HABER MERKEZİ – Türk devletinin her zaman geçerli dış politika kanunlarında Kürt meselesi başat yer alır. Soykırımcı Türk devleti, kiminle nasıl ve hangi düzeyde ilişkileneceğini karşı tarafın Kürt politikasına bakarak ayarlar. Kuşkusuz ki dış politikasının yüzde yüzü Kürtlere bağlı değildir. Ancak Kürtlerin durumu taviz vermeyeceği baş meseledir. Yine bir devleti, kurumu ve ya etkili bir kişiyi Kürtlere karşıt konuma getirmek için her türlü tavizi vermekten çekinmez. Bu politikasına sayılamayacak kadar çok örnek vermek mümkündür; 1999’da Kürt halk önderliğine dönük uluslar arası komplo sürecinde Ege kıta sahanlığında Yunanistan’a, Mavi Akım projesinde Rusya’ya, verdiği tavizleri biliyoruz.
TC’nin Kürt düşmanı politikası günümüzde tavan yapmıştır. Bu politika son bir kaç yıl içerisinde Türk devletini ABD ve Rusya arasına sıkıştırmıştır. Türkiye’nin mevcut durumu kolları iki ayrı yöne giden atlara bağlanmış bir insanın durumuna benziyor. Bundan kurtulur mu yoksa ortadan ikiye mi bölünür hep birlikte göreceğiz.
Son haftalarda çok daha fazla gündem olan S-400’lerin de Kürtlerle doğrudan bir bağı vardır. Tabi ki Türkiye’nin hava savunma sistemlerini alarak savunmasını güçlendirme hakkı vardır. Ancak bu ihtiyacını üyesi olduğu NATO sistemleri yerine neden NATO hasımı olan Rusya’dan almakta ısrar ettiği sorusuna hem tarihsel hem de konjonktürle ilişkisine bakarak yanıtlamakta fayda vardır.
Türkiye’nin NATO üyeliği, Kemalist laik cumhuriyetin batı demokrasisinin bir parçası olma gayesini içeren uzun vadeli stratejisinin önemli bir parçasıdır. Türk devletinin, stratejik olarak batılılaşması hikayesi Osmanlıdan bu yana olan bir politikadır. 1830’larda başlayan Kanuni Esasiye ve Meclisi Mebusan tartışmaları, 1839’da okunan Tanzimat fermanı Osmanlının bilinen en etkili batılılaşma hamleleridir. Batılılaşma ve modernleşme Cumhuriyetin kuruluşu ile geri dönülmesi düşünülmeyen bir strateji olarak kabul edilmiş, tüm yanlış, sorunlu ve eksikliklerine rağmen bu yolda bir mesafe de alınmıştır. BM üyeliği, AB’ye üye olma anlaşmaları, AGİT üyeliği, insan hakları evrensel yasalarını kabul etmesi gibi daha bir çok batılı kurum ve anlaşmalara tabi olması, Türkiye cumhuriyetini batıya yaklaştırmış, eğitim, sağlık ve ekonomik alanlar başta olmak üzere bir çok alanda batılı kanunları ve uygulamaları kabul etmiştir. NATO üyeliğiyle de askeri olarak batı modernitesinin bir parçası olmuştur.
Erdoğan ve AKP iktidarı dönemi olan son 17 yılık süreçte ise 1800’lerde başlayan sürecin tersine yürünmektedir. Ve bu durum ciddi krizlere yol açmıştır. F-35’ler mi yoksa S-400’ler mi tartışması da batı sisteminden kopup ‘doğulu olma’ politikasının yansıyan sonuçlarından biridir. Peki bu gelişmede Kürtlerin etkisi nedir? Türk devletinin üzerinde yürüdüğü ve halen kazanımları zararından çok daha fazla olan son iki yüz yılık yoldan dönmesinde Türk devletinin Kürt düşmanı politikasının yeri nedir? Türk devletinin bu darboğaza girmesinde Kürtlerin yarattığı gelişmelerin rolü ne kadardır?
Son gelişmelerin tümünde ama özellikle S-400 meselesinde Kürt düşmanı politikasının kendisini sürüklediği noktanın birinci etken olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Türk devleti 1924’de başlattığı Kürt soykırımını tamamlamak istemektedir. Kürt ve Kürdistan adına dünyada tek bir şeyi bırakmak istememektedir. Kürtleri tümden yok ederek yurt sorununu ilelebet çözeceğine inanmaktadır. Çünkü Türklerin üzerinde yaşadığı topraklar henüz tümüyle Türklerin sayılmamaktadır. Her ne kadar uluslar arası kanunlarda, anlaşmalarda bir sorun yoksa da Rum ve Ermeni halklarını katletmesi, Anadolu’nun bu kadim sahiplerinin hafızasında Türkleri yurtlarının işgalcisi görmesine yol açmış ve bu hafıza Erdoğan ile birlikte daha da canlanmıştır. Türkler yurt meselesinde Erdoğan eliyle baltayı her iki ayaklarına da vurmaya devam etmektedir.
Kürdistan hiç bir zaman Türk egemenlerin olmadı . Olmayacak da. Fakat her ne akılsa TC Kürtleri Türk, Kürdistan’ı da Türk yurdu yapma stratejisinde yenildiği halde ısrar etmektedir. Bölge ve dünya sisteminin içinde bulunduğu krizden çıkış için arayışlarının ve yeniden yapılanmasının söz konusu olduğu günümüzde, Türk devleti Kürtleri tarihe gömmek istemektedir. Zorlandıkça bu katliam ve soykırım için üyesi olduğu batı sisteminin sahiplerinden onay ve destek alma ihtiyacı duymaktadır. Çünkü Kürt soykırımına onay veren kuruluş anlaşması Lozan’ın altında batılı devletlerin de imzası bulunmaktadır. Batılı güçler, çıkarları için Türk soykırımcılığına her düzeyde izin ve destek vermemektedir. Türk devletininse Kürt soykırımına tek başına gücü yetmemektedir.
Türk devleti birinci dünya savaşının kaoslu ortamında SSCB sistemine karşı konumlandırıldı. O dönem Ermeni, Asuri-Süryani ve Rum halklarını katletti. 2. Dünya savaşı ortamında ise Kürtleri katletti. Ve kendisini destekleyen dünya sistemine daha çok yakınlaştı. Şimdi 3. dünya savaşı ortamındayız. Yine bir kaos ve kriz içinde dünyamız. İşte TC bu pusulu hava içinde Kürtleri tümüyle bitirmek istemektedir. Bunu yapabilmek içinse her türlü çılgınlığı göze almıştır. Kürtlerin S-400 krizinden anlaması gereken şey Türk devletinin kendilerini nerede olurlarsa olsunlar, hangi parçada yaşıyorlarsa yaşıyor olsunlar onları katletmek için çok büyük riskler göze aldığıdır.
Türkiye’nin NATO’dan çıkması değil uzaklaşması bile en çok kendisine zarar verecektir. ABD ve diğer NATO üyelerinin işi altan alması da Türklerin sıkça söylediği gibi ‘Türkiye’yi gözden çıkaramazlar’ ile sınırlı değildir. ABD ve batılı diğer müttefikleri, Türkiye’nin Rusya ile aralarında gerildikçe gerilmesinde çıkar sağlıyorlar. İstiyorsa ortadan ikiye yarılmasını ya da hangi taraf bırakırsa o gerginliğin etkisiyle öte tarafın duvarına toslayarak ellerinde paramparça kalmasını istiyorlar. S-400 krizinde TC’yi yola getirmek çok kolaydır; Şayet ABD ya da diğer NATO üyeleri Türkiye’ye bir gizli toplantıda ‘bu Rusya sevdandan vazgeç yoksa PKK’yi ‘terör listesi’nden çıkarır, Kürtleri halk olarak kabul edip Kürdistan’ı resmen kabul ederiz’ demesi yeter. O toplantıdan hemen sonra tüm dengeler değişir. Türk devleti de adam gibi yerine oturur. Ama söylemezler. Çünkü ABD’nin ve AB’nin Kürtleri kabul etmesi demek, Türkiye’nin demokratikleşme kulvarına girmesi demektir. Bu da güçlü Türkiye anlamına gelmektedir. Kürtlerle barışmış güçlü Türkiye’yi de şimdilik kimse istememektedir. En başta da Erdoğan ve Bahçeli buna karşıdır. Çünkü bu ikisi Türk ve Kürt halklarının düşmanıdır.
Mehmet GÖREN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi