HABER MERKEZİ
1980 ve 1990’lı Yıllardaki Kürdistan Sosyolojisindeki Değişiklikler
Türkiye de 1980 yılında askeri cunta darbesi gerçekleşir. Darbe etkisini en fazla Kürdistan da gösterir. Kürdistan tam bir cendereye alınarak, Kürt halkı üzerinde yoğun bir devlet terörü geliştirilir. Kürdistan da özellikle köyler üzerinde yoğun bir baskı ve şiddet uygulanır. Bu şiddet terörünün bir sonucu olarak, köylerden kentlere yoğun bir göç dalgası gelişir. Göçler daha çok İstanbul, İzmir, Kocaeli, Adana, Mersin ve Antalya gibi Türkiye metropollerine gerçekleşir. Bir kısmı da Amed, Antep, Batman ve Van gibi Kürt kentlerine olur. Şehirlere göç eden insanlar, kentlerin varoş denilen kenar mahallelerine yerleşirler. Buralarda ağır yaşam koşulları altında hayat mücadelesi verirler. Kendi toprağında, köyünde ve çiftliğinde vasıflıyken, göç ettikleri yerlerde birer vasıfsız ve ucuz iş gücü potansiyeli haline gelirler. Ağırlıklı bölümü, işportacılık -seyar satıcılık yaparak yaşamlarını sürdürürler. Bunun sonucunda işportacılık adeta bir iş kolu olarak gelişmeye başladı.
Toprağından, klanından, kabilesinden ve aşiretinden kopartılan bu insanlar, gittikleri batı metropollerinde kültürel farklılıklardan kaynaklı uyum sorunları yaşadılar. Bir kimlik bunalımı sarmalına takıldılar. Oralarda doğan nesiller, kimlik kriziyle birlikte kültür buhranını da derinden yaşadı. Bir kısmı TC sömürgeciliğinin dizi-filmleri, reklamları ve teşvikiyle ahlaki düşkünlüğün dejenerasyonuna kapılarak, vicdani yokluk içinde yoz, kirli ve karanlık yaşam biçimlerine savruldular.
1990’lara gelindiğinde ise bunu kat be kat aşan büyük göçler yaşandı. Kürdistan özgürlük mücadelesi büyümüş ve gelişmiş olarak, Kuzey-Kürdistan’ın her tarafına yayılarak halk serhildanlarını ortaya çıkartmıştı. Sömürgeci Türk devleti, Kürt Özgürlük Hareketini bastırmak için denizi kurut, balığı susuz bırak anlayışıyla hareket ederek, tam bir vahşetle Kürt kırsalına yönelerek binlerce köyü yakıp- yıktı. 93 konsepti olarak bilenen bu vahşet dönemi 96-97’ye kadar sürdü. Bunun sonucunda milyonlarca Kürt göç etmek zorunda kaldı. Bu bir göçertme ve Kürdistanı insansızlaştırma harekatıydı. Bu göçlerin ağırlıklı bölümü, İstanbul, Kocaeli, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Manisa gibi Türkiye metropollerine gerçekleşirken, bir bölümü de Kürdistanın Amed, Antep, Urfa, Batman, Van kentlerine oldu. Bu devasa göç dalgası paralelliğinde, kentlerin çeperlerinde mantar gibi gecekondu mahalleleri türedi. Bazen bir gecekonduya birden fazla göçzade ailenin yerleştiği oldu. Bu göçlerin önemli bir kısmı tekstil ve konfeksiyon işlerinde ucuz (köle) işçi olarak çalışmak zorunda kaldılar. Öyle bir duruma geldi ki, bu yıllarda Türkiye metropollerinde tekstil ve konfeksiyon sektörü çığ gibi büyüdü. Bu göçertilmiş Kürt nüfusundan oluşturulan ucuz iş gücünün açığa çıkardığı bir durumdu.
Bir kısmı da inşaat sektörünün en tortu, en ağır işlerinde çalışmak durumunda kaldı. Ülkesinden, toplumsallığından kopartılmış bir şekilde Türkiye metropollerine savurulmuş bu Kürt kesimi, göç etmek zorunda kaldığı yerlerin kültürel yapısıyla çatışkı içinde kalarak, kimlik ve dil bunalımı etrafında dönüp-durdular. Metropolde doğan yeni nesil bunu daha fazla yaşadı. Bu kimlik, dil ve kültür bunalım sarmalı onları arayışa yöneltti. Bunun sonucunda, önemli bir kısmı Kürt Özgürlük Mücadelesi ile bütünleşirken, bir kısmı da giderek orta sınıflaştı ve sisteme entegre oldu. Diğer bir kısım ise, dini cemaat ve tarikatların peşine takılarak sistem içerisinde erime noktasına geldi. Azımsanmayacak bir kısım da TC sömürgeciliğinin istihbari ve güvenlik birimlerinin yönlendirme ve kışkırtmalarıyla ahlaki ve vicdani savrulma içinde yoz ilişkilere dahil olarak, gizli ve kirli işlerin piyonu ve ajanı haline dönüştü. Uyuşturucudan tutalım, fuhuş ve kumara, hırsızlığa ve tetikçilik işlerine kadar bulaştılar.
Kuzey Kürdistanın Günümüzdeki Sosyolojik Yapısı
Tarihsel süreç bağlamında anlatmaya çalıştıklarımız ve özellikle 2000’li yıllarla beraber ortaya çıkan gelişmeler, Kuzey Kürdistan’da yeni bir sosyolojik yapının oluşmasına yol açmıştır. Günümüz Kürt sosyolojisini 2000’li yıllarla beraber ele almak önemli olduğu kadar, tarihsel süreçle bağını görerek, tarihten kopuk ele almamak da bir o kadar önemlidir. Kürdistan ve Kürt halkı 2500 yıldır sömürge ve soykırım altındadır. Ve cumhuriyetle beraber sömürgecilik kurumsallaştırıldı. Kürt sosyolojisini ele alırken bu gerçekliği göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Çünkü Kürdistan’ın işgal edilip sömürgeleştirilmesiyle beraber, Kürt sosyolojisi de öz dinamikleriyle değil, ağırlıklı olarak sömürgeci güçlerin, Kürt halkına uygulamış olduğu soykırımcı-asimilasyoncu politikaları altında şekillenmiştir. Bugün Kürt sosyolojik gerçekliği içerisinde yer alan birçok anlam, yapı ve kurumsallaşma sömürgeci güçlerin Kürdistan’daki egemenliklerini sürdürmek için geliştirdikleri olgulardır. Kürt toplumunu, hakim yapı içerisinde eritmek için sürekli bir soykırım- asimilasyon cenderesinde tutmuşlardır. Bunun içinde ise, en çok Kürt sosyolojik gerçekliği ile oynamışlardır. Kültürel ve fiziki soykırımı içiçe uygulayarak Kürt toplumsal cevherini ve yapısını ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Tüm bunlara rağmen sömürgeci güçler, Kürt toplumsallığını tümden ortadan kaldıramamış, Kürtler toplumsal varlıklarını günümüze kadar sürdürebilmişlerdir. Fakat Kürt sosyolojik yapısında ve anlamsallığında ciddi tahribatlar ve parçalanmalar da yaratmışlardır. Bu gün bile bu ölümcül darbelerin kimi yaraları halen kanamaktadır.
2000’li yıllarda Kuzey Kürdistan’da açığa çıkan durum, yeni bir sosyolojik yapıyı ifade etmektedir. Bunun doğru ve derinlikli anlaşılması için öncelikle şunu vurgulamak gerekir. Uluslararası sermaye odaklarıyla küresel hegemonik güçler ve Kurgusal-Türklüğün egemen elitleri iktidar çıkarları gereği YDD ekseninde BOP-GOP doğrultusunda faşist-sömürgeci sistemi derinleştirerek sürdürebilmek için, 1980 darbesi sürecinde anlaştılar. Bu antlaşmanın gereği TC-devletini içinde bulunduğu helezonik krizden kurtarmaktır. Bu temelde hem çürümeyi ve tıkanıklığı aşmak hem finans-kapital?in küreselleşmesine entegre olmak hem de Ortadoğu bağlamında misyon ve roller üstlenmek projenin stratejik-politik işleviydi. Bu doğrultuda sistem kendini Türk-İslam senteziyle dönüşüme uğratacaktı. 1980 darbesiyle anayasal ve yasallık dahil yürüttükleri çalışmalar sonucu cemaat yapılanmasını açığa çıkarıp, önünü açtılar. Böylelikle Ilımlı-İslam (neo-liberalizm) merkezli geliştirdikleri Türk-İslam Senteziyle şekillenmiş nesilleri iktidara taşıyarak, Laik-Cumhuriyeti, Milliyetçi İslam Cumhuriyetine dönüştürerek Kurgusal-Türklüğün egemen elitlerin iktidar ve çıkar bekasını sağlamış olacaklardı. Bu dönüşüm projesi ekseninde yeşil faşizmin temilcisi olan AKP’ye MHP?nin etkin ittifakı ve CHP’nin aktif desteği sunulur. Bu iki parti adeta AKP’ye koltuk değnekleri olurlar. Yeşil faşizm öncülüğünde Kara ve Beyaz faşizm kardeşliği devlet iktidarına taşınmış olur.