HABER MERKEZİ
Biz Kürtler politik yapma sanatında belki de dünyanın en geri bırakılmış bu bağlamda politika yapma becerisi en az gelişmiş toplumu ve halklarından birisiyiz. Kürtler içerisinde politika yapabilen çok az bir kesim var ki, bu kesimlerin de ağırlıklı bir bölümü kendilerini pazarlamayı ve satmayı politika biliyorlar. İstihbarat ve ajanlarla ilişkilenmeyi ise diplomasi yapma sanatı olarak, meydanlarda anlata anlata bitiremiyorlar. Böylelerini piyasalarda görmek zor değildir. Yeter ki sömürgeci devletlerle içine girilen ilişkilere bakılsın, ne demek istediğimiz kendiliğinden anlaşılır.
Politikayı Başkan Apo:
”Hem yönetim hem iktidar kavramını çağrıştıran politika, kelime olarak Grek kökenli olup şehir yönetimi anlamına gelmektedir.
Toplumsal olgu olarak söz edildiğinde toplumun özgürce yönetilerek gelişmesi, bireyselleşmesi olarak tanımlanabilir.
Politikayı toplumun özgürlük alanı, gelişmenin anlam ve iradece türetildiği yaratım alanı olarak yorumlamak gerçeğine daha yakındır. Hatta politikayı özgürlükle özdeşleştirmek mümkündür. Burada toplumun hem düşünce hem eylemle kendiliğini, kimliğini bilince çıkarması, geliştirmesi, savunması söz konusudur.
Özyönetim erki haline gelindiğinde demokratik politika olarak kimlik kazanırken iktidar yönetimi haline dönüştüğünde politikanın kendiliğinden sapması, kendini inkâr etmesi olarak değerlendirmek gerekir.
Devlet idaresi asla politika olarak tanımlanamaz. Bir nevi kurallı, norma kavuşmuş iktidardır. İktidarın kendisi ise her halükarda politikanın yadsınmasıdır.
Politikanın olduğu toplumsal alanda geçerli olan toplumun hayati çıkarlarıdır. Onun yapısal ve anlamsal esenliği, gelişkinliğidir. Politikasız ve zayıf politikalı toplumlar ya dıştan bir işgal, imha, sömürge iktidarını ya da içten bir iktidar elitinin ve sömürücü sınıfın baskı ve sömürüsünü yaşamaktan kurtulamazlar” diye tanımlamaktadır.
Özcesi, başarılı bir politika toplumu irade kılan politikadır. Eğer politika yapılırken toplum güçlendirilmiyorsa, iradeli kılınmıyorsa, savunma refleksleri güçlendirilmiyorsa, her türden küçük düşürücü yaklaşımlara karşı isyana kalkınmıyorsa, orada politika yoktur varsa da, doğru olmayan bir politika söz konusudur. Ya da iktidarcı ve devletçi bir politika söz konusudur ya da bir zümrenin, bir kesimin, bir çevrenin politikası söz konusudur ki, bu ya burjuva politikası olmaktadır ya da işbirlikçi ve ilkel milliyetçi politika olmaktadır.
Politika yaparken toplumu güçlendirmek için önce toplumunu, içine doğulan halkı-söz konusu Kürtler ise- onca acısını, sömürülmesini derinden hissederek gerektiğinde onun için mücadele etmesini düşünmek gerekiyor. Ne var ki, Kürtler öyle parça parça ki, ya tarihsel oluşumları onları politika yapmakta alıkoymakta ya da egemen olanları ise işbirlikçiliği marifet sanmaktalar.
“Binlerce yıl, içinde yaşadığımız temel form aşiret ve aile formudur. Düşünme düzeyi de bu çerçevede kalmıştır. Derinden incelenirse veriler yorumlanabilirse, aile ve aşiret formu içinde yaşayanların önemli düzeyde içgüdüsel düşünmeyi fazla aşamadıkları görülür. Buna biyolojik düşünmek de deniliyor. Toplumsallaşma öncesi düşünme düzeyi de diyebiliriz.”
