HABER MERKEZİ
Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in öncülük ettiği PKK’li ve PAJK’lı tutsakların Ölüm Orucuna dönüştürdükleri Süresiz Açlık Grevi Direnişi yedinci ayını tamamlamak üzere olduğu günler içerisinde 26 Mayıs 2019 tarihinde sonuçlandı. Buna nedenini ise, AKP-MHP faşist diktatörlüğünün, Önder Apo üzerindeki uygulamakta olduğu “mutlak tecridin” kırılması oluşturdu.
Bilindiği üzere Önder Apo avukatları ile sekiz, (birkaç kez kardeşi Mehmet Öcalanla taktik görüşmeler gerçekleşmiş olsa da) aile yakınları ve heyetle dört yılı aşkın bir süredir görüştürülmüyor, rehine olarak tutulduğu hücre dışında nefesinin dahi her hangi bir farklı mekana, insana ulaşması engelleniyordu. Kendisine bir mektubun bile verilmesi yasaklanmıştı. Yapılan tüm başvuru ve girişimlere rağmen de bir türlü Önder Apo üzerinde uygulanmakta olan bu “mutlak tecridin” kırılmasına olanak tanınmamaya çalışılıyordu. Hatta var olan bu engellemeler İmralı’da bulunun diğer tutsaklar içinde geçerli hale getirilerek Önder Apo’ya dair hiçbir bilginin İmralı dışına çıkmasına imkan verilmiyordu. Bu şekilde AKP-MHP faşizmi Önder Apo üzerindeki “mutlak tecrit” politikasındaki ısrarını korumuş oluyordu.
AKP-MHP faşizminin “mutlak tecrit” politikasının özünü ise, asıl olarak 2014 yılının Eylül ayında simülasyonları yapılan, aynı yılın 31 Ekim tarihinde gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında karar altına alınan ve 2019 yılının Nisan ayının başlarında uygulamaya konulan “Çöktürme Planı” oluşturmuştu.
Tarihe yeni “Şark Islahat Planı” olarak geçen bu sömürgeci soykırımcı planın ilk adımı; Önder Apo ile Özgürlük ve Demokrasi Hareketi ve de Halkla bağlarının koparılması, bir başka ifadeyle de “başı, gövdeden ayırmak” olarak belirlenmişti. Ardından da bir bütün olarak Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Hareketi ile Kürdistan Halkına karşı topyekun bir saldırıya dönüştürülmüştü. Zaman içerisinde de bir-kaç kez yenilenerek daha da derinleştirildi. 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin “yok hükmünde” sayılarak, “tekrarlanması”, Kürdistan’da önceden belirlenmiş olan; Sur, Cizre, Nusaybin, Gever, Silopi, Silvan, Şırnak, Varto, İdil, Doğu Beyazıt vb. gibi bölge ve yerleşim merkezlerine yönelik sömürgeci-soykırımcı saldırılar, halkın toplu olarak buralardan göçertilme politikaları, belediyelere kayyumların atanması, iktidar dışı tüm muhalif kesimlere hitap eden basın-yayın organlarının kapatılarak; el konulması, kitlesel göz altılar ve tutuklamalar vb.leri de hep bu planın birer parçaları olarak uygulamaya konulmuştu. 15 Temmuz 2016 provokasyonu da bu gerçekliği perdelemenin ve perçinlemenin bir aracı olarak devreye konulmuştu.
Dört yılı aşkın bir süredir uygulanmakta olan bu sömürgeci- soykırımcı politikaya karşı; başta Önder Apo olmak üzere, Özgürlük ve Demokrasi Hareketi, Kürdistan halkı, Türkiyeli demokrasi güçleri boyun eğmez bir direniş içerisinde oldular. Önder Apo’nun; İmralı’daki, Kürdistan halkının; Öz Yönetim, Gerillanın; dağlarda düşmanın tekniğe, komploya vb. dayalı her tülü imha saldırıları karşısında sergilediği direniş böyle bir gerçeklik içerisinde yerini aldı. Leyla Güven’in öncülüğünde 7 Kasım 2018 tarihinde zindanlarda başlayan daha sonra gerek ülke içerisinde gerekse de uluslararası alanda halka ve demokrasi güçlerine mal olan, taşınan, annelerin meydanalar, sokaklara çımasıyla zirveye ulaşan Süresiz Açlık Grevleri de, bu direniş zincirini tamamlayan bir halka olarak tarihe geçti.
Özgürlük ve Demokrasi Güçlerinin 31 Mart 2019 tarihinde TC devlet sınırları içerisinde gerçekleşen Yerel Seçimler de izlemiş olduğu doğru politika ise, “Çöktürme Planına” karşı Kürdistan ve Türkiye halklarının, onların özgürlükçü- demokrasi güçlerinin en güçlü karşı koyuşlarından biri olarak anlam kazandı.
Sömürgeci-soykırımcı TC devletinin stratejik bir temelde ele aldığı “Çöktürme Planına” karşı gerçekleşen tüm bu direnişler, aynı zamanda Özel Savaş rejimi olan AKP-MHP faşist diktatörlüğünün Özgürlük ve Demokrasi Hareketine karşı kullandığı ideolojik argümanları, askeri-siyasal taktikleri de başarısız kıldı. Bununla da kalmadı, onları geri püskürterek, devrimci, demokratik ve özgürlükçü güçler için yeni stratejik ve taktik hamlelerde bulunmanın önünü açtı.
Dikkat edilirse tarihsel olarak TC devleti ilk oluşumundan itibaren gerek halklara gerekse de demokrasi ve özgürlükçü güçlere karşı izlediği imha politikaların da hep aynı taktiği izlemiştir. Buna göre de hasım olarak ilan ettiği gücü; bölüp- parçalayarak, güçsüz ve karşı koyamaz bir hale getirerek, örgütsüz ve önderliksiz bırakarak imha etmeyi hedeflemiştir. Bunu yaparken de sürekli olarak kendi içerisinde hiçbir karşı, ayrık, çatlak sesin çıkmasına müsaade etmemiş ve onları bastırmıştır. Bunu yaparken de kendi “toplumlarının da” desteklerini arkalarına almaya çalışmışlardır. Bir başka ifadeyle de tam bir “ulusal mutabakat” halinde hareket etmeyi öngörmüşlerdir. “Çöktürme Planının da” böyle bir stratejik yaklaşım üzerine oturtmuşlardır. Ama planları tutmamıştır. “Evdeki hesap, çarşıya uymamıştır.” Büyük bedeller ödeme pahasına da olsa oynadıkları oyunlar Önder Apo ile Özgürlük ve Demokrasi Hareketi tarafından bozulmuştur.
Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan PKK’li ve PAJK’lı tutsaklar tarafından Ölüm Orucuna dönüştürülen Süresiz Açlık Grevi Direnişlerinin yedinci ayını doldurmak üzereyken sonuçlanmış olmasını da tamamen böyle bir gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir. Elbette bu uğurda büyük bedeller ödenmiştir. Dokuz özge can, ölümsüzler katarına katılmıştır. Binlerce insan yaşamları boyunca onurlu bir şekilde taşıyacakları kalıcı izler edinmiştir. Meydanlara ve sokaklara çıkan başta anneler olmak üzere, tüm devrimci, demokrat ve yurtseverler TC. devletinin polisleri tarafından coplanmış, ağır hakaretlere, tehditlere, baskılara, göz altılara maruz kalmışlardır. Elbette ödenen tüm bu bedeller olmasaydı, böyle bir sonucun elde edilmesi de mümkün olmazdı.
“Osmanlı’da oyun çok” diye bir söz vardır. Bu gerçeklik onun devamı olan sömürgeci-soykırımcı TC devleti içinde geçerlidir. O nedenle de “dün- dündür- bugün de- bugün” diyerek, verdiği sözleri, imzaladığı belgeleri çok rahat bir şekilde hükümsüz sayabilir. Bunun defalarca da örneğine rastlanılmıştır. Altında imzası olan yaptığı uluslararası anlaşmalar karşısında da bile izlediği, içerisine girdiği tutum bundan başka değildir. TC devletinin var olan bu gerçekliğini adeta “kulaklara takılan bir küpe” olarak ta kabul etmek gerekmektedir. Unutulmaması gerekir ki, egemen ve iktidar güçlerinin en güvenilmez olan yönleri, onların vermiş oldukları sözlerdir.
Fakat böyledir denilerek, mücadele sonucunda ve büyük bedeller ödenerek elde edilen kazanımları; yok saymak, görmezden gelmek, ret etmek de doğru değildir. Asıl önemli ve gerekli olan; TC devletinin bu gerçekliğinden sonuçlar çıkararak, kazanımları kalıcı hale getirmenin arayışı içerisinde olmaktır. Bunun yolu da mücadeleyi sürekli kılmaktan ve bu kazanımları da kalıcı kılmaktan geçmektedir.
Şimdi böyle bir sürece girilmiştir. Tecrit kırılmıştır. Ölüm Orucuna dönüştürülen Süresiz Açlık Grevi Direnişi sonuçlandırılmıştır. Fakat ne “mutlak tecrit” parçalanarak bir kenara fırlatılmış ne de direniş bitmiştir. Direniş kazandığı mevziler üzerinden yeni bir merhale içerisine girmiştir. Daha zorlu ve çetin koşullarda, dolambaçlı yollardan geçilerek kazanımların kalıcı bir hale geleceği, özgürlük devriminin yapılacak olan yeni hamlelerle zaferle taçlandırılacağı bir mücadele içerisinde olunacaktır. Kazanmak dışında da hiçbir yol, tercih ve şans bulunmamaktadır. Başta Süresiz Açlık Grevi Direnişi şehitlerimiz ve uğurda bedeller ödeyenlerin, meydanlara çıkan annelerin beklentileri de yürünecek olan bu yolda kesin başarıdır, elde edilecek olan zaferdir.
Kazanan bir kez daha; direniş olmuştur!
Cemal Şerik/ Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi