HABER MERKEZİ- Sürekli işgal ve istilalara maruz kalan Kürdistan’da kadın, savaşlardan etkilenen en önemli kesimdir. Bu savaşlarda kadınlar egemen güçlerin hedeflerine ulaşmak için kullanmak istedikleri bir nesne, savaşın en önemli ganimeti haline dönüştürülür. Diğer yandan Kürt savaş karakterindeki isyan anlayışı ve sonuçları kadın üzerinde derin izler bırakmıştır.Egemen güçlerin kadını hedefleyerek toplumu pasifleştirme, teslim alma, iğdiş etme yaklaşımları hemen hemen her dönemde yaşanır. Kadın bir düşürme aracı olarak kullanılır. Namus anlayışının çok hakim olduğu Kürdistan erkeği, bu noktada vurularak ulus duygularından uzaklaştırılmak istenir. Birçok direniş ve isyan bu yolla bastırılmak istenir. Kürt halkının onurunu kırma, tahrik etme, mücadeleden uzaklaştırma en çok bu yolla gerçekleştirilir. Bu durum hem Kürt toplumsal gerçeğinde, hem de kadın üzerinde büyük tahribatlar yaratır.
Halk gerçeğimizde oluşan namus anlayışı oldukça trajiktir. Kadına yönelim, erkeği öldürür. Kadınla erkek arasındaki bağ, ulusal-toplumsal amaçların o kadar dışında ve o kadar geridir ki, bunu tahlil eden sömürgeci sistem gerçekliği, erkeği teslim alabilmek için ya kızına ya eşine yönelir. Kürdistan’da bu, en büyük tuzak durumuna getirilmiştir. Kadın bir koz durumunda kullanılır, öne sürülür ve başta boyun eğmecilik olmak üzere her türlü olumsuzluk aileye ve topluma dayatılır. Toplum içinde namus, yaşam, felsefe anlamına gelen kadın ve de aile tabusu, gittikçe bir kördüğüm haline geliyor. Böylesine tehlikeli bir durumda bırakılan kadının, toplum içinde hiçbir rolü olmaması ise daha acı bir gerçekliktir. Kadının, söz, düşünce, ifade, karar gücü olması bir yanda kalsın, en düşürülmüş konumu yaşamaktadır. Baskıcı sistemin ve özel savaş rejiminin en uç sömürüsü, kadının üzerinden yaşatılmaktadır. Kadına boyun eğdiren erkeğin kendisi hem toplumda, hem de düşmana karşı en fazla boyun eğen gerçekliği yaşamaktadır. Düşmandan baskı gören erkek bunun acısını kadından çıkarmaktadır. Kadının bu konumu, var olan geri, geleneksel ilişkiler içerisinde geliştirilen bir aşamadır. Kadının dilsizliği, güçsüzlüğü kendiliğinden gelişmemiştir. Sömürgeciliğin en fazla kullanıldığı ve kendisini en çok yansıttığı zemin anlamına gelen kadın, Kürdistan’da savaşın da en ağır yükünü kaldırır konumda yer almıştır. Kürt kadınlarının işgalci güçler tarafından farklı farklı biçimlerde kullanılmak istendiği görülür. Büyük İskender Zağroslara geldiğinde binlerce askerini Kürt kadınları ile evlendirir. Amacı Helenizm’i bu yolla Asya topraklarına yerleştirmektir. Erkek egemenliğinin bu biçimiyle Kürt gerçeğine yansıma çabası, Kürt kadınının gücünü görmesinden ileri gelir. Kadın aracılığıyla bu kültürü egemen kılma, kadının salt cins olarak ele alınmasından değil, toplumsal-siyasal etkinliğinden kaynaklanır. Büyük İskender şunu erkenden fark eder; Ortadoğu’ya kadınsız giremeyecektir. Ondandır ki tüm egemenler, amaçlarına ulaşmak için kadını kullanırlar.
Sürekli savaşlar veren Kürt halkında, savaşların şiddetinden en fazla nasibini alan Kürt kadını olur. Irza geçme, işkence hep dayatılır. Köleci dönemde en fazla köle olarak savaş ganimeti olanlar, kadınlar ve çocuklardır. Şiddet ve zor karşısında ve işgalci güçlerin saldırganlıklarından dolayı, binlerce Kürt kadını intihar eder. Hemen hemen birçok savaşta yaşanan bu durum, isyanlar döneminde daha sık yaşanır. Kürt kadını ganimet olmamak için çoğu kez ölümü seçer. Dersim İsyanında 1500 genç kızın, ganimet olarak götürüldüğünü belirten Yalçın Küçük, “Kürt İsyanları” kitabında kadınların düşmanın eline geçmemek için kendilerini ateşe attıklarını, uçurumlardan atladıklarını belirtir. Bu konuda verdiği örnek şöyledir; Bingöl-Genç’in köylerinden birinde yaşayan bir genç kızın, bulunduğu samanlık askerlerce yakılıyor. Kız yanan samanlıktan dışarı çıkıyor. Fakat askerlerce yüz yüze gelince yeniden alevlerin içine dalıyor. Bunun gibi binlerce örnek vardır. General Moltke ise daha önce belirtilen eserinde; Garzan dağlarındaki çatışmadan sonra elli kadar kadının ganimet olarak götürülmek istendiğini, fakat kabaran dağ deresinde hepsinin boğulduğunu anlatır. Kürdistan’ı işgal eden birçok güç, askerini psikolojik olarak hazırlarken, en çok kadın ganimetleri hatırlatırlar. Erkeğin bu yönlü zaafı iyi çözüldüğünden, bu vaatlere ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyen askerler, en acımasız şiddeti uygulayarak ganimete ulaşmak isterler.
Feodal dönemin din anlayışı ve namus kavramı ise sıkça kullanılır. Kürt erkeğini, direnişlerden vazgeçirmenin bir aracı olur. Bir yandan erkeği salt kadın konusunda yoğunlaştırarak mücadeleden uzaklaştırırken ve de siyasi yaşamdan alıkoyarak tüm enerjisini bu noktaya kanalize ederken, diğer yandan kadına yönelim tehdidini hep bir kart olarak gösterir. Aşiretçilik ve ailecilikte en fazla kavgalar, kan davaları kadın konusunda çıkar. Sevginin katledildiği bir ortamda, cinsel bir metaya dönüştürülen kadın konusundaki sahte namus-şeref anlayışı ulusallığın, ülkenin önüne geçer. Bir kadını namus olgusu olarak gören Kürt erkeği kolayca savaşmayı göze alırken, ülke değerlerine karşı çok fazla duyarsızlaşır.
Dervişe Avde destanındaki Adule’nin Mirlere karşı verdiği savaş ise bu temelde oldukça anlamlıdır. Sevginin ölçüsü olarak, vatan için savaşmayı koyan Adule, işgal altındaki bir ülkede aşkın, namusun, sevginin olamayacağını açıkça gösterir. Avde ise bu sevdanın ölçüsünü anlayan, sevdasıyla ülke aşkını birleştiren yiğit bir Kürt erkeğidir. Ama istisnadır. Kürdün trajedisini edebiyatla en iyi ifade eden Derveşê Evdi destanını günümüzde kadının gerçekliği ve geldiği düzeyle birlikte ele alan Başkan Apo bunu şöyle dile getirmektedir: “Derveşê Evdi büyük bir Gerilladır. Adule de öyle. Aslında Adule’ninki büyük bir Aşktı. ‘Filan paşa beni istiyor, ancak ben sadece Derveşê Evdi’yi seviyorum. Bu olmazsa mezar beni kabul eder’ diyor. Bunlar büyük şeylerdir. Kürtlerin sevgi ilkeleridir. Büyük yiğitliktir. Derveşê Evdi ne Türklere, ne de Araplara teslim oluyor. Bu yurtseverliktir, büyük bağımsızlıktır. Hem aşkı tanıyor, hem de düşmanını tanıyor. Kimse ne Derveşê Evdi, ne de Adule gibi büyük bir aşkın sahibi olamaz. Adule’nin aşkı, büyük bir aşktır. Kimliksiz kadın olmaz, yaşam olmaz, yiğitlik olmaz. Bu Derveşê Evdi’nin felsefesidir. Derveşê Evdi gibi kızlardan önce düşmanın üzerine gideceksiniz. Şimdi birisi Derveşê Evdi gibi dağlara çıkarsa büyük başaracak.”
Derveşê Evdi destanı, Kürt kadınının yurtseverliği ve savaştırıcı güç olma özelliklerinin işlenmesi açısından önemlidir. Derveşê Evdi ve Adule aşkında birey sevgisi ile yurt sevgisini birleştirme, sevgiyi hak etme anlayışı hakimdir. Yine destanda geçen bir olay, kadının yurdu karşısındaki duyarlılığını gösterir. Türkmen ve Arap erkekleri yaylalara el koyduklarında, erkekler kayıtsız kalır. Bu durum karşısında kadınlar tavır olarak eteklerini kaldırarak suya giderler. Erkekler buna müdahale eder. Kadınlar ise, Kürt toplumunun temel değerlerden uzaklaşma boyutunu verdikleri cevapla çok açık koyarlar. Cevap şöyledir; “Eğer orda erkekler olsaydı düşman yaylalarımızda oturmazdı. Bunun için biz onlardan utanmıyoruz” derler. Bu cevapla erkekliğin boşaltılmış yönünü ve olması gereken erkeklik ölçütünü, namus anlayışını ortaya koyarlar.
Kürt erkeğinin onuru ile oynamanın en kısa yolu olarak kadın üzerinde cinsel taciz yolunu seçen işgalci güçler karşısında erkeğin çözümsüzlüğünü gösteren bir başka örnek ise, “Ivo Bege Pasine” destanıdır. Kürt-Türk savaşında geçen bu destana göre, komutan olan Ivo Beg savaşta yenilir ve köyüne geri çekilir. Düşman köye gelir ve kapısına dayanır. Evde kızı, karısı ve gelini vardır. Eşi bu esnada “bizi düşmana sağ teslim etme” der, daha sonra kızı ve gelini de “bizi vur” derler. Ivo Beg çaresiz kalır. Fakat sonuçta silahını çeker ve üç kadını öldürür. Bu örnek işgalci güçler karşısında çaresiz kalan bir Kürt erkeğinin dramı değildir sadece. Eli kolu bağlı, bir namus malzemesi olan, kendisini öldürmesini bile erkekten beklemek zorunda kalan, Kürt kadınının dramıdır aynı zamanda. Ve namus cenderesinin trajedilerinden sadece biridir. Bu olayın Ağrı Dağı İsyanı’nda yaşandığı belirtilir. Ağrı Dağı İsyanı liderlerinden Bıra İbrahime Husseke Telle’nin hikayesidir. 1930 yılında büyük bir güçle taarruza geçen Türk ordusu karşısında, halkın nasıl korunacağını tartışan liderler birçok öneri sunarlar. Bıra’nın önerisi kabul edilir. Bu öneri bütün kadınları, güçsüz ihtiyarları ve çocukları kılıçtan geçirmektir. Bıra ilk uygulamayı kendi elleriyle ailesine uygular. Böylece ilk trajedi onun ailesinde yaşanır. Bu yaklaşım karşısında Bıra ikna edilerek uygulama durdurulur. Fakat on kişi kurban olmuştur.
Ailenin düşman eline geçmesi namusun kirlenmesi ve onurun kırılmasıdır. Özellikle isyanlar sonrası yaşanan yenilgili ruh hali, direncin kırılması gibi durumların yaşanması, bu uygulamalarla yakından bağlantılıdır. Bunalımlı feodal yapılanmaların ve dinin Kürt toplumu üzerindeki etkisi, egemen güçlerin bu yolla sonuç almasını kolaylaştırır. Dikkat edilirse Kürt kadını, belki savaşın yürütücüsü değildir, ama temel öznesidir. Bu anlamıyla savaşların çıkışında ve sonucunda kadın olgusuna yaklaşım belirleyici olur.
Savaşlarda kadına uygulanan baskı, zor ve şiddet, kadının kişilik yapılanmasında da olumsuzluklar yaratır. Düşman karşısında birleştiği, kaderini paylaştığı erkeğin, yenilgi psikolojisini aile içinde egemen olma yoluyla dengelemek istemesi, kadını daha çok silikleştirir ve düşürür. Egemenliğe karşı savaşan erkeğin egemenliği ile yaşamak zorunda kalan Kürt kadını, isyancı bir karakter kazanır. Tıpkı Kürtlerin Türkler karşısındaki ezikliği ve ezilenlerin ruh haliyle hareket etmesi gibi Kürt kadını da, dışta yenilen, fakat içte en katmerli erkek egemenliği karşısında aynı durumları yaşar. Kürt isyanları Kürt kadınları üzerinde önemli izler bırakır.Kürt kadınının tarihin büyük bir bölümünde yoğun olarak yaşadığı ve hep sonuçta, ondan tarifi imkansız acılar tattığı savaş olgusunun, günümüzde de halen süren bir sonucu, sürgün ve yarattığı etkilerdir. Neolitikten beri kendisini en fazla toprakla var eden, onu işleyen, üreten ve verdiği emekle sınırsız ve ayrılmaz bir birlikteliği yaşayan kadın, savaş ve baskıyla kendi toprağından koparılmak istenmiştir. Kadın özgür çağlarında, bereketi ve bolluğu nasıl ki kendi özüyle bütünleştirilmiş Toprak Ana biçimini almışsa, köleci dönemden günümüze kadar da yarattığı değerlerden ve ana toprağından savaşlarla, zorunlu göçlerle koparılmak istenmiştir. Köyler yakılmış, ulusal değerler yok edilmek istenmiştir. Bu asimilasyon sürecinde de, en fazla kadın zarar görmüştür. Ruhta, duyguda, düşüncede tam bir parçalanmaya maruz bırakılmıştır. Göçün yanında, düşüncede tam bir parçalanmaya maruz bırakılmıştır. Göçün yanında diğer özel savaş uygulamalarının da hedefi olmuştur. Baskı, zor, cinsel taciz ve daha birçok uygulamaya, sistematik olarak kadın maruz bırakılmıştır. Ama tüm bunlara rağmen sömürgeci sistemin en fazla düşürdüğü ve yönelmeye çalıştığı bir kesim olan kadın, ulusal devrimci mücadeleye ve cins olarak kurtuluşa da en fazla açık ve tutkulu kesimdir de. Aslında kadındaki devrimci potansiyelin çok gelişkin olmasının gerçeği de, bu nedenlerden kaynaklanıyor. Mevcut sistemden en derin etkilenen kesim, kurtuluş yolunda da en fazla iddialı ve bu potansiyeli barındıran kesimdir. Bu anlamda kadının özgürleşme düzeyi, toplumun özgürleşme düzeyinin bir derecesi oluyor. Bugün Kürt kadınlarının tüm ulusal değerlerine, kültürüne, diline sahip çıkması ve ulaştığı düzeyde yaşamın her alanına -siyaset, politika, sanat- aktif olarak katılıyor olması, tüm savaşlar sonucunda yaşadığı ağır acılar ve psikolojilerden sonuç çıkararak, daha bilinçlice, yeniyi yaratma iddiasına yoğunluk verdiğinin göstergesi oluyor. Tarihten günümüze kadar yaşananlar kadının özüne bağlılığı ve destansı bir direnişidir.