Bu bağlamda; ”Binlerce yılı alan aile ve aşiret formu topluluk halindeki yaşam, yüzyıllara varan kültürel soykırım politikalarıyla beslenince tahribatı çok derin olmuştur. Toplumsallaşma sorununa dayanan siyasallaşma sorunu çok derindir. Ulusal düzeyi kapsayan toplumsallaşma ve siyasallaşma zihniyeti, kültürel, politik bilinci ne düzeydedir? Bu derin bir tartışma gerektiriyor.
Kabul etmek gerekir ki henüz stratejik ve bütüncül düşünecek, buna denk sorumluluk yüklenecek, pratik-politik çalışmada gereğini yapacak nitelik gelişmemiştir. Dar, sığ ve yüzeyselliğimiz hayli fazladır. Bunun derin tarihsel ve toplumsal temelleri olduğu açıktır. Buna “toplumsallaşmayan aile, aşiret kişiliği” demek gerekiyor. Politikleşmenin düzey ve niteliğini toplumsallaşma belirliyor…
Özcesi; Binlerce yıl topluluk halinde yaşamışız, ama çağdaş kapsamda bir toplumsallaşma gelişmemiştir. Binlerce yıl aşiret ve aile formunun geçerli olduğu topluluk dünyasında, kültüründe yaşandığından; düşünme, politikleşme, toplumsallaşma düzeyi ve kültürü buna göre gelişmiştir. Binlerce yıldır burada kazanılan zihin kalıpları, düşünme kapasitesi, kültür, yeni paradigma çizgisinde tahmin edilenden daha fazla engel oluşturuyor.”
Görülüyor ki, politikleşmenin gelişmesi için toplumsallaşmak gerekiyor. Söz konusu Kürtler olduğunda ise toplumsallaşmamız biraz aile, aşiret formunda çakılı kalmıştır. Aile ve aşiret formu çağdaş anlamda Demokratik Ulus ile bütünleştirilemese, olacak olan dar aile ve aşiret çıkarları olacaktır. Bütünü düşünen, bütüne göre davranan bu bağlamda bütüne dönük politik tutum takınma eksik ve zayıf kalmaktadır.
Yukarıda ifade edildiği ki bu durumda ya çok geri ve ilkesiz olarak gelişen ilişkiler-ki bunların çoğu işbirlikçiliği geçmeyenler olmaktadır- ya da çok fazla dar çerçevede aşiret ve ailesel çıkarlar esas alınmaktadır.
Ne işbirlikçi olan ya da olmak isteyen, ne de dar ve ailesel çıkarlar temelinde hareket edenler pratik politik becerileri gelişmemektedir. İşbirlikçilik yapanlar-en azından kendi karakterleri gereği- bir şeyler yine de yapmaktadır. Bu yapılanlar kendi halkına karşı, kendi ülkesine karşı da olsa, yine de bir şeyler yapılmaktadır. Dikkat edersek bugün Kuzeyde AKP ile sıkı fıkı olanlar, kendi menfaatleri için kendini satanları çok sayıda görmek mümkündür. Yine Rojava’da TC sömürgeciliği ile sıkı fıkı olanlar, Afrin’in işgalinde TC’nin yanında yer alanlar ve halen de uluslararası arenada devrim karşıtlığını TC lehine yapanlar, aynı işbirlikçi durumu ifade etmektedirler. İşbirlikçi ve Kürtlerin deyimiyle Welatfıroş oldukları halde, sanki bir yiğitlikmişçesine meydanlarda dolaşabilmektedirler. Yine benzer ancak bu kez de dar ve ailesel çıkarları için aynı durumu yaşayanları ise Güneyde görmekteyiz. Kendi ailesel, bölgesel ve aşiretsel çıkarları için Kürdistan’a lakayt kalındığı gibi başka güçlerle bu dar hesaplar temelinde kuzeydekilerinin ve Rojava’dakilerinin benzer bir durumuna düşebilmektedirler.
Daha da sıralamak mümkündür ancak dile getirilenler neyin söylenmek istendiğini verdiği için uzatmanın gereği yoktur.
Diğer bir kesim ise halkı için politika yapmak isteyenlerin durumudur. Politika Önder Apo’nun ifade ettiği gibi toplumu ve halkımızı güçlendiriyorsa, irade kılıyorsa politikadır. Bunu yapmayan, iradeleştirmeyen, kendi öz yönetimine yol açmayan tüm politikalar-niyetler ne olursa olsun- politika sayılamaz. Ya da politika sayılsa bile yukarıda ifade edilen her iki durumdan bir tanesine tekabül etmeyi ise aşamaz.
O zaman yapılması gerekli olan ilk iş toplumu güçlendirmektir, iradeleştirmektir, kendisini yönetir hale getirmektir. Bunu yaparken politik okumaları düz yapmamak da önemli olmaktadır. Olup biteni herkes görebilir. Görülenin ya da olup bitenin arkasında neyin olduğunu, nelerin olabileceğini açığa çıkarmaktır önemli olan. Yine bir şeylere hemen peşinen cevap vermek, olasılıkları hesaplamadan düz ve kestirmeden yorumlamalara gitmek, gönül gözü ve öngörü ile bakamamakta ciddi bir politikleşmeme sorunudur.
Örneğin Önder Apo: “Politika da kesinlik diye bir şey yoktur. Daima başlangıç diye bir şey vardır. Kendini kesinliklere bağladın mı kendi kendini kıskıvrak bağlamış olursun. Bu durumda da hareket kabiliyetin kalmaz. Bu nedenle ufku çok net görsen bile, önüne bir bulut kümesi koyup öyle okumaya çalışacaksın. Flulaştırıp öyle çözmeye çabalayacaksın. Bu seni daha çok yoğunlaşmaya, çözmeye yöneltir. Sonuçta yorulursun ama gerçeği çok boyutlu görme ve değerlendirme imkânın olur. Düşünce gücüne esneklik kazandırırsın. Politika da kesinlik katılığa, katılıkta donmaya, durağanlığa yol açar” demektedir.
Ne işbirlikçi politikalara ne dar ve ailesel çıkarlara ne de düz-kestirmeci politik yaklaşımlara girmeden, halkımızın öz yönetimsel iradesini güçlendirme temelinde, çok seçenekli politik yaklaşım göstermeyi geliştirerek, dağlarda, ovalarda büyük bir özveri ve cesaretle elde edilenlerin, masalarda kaybedilmemesi için bu son derece önemli olmaktadır.
Dikkat edilirse kuzeyde 7 Haziran 2015’lerinde büyük bir başarı elde edildiği ve Erdoğan iktidarı götürüldüğü halde düz politik yaklaşımlardan kaynaklı, kazanımlar kazanca dönüştürülemediği gibi devasa bir savaşla onlarca Kürdistan kendi harap olmuştur. Benzer bir şekilde 31 Mart günü Erdoğan iktidarı düştüğü halde, basit zafer naraları ile Erdoğan’ın İstanbul hilesiyle çok fazla uğraşılmış, oraya takılınmış sonuçta düşen Erdoğan hem iktidarda kalmış hem de onlarca yaptığı ile ve el koymalara kimse bir refleks göstermiştir. Flulaştırıp okuma denilen gerçeklik budur. Eğer İstanbul seçimlerinin AKP ve Erdoğan tarafında o kadar gündemleştirilmesinin bir oyun olduğu, balıkları yemlemek için oltanın başına takılan solucanla balıkları oyalama taktiği olduğu görülseydi, bugün bırakalım İstanbul seçimlerinin yenilenmesi şimdi tartışılacak olan Türkiye’nin erken seçimleri ile Erdoğan’ın iktidarda düşüşü olacaktı.
Politikleşmeme işi bu bağlamda o kadar önemli bir iş olduğunu bilerek hem Erdoğan’ın yalan ve düzenbazlıklar üzerine kurulu politikalarını görelim hem de çok denklemli sorunları çözecek politik öngörümüzü geliştirelim.
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi