HABER MERKEZİ
Kürdistan halkı adıyla, kültürüyle, tekmil varoluşuyla yok hükmünde olan bir hakikat iken, kendi bağrından çıkan ve bu tanrı hükmünü değiştiren, uygarlığın ulus devlet tanrılarının bu kutsal emrini yok sayan ve yok eden Önder Abdullah Öcalan’ı kendi hakikati bildi. Tanrı ölmüştü. İnsan da ölmüştü. Kahramanların, kahramanlık gerçeğinin öldürüldüğü çağda Önder Abdullah Öcalan, Kürdistan’ın dirilişine dair bir düş kurdu. Ölüm anında ölümü görmek ve o an’da yaşamı yaratma kararı vermek, zaten tanrılara şirk koşmaktır. Ve Abdullah Öcalan uygarlık tanrılarını reddettiği kadar onlara şirk koşmanın da eylemcisi oldu. Bunun en sade açıklaması Apoculuk deyiminin ortaya çıkmasıdır.
Ortadoğulu toplumlar, İseviler, Muhammediler, Fatimîler ya da Caferiler şeklinde örneklerini sıralayabileceğimiz adlandırmaları kimlik edinirler. Görüşleri ve yaşam anlayışını doğru buldukları ve örnek aldıkları kişinin adını kendilerine ad yaparlar. Apoculuk deyimi de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tüm yaşam görüşlerini, duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini kendilerine örnek alan, tek yaşam biçimi sayan ve tüm yaşam formlarını buna göre düzenlemek isteyen topluluğun tercih ettiği yeni kimliğin adı oldu. Apocu olmak, Öcalan adına bakarken Öcalan somutunda kendisi olabilen, bunun eylemine karar veren ve özgür geleceğe yürüyen toplumu ve o toplum içinde kendini görme iddiası oldu. Duygunun, düşüncenin, hayalin, eylemin ve öldürücü olan mevcut akışı durdurarak küçük de olsa kendi akışını yaratan bir tarih-toplum yaratmanın tüm çabaları kendisi olmanın örnekleri olma anlamında bir kültür yarattı. Apocu kültür diyebileceğimiz bu kültür her kültür gibi ona ihtiyaç duyulan tüm alanlarda, başta Kürdistan olmak üzere, dünyanın birçok yerinde kendini duyurdu ve Kürt toplumunun kendiliğini en özgür ifade ettiği kültür haline geldi.
Kendi özünü aramak her zaman geçmişe giderek olmaz. Kimi zaman mevcut olandan koparak ve yaşamanın kesinlikle başka türlü olacağı yönünde karar vererek mümkün olabilir. Apocular, mevcut toplumsallığın insan özüne uygun olmadığını, toplumun özgür olması gerektiğini, bu anlamda mevcut olandan kopmanın şart olduğunu yüksek sesle söyledi. Ve Kürt toplumuna dayatılan yaşam kılıfı giydirilmiş ölümün reddedilmesiyle yola koyuldular. Aslında koyulacak bir yol da yoktu. Türkiye sosyalist mücadelesinde yaşanan karmaşaya rağmen verdiği ilham ve Kürt isyanlarının belli belirsiz izleri sayılmazsa yola dair hiçbir şeyin varlığından söz edilemezdi. Yola girmek ve toplumu yola çağırmak için önce yol yaratılmalıydı. Apocular önce yürünecek yolu yarattılar. Bu anlamda yol arkadaşlığı sadece aynı yolda yürümenin değil, yolu birlikte yaratmanın da arkadaşlığını yaşama anlamında Kürdistani hafızada yer etti.
İnsanlık tarihinde toplumlar, kısa zaman süresinde kültür yaratamazlar. Kültür, bir birikimin sonucu olarak ortaya çıkar ve kendini insanlarda somutlaştırdıkça varolma olanağı bulur. Apocu kültür ise bu anlamda bir farklılık gösterir. Önder Abdullah Öcalan’ın özgürlük sosyolojisi dediği zaman diliminde, kısaların kısası zaman dilimi içinde yaratılan değerler, Apocu kültürün en anlamlı alanlarını oluşturmaktadır. Yaratım-varolma anı da diyebileceğimiz bu anlar, özgür yaşamaya karar verme anları olduğundan özgürlük sosyolojisi kapsamına girmektedir. Anı yaşamanın gerçek anlamı bu olmaktadır. An böyle yaşanmazsa insan olma farkımız da kalmaz. Zaman konusunun esnekliği değildir sadece söz konusu olan. Söz konusu olan zamana yerleşen anlamın değerinin başka kültür yaratımlarında esas alınan uzun sürelerin evren nazarındaki değerini karşılamasıdır.
Apocu kültürün yaradılış anlarına örnek olarak verilebilecek çok fazla örnek vardır. Zeynep Kınacı arkadaşın mektupları Apocu kültürün açımlanmasıdır. Bundan dolayı Zilan bir manifestodur dedi Önderlik. Bir ilk ve son eylemdir dedi. Zilan arkadaşta bu gerçekliğin oluşması eylem yapmaya karar verdiği an ile ilgiliydi. Tabi ki anlar kendinden menkul değildir. Tarihsel toplum birikiminin süzülerek yansıdığı an’lar ancak varoluş anı olmaya aday olabilirler. O anda verilen kararlar, ulaşılan zihniyet düzeyleri Apocu kültürün yaratılmasının en büyük adımlarını atmışlardır. Zilan arkadaşın eylemine karar vermeyle yaşadığı an, binlerce özgürlük aşığı gencin bu kültüre göre yaşama kararlılığını oluşturacak güçtedir. Ve yaratıldığı an, Zilan arkadaşın eylem kararlılığı oluşturduğu andır. Apocu kültürde Zilan gerçeğinin önemi, an’da kendini ve kendisiyle birlikte bir kültür yaratmasından kaynaklanmaktadır. Zilan arkadaşın yarattığı fedai kültür eylem gücü olduğu kadar yaşamda Zilanca duruşu yaratmanın icra gücüdür. Bunun örnekleri yüzlercedir, binlercedir.
Önderlik “Herkes içinde gömülü insanı bende bulur, ‘bende bir parçayı sen temsil ediyorsun, onun dışa vuran kişiliği sensin’ der.” sözleriyle Önderlik gerçeğinin Kürdistanî bellekte yer edinmesine dikkat çekmektedir. Bu belirleme Apocu kültürün yayılım haritasını da ortaya koymaktadır. Önderlik esareti yaşandığında bunun sayısız örnekleri kendini gösterdi. Apocu hareket içinde olan ya da olmayan insanların, yüreklerinde gömülü olan insanın esareti karşısında sessiz kalmayışları, yaratılan kültürün yayılım düzeyini göstermektedir. Bu yayılım düzeylerini nicelikleştirmeden Apocu kültürü oluşturan öğeleri ele almaya çalışacağız.
Her kültür, onu yaşayan toplumlarla anılırken, o toplumdaki bireylerde somut ifade bulur. Apocu kültür de bireylerde ifade bulduğu kadar toplum olgusunda kendini gerçekleştirir. Bunu ayrıştırmak ya da parçalamak zordur. Aslında tehlikelidir de. İnsan zihnini parçalamak gibidir. Kiminde tek başına bir bireyde açığa çıkmayan, hatta yok denilen özellikler bambaşka bir zaman eşiğinde ortaya çıkar. Zamanın, mekânın ve birlikte olunan insanların ivme kazandırdığı davranış ya da düşünüşler de denebilir. Ama insan olgusu, insan zihni ne mutlu bizlere ki henüz tümden çözülmemiştir. İnsan zihni somutluklarla hareket ettiği kadar sınırlarının, hatta sınırsızlığının bilinmediği mecralara da yönelebilir. İnsan zekâsının esnekliği bunu mümkün kılmaktadır. Parçaların toplamının bütünü oluşturmadığı gerçeği en güzel toplum olgusunda kendini görünürleştirir. Her insan bir evren öğesidir. İnsanlar bir araya gelerek toplumu oluşturduklarında, ortaya çıkan toplum o parçaların özelliklerinin, güçlerinin ya da zayıflıklarının bütünüyle alakalıdır. Bütünde gerçekleşen, enerjinin sinerjiye dönüşmesi de denebilir. Bütünde gerçekleşen, parçalardaki enerjinin nicel toplamı değil, birbirleriyle ilişkilerinden ortaya çıkan yeni bir nitel durumdur. Kimi zaman kişisel olarak başarılı olanların bir araya getirildikleri grupların başarısız sonuçlar alması bununla ilgilidir. İnsanların biraradalığı nicelik toplanması demek değildir. Aslolan oluştaki bileşenlerin durumudur. Zaman ve mekân, insan olgusu ile birlikteyse kültür olma şansına kavuşmaktadır. Kürdistanlı ozanların oluşumu “zaman, mekân ve yârân” üçlüsüyle anlatmalarının sebebi budur. Yârân, insanları anlatmaktadır. Ve insanlar zamanın ve mekânın bağrına yerleşerek yaşamı oluşturmaktadır. Oluşan yaşam kendi kültür öğeleriyle birlikte akışa katılmaktadır.
Apocu Kültür Gücünü Evrensel Gerçekliklerden Alır
Apocu kültür işte bu akışın kendisidir. Kimi zaman milyonlarda ifade bulmuş, kiminde bir çocuğun minicik parmaklarında. Kiminde yüzlerce savaşçının namlusunda patlayan varolma savaşının zirvesini olmuş, kiminde de baharda patlayan bir tomurcuğun izlerinin takipçisi… Önderliğimizin evrendeki anlam arayışı ve bu arayışı bulduğu, dile getirdiği mecralar bunu anlatmaktadır.
Apocu kültür gücünü evrensel gerçekliklerden almaktadır. Toplumun yok edilmeye çalışıldığı, bireylerinin ise yok sayılmakla birlikte köle tarzı yaşamlara mahkûm edildiği bir ülke gerçekliğinden yola çıkılmıştır. Buradaki ironi insanların hem yok sayılması hem de yok sayılan insanların varlaştırılarak köleleştirilmesidir. Apocu kültür ise en zayıf kılınmış, aslında zihniyet olarak yok edilmiş, anlamını yitirmiş cesetlerin bırakıldığı Kürt kişiliklerinin toplamından devrime yürüyen bir halk yaratma gücünü ortaya çıkarmıştır. Baldırı çıplak denilen, geri görülen, insandan dahi sayılmayan topluluğun insanlarından (ki kuyruklu addedilerek bu insan zihninde kanunlaştırılmaktadır) onları yok sayan tanrılara başkaldıran bir gerçeklik yaratmıştır Apoculuk. Bu durum, gelişen devrimsel durum ve bunun incelenmesinin ötesinde sosyal bilim açısından da ayrıca incelenmeyi gerektirir. Çünkü Apocu kültür, toplumu salt insanların toplanmasından ibaret görmez. Bu evrensel bir değerdir. Zaten öyle olmasaydı hayvanların da toplumu olurdu. Toplum sadece toplanmak değildir. Anlamlı toplanmalardır toplumu oluşturan. Apocu kültür, toplumu vareden dinamiklerin potansiyel olduğunu ve bu dinamikler bir araya geldiğinde bu potansiyelin kinetik enerjiye dönüştüğü gerçeğiyle yaşamını örgütler. İnsan ile hayvan arası bir duruma getirilen Kürt bireylerinin kendi durumlarından çıkmaları mevcut durumdaki lanetliliği görmekle mümkün olacaktır. Ki kutsallık da lanetin karşıt ucudur.
“Bu lanetli geleneğe düşmüş olmam, en azından en iyisini yoldaşlık adına istemiş olmama rağmen, bu geleneğin gücünü hesaplamış olmamam gerçek bir özeleştirim olarak kalacaktır.”1
Ve Apoculuk laneti kırmış, kutsallığı yaratmıştır. Kutsal olan, tanrısal olan ya da cennet yaşamlara götürecek olan da özgür toplumu yaratmak ve o toplumda yaşamını sürdürecek özgür bireyler olabilmekle mümkündür. Bundandır ki “Allah kimseyi Ömer’in oğlu gibi yapmasın! Kimse ona kız vermeyecek!” diye söyleyen Amaralılar çocuklarını Ömer’in oğlu gibi yapmayı, Ömer’in oğlundaki gerçeğin zerresine dokunmayı ve kimse kız vermez demelerine rağmen kızlarını Ömer’in oğlunun öncülüğüne vermeyi onurlu yaşamın şartı saydılar. Sadece Amaralılar değil tüm Kürdistanlılar Ömer’in oğlunu kendi kutsalı bilip onun gibi olmanın, onun yarattığı kültürü yaşamanın mücadelesini veriyorlar bugün. On binlercesi peşinden kutsal topraklara giderek Ondan eğitim aldı, yüz binlercesi onun sesini dinledi, milyonlarcası onun için ağladı, üzüldü, on binlercesi onun eğitiminden geçti. Onun yüreğine milyonlar nasıl sığdı? Onun yüreğine milyonlar, her birinin kendinde Ona dair bir parçayı temsil etmesiyle sığdı. Her birinin kendindeki bir parçayı Onun temsiliyle bütünleştirmesi yürek toplaşmasını yarattı. Ve her birey Apocu kültürü yaşamayı, onurlu yaşamın tek koşulu bildi.
Apocu Kültürde Nasıl Yaşamalı Sorusunu Sormak, Temel Yaşam İlkesidir.
Her bireyde Apocu kültür nasıl somutlaşmalıdır? Kürdistan halkının karar verdiği yeni toplumsallığı yaşamanın, süreklileştirmenin ve ileriye taşımanın koşulu Apocu kültürü tek tek bireylerde ve kendi yaşam alanlarımızdaki toplumsallıklarımızda gerçek kılmaktır. Onun tarihe, topluma, insana, yaşama ve yaşamın tüm ayrıntılarına bakış tarzını yaratmak ve yaşatmaktır. Bu da kendine sürekli sorular sormakla mümkündür. İnsanın toplumsallaşmak gibi tekrarlanamaz bir devrim yaratması sorular sormasıyla ve farklı olanın mümkün olduğunu sezgisel olarak bilmesiyle gerçekleşti. Bizler de hakikate dair kimi soruları sürekli kendimize sorarak başlamalı, her günü her anı bir başlangıç anı, bir yaratım anı, kuantum anı ya da özgürlük anı yapabilmeliyiz.
Toplumsallık insan varlığının kaçınılmazıdır. Güçlü toplumsallık yaratmak, güçlü kişilikler yaratmakla mümkündür. Çabuk bağlanmak, çabuk vazgeçmek, çabuk sevinip çabuk üzülmek, gözyaşları içindeyken anında gülebilmek kendi toplumsallığını güçlü yaratamayan insanların yaşayacağı durumlardır. Kendiliği güçlü yaratabilecek olan da Apocu kültürü kendimizde somutlaştırmak kadar bunu Kürdistan yeni toplumsallığı olarak yaşamsal kılmaktır. Bunun sorumluluğunu bilmek, sorumluluğun belirlediği görevleri yerine getirebilecek militan düzeye ulaşmak ve buna denk bir ciddiyet yaratmak, her arkadaş için varlık koşulu olacak niteliktedir. Özgürlük hareketinde olmak demek, Apocu harekette yer almak demek budur. Başka türlüsü kendisi olamamaktır ki, Apoculuk Kürdistan toplumunun özgür entitesini yaratmanın tek gücüdür.
Nasıl yaşamalı sorusunu sürekli kendisine sormayan devrimci olamaz. Nasıl yaşamalı sorusu, mevcut olanı sorgulatan, düşünceyi derinleştirerek yanlış olanı işaret eden, yanlış olanı görmekle birlikte onun yanlışlığı karşısında kabullenmeme cesaretini ortaya koyan ve bu kabullenmemeyle birlikte kabul edilebilir olanın nasıl olduğunun arayışına yönelten bir sorudur. Yaratıcı bir sorudur. Yaratmak eyleminden dolayı, yıkıcı ve yapıcıdır. Yanlış olanı yıkarak yeni ve anlamlı olanı yapmanın, yaratmanın şifresi gibidir. İnsanın esnek zekâsına, sürekli bir yenilenme ve kendini yaratma eylemi içinde olacağına inancı gösterdiğinden kutsallık değerinde bir sorudur. Apocu kültür nasıl yaşamalı sorusunu sormayı bir yaşam ilkesi olarak bilmektir.
Nasıl yaşamalı sorusunu sormak, yönünü Önderliğin nasıl yaşadığına dönmektir. Önderliğin çocukluğu temel hayat dersleriyle doludur. Önderliğin çocukluğu kendisi olamayan bir baba ve tanrıça artığı durumuna gelmiş bir ana arasındaki çekişmenin yarattığı ruhsal atmosfer içinde geçmiş, köy yaşamı da kendi tekilliğini karşılaştırabileceği benzer tekiller örneği sunarak Önderliği yeni bir arayışa yöneltmiştir. Aslolan özgür yaşamak, kendisi olarak yaşamak, varolmak ve varolduğunun bilincinde olmaktır. Henüz küçük yaşta yaşanan redler, kaçışlar ya da kavgalar mevcut olanı beğenmemektendir. Beğenmemek insandaki temel bir özelliktir. Hakim sistemler her zaman yetinmeyi telkin ettiklerinden beğenmeme duygusu çoğu insanda unutulmuş olsa da temel bir insan özelliğidir. Ve yaratımın kökeninde beğenmemek yatar. Aslında beğenmemek değil de yetinmemek demek daha doğrudur. Mevcut olanın daha iyisinin olabileceğini düşünmektir beğenmemek. Düşünsel bir derinlik gerektirir. Önderliğimizin sezgisel çocukluk yıllarındaki bu düşüncelerin öylesine olduğu söylenemez. Kendisi olma çabası yüksek, yaratmak istiyor. Yaşamı ezberlemek istemiyor. Yaşam ezberlenmez, tekrarlanmaz, anlamak ve yaşamak istiyor. Ona sunulacak bir yaşam yoktur. Çocuk yüreğinin temizliği, saflığı kadar kendini anlamlı bir evren parçası olarak görme ve ona verilenleri sorgulama vardır.
Genelde önder kişiliklerin çocuklukları bulundukları ortamın en iyisi, en akıllı, uslusu olarak anlatılır. Ama Önderlikte bu veri de tersine döner. En akıllısı olmaz. Toplumun ölçülerine göre akıllı olmak ahıra kapatılarak tövbe getirmek ve bu tövbeden dönmemektir. Üveyş ananın, Fatma’nın ve İmralı cellâtlarının tövbe ettirme girişimleri sonuç almıyor. Önderlik bunu yapmıyor. Zorluklar, yokluklar içinde geçen Önderlik yaşamının en güzel yanı köy toplumu içinde kendini oluşturmasıdır. Emek olgusu kadar evrenin çeşitliliğini, renkliliğini ve kendini yaratma düzeyini görme anlamında köy yaşamının öğreticiliği burada da bir kez daha kendini göstermektedir.
Bu anlamıyla dinê çolê, aslında mevcut yaşam koşullarını beğenmeyip yüreğini dağlara vuran bir çocuğa, kendi lanetli koşullarında yaşama ısrarından çıkamayan büyüklerin verdiği isimdir. Onların yaşamını beğenmeyen, bunun kavgasını veren bir çocuğa, büyüklerin(!) gösterdiği bir tepkidir. Eskiyen değerlerin ve lanetin tepkisidir. Değersizleşmişliğin hatırlatılmasına tepkidir. Bir reflekstir. Bu anlamıyla sorgulayan zihniyetler karşısında yaygın olan düşüncelerin gösterdiği tepkilerden farksızdır.