HABER MERKEZİ
2- Kürt Varlığı ve Gelenek
Kürt varlığının gerçekleşmesinde Zerdüşt geleneği önemli bir rol oynar. Bu gelenek, tek tanrılı İbrahimi dinlerle putatapar (totemik) dinler arasında tarihsel geçiş halkasını oluşturmaktadır. Kabile kültürlerinde egemen din anlayışı olan totemik yapıları ilk defa tabusal olmaktan çıkarıp ahlaki-kavramsal bir temele dönüştüren Zerdüştlük, ilk büyük dinsel-ahlaki devrimdir. Arap kabilelerine dayalı İslami çıkışa benzeyip onu önceler. Proto Kürt Med kabilelerinden inanç ve ahlâk temelli daha üst bir birlik ortaya çıkarmayı hedefler. Kabile toplum krizine demokratik yanı ağır basan bir çözüm geliştirir. M.Ö. 1000’lerde varlığını görünür kılan bu inanç sistemi, Zerdüşt (M.Ö. 7. yüzyıl) ile etkili bir toplum sistemi geliştirir. Zerdüşt devriminde önemli olan, ilk defa dar kabile ve hanedan birliklerini aşıp, tüm Med kabileleri arasında ortak bir üst kimlik inşa etmesidir. Mağî denilen rahipler (bilge insanlar) yeni toplumun çok etkin güçleridir. Zerdüştlük muazzam bir toplumsal enerjiye yol açar. Bir araya gelmeleri çok zor olan kabileleri ortak dinî-ahlaki inanç temelinde bir araya getirmeyi başarması, tarihçilerin üzerinde yeterince durmadığı büyük bir devrimdir. İslamiyet ve Hıristiyanlıktan daha az etkili değildir. Hatta İbrani kabile geleneğinin oluşumunda da temel kaynak rolündedir. Med Konfederasyonu’nu mümkün kılan temel harçtır. Pers Akhamenit Hanedanlığının özünde daha demokratik muhtevalı Med Konfederasyonu’nu entrikalarla ele geçirmesi ve tarihin en büyük imparatorluğunu kurması da Zerdüşti toplumsal gelenekle yakından bağlantılıdır. Geleneğin saptırılıp demokratik özünden boşaltılması, İran merkezli uygarlık geleneğiyle sonuçlanmıştır.
Aryen imparatorluk geleneği, tarihte demokratik muhtevalı kabile kültürünü kendi yönetim çarklarında en çok kullanma ustalığını göstermiş bir gelenektir. Demokratik muhtevayı uygarlık sisteminde eriterek tarihin en güçlü monarklarını yaratmış olmakla övünür. Batı da Atina demokrasisine karşıt bir Doğu despotizm geleneği olarak, günümüze kadar kendini pekiştirip sürekli kılabilmiştir. Atina demokrasisinin yol açtığı felsefi bilinç Batı uygarlığının oluşumunda temel kaynak rolünü oynarken, Pers saraylarındaki despotizmin içini boşalttığı Zerdüşt geleneği sadece İskenderin ordularına yenilmekle kalmamış, Doğu toplumlarının kültürel birikimlerini de heba olmaktan kurtaramamıştır: Tıpkı Osmanlı despotizminin geriye kalan İslami kültürel birikimleri kapitalist Batı uygarlığına karşı koruyamaması gibi. Êzîdî Kürtlerdeki neredeyse kurumaya yüz tutmuş bu tarihsel demokratik gelenek araştırılmaya değer önemli bir konudur. Êzîdî Kürtlerle Alevi Kürtler yakından gözlemlendiğinde, özellikle kadınlarında temsilini bulan Zerdüşti kültürün demokratik, özgür ve eşitlikçi özellikleri rahatlıkla fark edilebilir. Tüm bastırılmışlıklarına rağmen, doğayla bütünleşmiş, açık sözlü ve cesur yanları dikkate değerdir.
İslamiyete kadar otantik özelliklerini büyük oranda koruyan Kürt kültürel gerçekliği üzerinde yürütülecek araştırmalar sadece Kürtlerin tarihini aydınlatmakla kalmayacak, evrensel tarihin binlerce yıl sürmüş dönemlerini de aydınlatacaktır. Günümüzde her ne kadar silik kalmış olsalar da, tarihleri konusunda yapılacak araştırmalar Kürtlerin demokratik uygarlık tarihinin de temel kilometre taşları olduklarını kanıtlayacaktır.
3- Kürt Varlığı ve İslami Gelenek
İslamiyetin geleneksel kabile kültürü ve uygarlık sistemi üzerindeki etkisi devrimsel önemdedir. Kabile kültüründe yüzyıllarca yaşanan krize belki de en etkili devrimsel yanıttır. Arabistan Yarımadasındaki Arap kabileleri yüzlerce, hatta binlerce yıl kendi aralarında bitmez tükenmez bir çatışma ortamına girmişlerdir. Kabile kültüründe büyük bir yozlaşma yaşanmaktadır. Kadın düşürülmüş, kız çocukları diri diri gömülecek kadar değersiz addedilmiştir. Bu kültür, çözüm olarak klasik toplumu besleyecek koşullardan yoksundur. Kısacası ne geleneksel kabile federasyonları ne de geleneksel köleci iktidar yapılanmalarıyla krizin önüne geçilebilmektedir. Hz. Muhammedin oldukça pratik ideolojik ve politik önerileri bu ortamda ilaç gibi etkili olmuştur.
Muhammedî devrimin temel özelliği, kabile toplumunun üstünde yeni bir topluma evrilmeden ve yanı başındaki Bizans ve Sasani İmparatorluklarının buyruğuna girmeden, ikisini de aşan yeni politik bir sisteme cesaret etmesi, kendini buna ehil görmesi ve yetkili kılmasıdır. Allah kavramını o kadar yüceltmesinin temelinde bu iki devrimsel olgunun, İslami ümmet toplumculuğu ve politik kültürünün doğması yatar. Bilimsel temelde sosyolojik ve tarihsel açıdan çözümlendiğinde, Allah kavramının bu iki önemli olguyla bağı daha net ortaya çıkacaktır. Allah kelimesinin taşıdığı doksan dokuz tür anlam, aslında siyasal, sosyal ve hatta ekonomik manifestoyu dile getirmektedir. Zaten Hz. Muhammedin kendisini elçi, beyan edici olarak tanımlaması, arkasındaki tarihsel ve toplumsal sentezin yeni kimliğini gayet iyi ve güçlü biçimde açıklamaktadır. Evrenselliği, cihanşümulluğu, haberdarlığı, bilinçliliği, affediciliği, cehennem ve cennet ödülleriyle uyarıcılığı ve mükâfatlandırıcılığı ile Allah kavramı yeni sistemin kimliğini buyurur gibi sunmaktadır.
Uygarlık tarihinde her devrimin başına gelen ikilem, İslami devrimde de güçlü biçimde yaşanmıştır. Gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra, devrimin demokratik doğrultuda mı, yoksa iktidar-devlet doğrultusunda mı yaşanacağı temel sorun olmuştur. İslamiyetin doğuşundan itibaren her iki eğilim de kendisini güçlü bir biçimde hissettirmiştir. Kabile üst tabakası ve iktidar heveslileri devrimi hızla İslami saltanat haline getirmeye çalışırken, kabile alt kesimi ve köle unsurlar demokratik doğrultuda geliştirmeye büyük çaba gösterdiler.
Bu çatışma İslamın iç savaşının bir nevi ilk örneğini temsil etti. İmam Alinin (Hz. Muhammedin damadı, ilk Müslimlerden) çizgisi, sanılanın aksine radikal sol, uç veya demokratik olmayıp, mutedil bir ortayolculuk biçimindedir. Gerçek radikalizmi ve demokratizmi Hariciler temsil etmektedir. Hariciler kabilelerin en yoksul kesimlerinden oluşmaktadır. Ali’nin denge durumunda (Sıffin Savaşındaki durum) hakemlik kurumunun devreye girmesine razı olması, hem arkasındaki radikallerin (Haricilerin) ayrılmasına ve yeni bir mezhep (ilk mezhepsel oluşum) oluşturmasına, hem de Muaviye’nin daha ustalıklı iktidar hesapları yapmasına yol açtı. Sonuçta iktidar yanlıları devrimden galip çıktı. Bu üç ana akım kendilerini değişik adlar ve kavramsal içeriklerle İslamiyet’in zaferinden günümüze kadar taşımışlar, kendini aşırı tekrarlayan bir kısırdöngüyü tarihleri boyunca Ortadoğu toplumlarına yaşatmışlar; büyük iktidar savaşlarına, kanlı hanedan çatışmalarına, mezhep kavgalarına ve itikat ayrılıklarına yol açmışlardır. Sonuç, sayısız iktidarcı devletçikler, imparatorluklar, mezhepler ve tarikatlar temelinde kabile toplumsal krizinden daha ağır bir İslami toplum (ümmet) krizine geçiş olmuştur. Ortadoğu’nun günümüze doğru Batı kapitalist hegemonyacılığı karşısında ağır yenilgilere uğramasının ve altından kalkılması zor bir güncel topyekûn toplumsal kriz yaşamasının temelinde bu tarihsel gerçeklik yatmaktadır.
DEVAM EDECEK…