tüm uygarlık çatışmalarının merkezinde yaşayıp bu güne gelebilmesi bu dağ yaşamıyla bağlantılıdır. Bunun olumsuz sonucu ise, bünyesinde kent kültürüne fazla yer vermemesidir. Kent uygarlığıyla sürekli zıtlık içinde olmuş, kenti kendisini yutan bir karşı-barbar olarak görmüştür. Dolayısıyla geleneksel kabile ve aşiret kültürü varlığını günümüze kadar koruyabilmiştir. Kabile ve aşiret formu Kürt kültürünün temel biçimi, kapları durumundadır. Aşiret kültürünü sosyolojide tanımlandığı gibi kan bağına dayalı bir kültür olarak değil, uygarlığa karşı direnişin belirlediği bir varoluş tarzı ve özgür yaşam kültürü olarak tanımlamak daha doğrudur. Özellikle son çeyrek yüz yılda binlerce yıllık aşiret kültürü de ciddi darbeler yemiştir. Mevcut durumda ne kentli olabilmeyi başaran ne de aşiret kültürünü koruyabilen bir kötürüm durumu yaşayan bir Kürt sosyal gerçekliği mevcuttur. Tüm bunları Önder APO kültürel anlamda büyük bir çürüme süreci olarak tanımlamakta ve bu çürümenin devam ettiğini vurgulamaktadır.
Kürt gerçeğinin tanımlanmasında belirtilmesi gereken bir diğer boyut kadın boyutudur. Kürt kültürünün korunup geliştirilmesinde tarihi role sahip olan Kürt kadını Kürt halk gerçekliğinde olduğu gibi ve ondan daha derin bir kültürel ve varoluşsal soykırımı yaşamaktadır. Genel anlamda toplumsal statüsü yok denecek düzeye düşmüştür. Kadınlık varlıkla yokluk arasındaki ince sınırda yaşamaktadır.
Tüm bu saydığımız noktalarda soykırım politikalarıyla birlikte buna karşı bir direniş ve var olma mücadelesi de gelişmiştir. Özelde kırk yıllık özgürlük mücadelesiyle Kürt halkı tarihindeki en ileri bilinç aşamasını yakalamıştır. Bunun farklı tarihsel dönemlerdekine oranla karakteristik yanı elit bir grup-sınıf ya da partiyi aşmış olmasıdır. Tüm saydığımız politikalara rağmen kendi bilincine varmıştır. Halk olmada önemli olan zihniyet boyutu belli bir aşamaya gelmiş olsa da zihniyetin yapıya kavuşması, somutlaşması konusunda yetersizlikler ciddidir. Politik-ekonomik-sosyal boyutlarda oluşmuş, yaygınlaşmış bir yapısallaşma, mevcut yapıları koruyabilecek bir öz savunma örgütlülüğünün eksikliği göz önündedir. Mevcut durumu ana hatlarıyla da olsa bu şekliyle ifade edebiliriz. Daha iyi anlamak açısından Kürdistan’ın her parçasını ayrı ayrı ele almak daha öğretici olacaktır.
Devam Edecek..
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi