HABER MERKEZİ
Siyasette ahlak ve ilke aramak günümüz gerçekliğinde, hele ki dünyanın yeniden dizayn edildiği bir dönemeçte artık lüks oldu. Zaten varlığını sömürü, işgal, talan ve soykırım üzerine kurmuş yapılardan ilkeli ve ahlaklı davranmaları da beklenemez.
Egemen güçler açısından siyaseten ilke ve ahlaktan yoksunluk karakterleri gereği anlaşılır bir durumdur. Devletin ve özelde de ulus devletin tamamen zor, şiddet ve tek tipleştirme üzerine kurulu olduğu düşünüldüğünde bunu beklemek zaten akla ziyan olur. Zira devletin ve özellikle de ulus devletin gıdası sömürü, katliam ve asimilasyondur. Ancak varlık mücadelesi veren grup, kesim ya da halklar açısından durum çok daha farklıdır.
Bu iki paradoks durum Kürdistan gerçekliğinde her yönüyle ete kemiğe bürünüyor. Ulus devlet organizasyonun nasıl bir sömürü düzeni olduğu, son yüz yılda Kürtlere uygulanan soykırım saldırılarında öğretici bir şekilde görüldü.
Ulus devlet formu, bilim ve iletişim çağıyla küçülen dünyada artık sürüdürülemez duruma gelmesine rağmen, Kürdistan’da ısrarla sürdürülebilirliğini kanıtlamaya çalışıyor.
Efrîn’den Xakurkê’ye kadar yürütülen işgal harekatı, zaman aşımına uğramış ulus devletçi sömürü sistemde Türk devletinin ısrarını ortaya koymaktadır. Sömürgeciliğin penceresinden bakıldığında gayet anlaşılır bir durumdur bu.
Ama burada anlaşılmayan şey Güney Federe Hükümetinin tutumudur. Güney Hükümeti her yönüyle akla ziyan bir siyaset yürütüyor. İşin doğrusu yürütülen bir siyasetten öte siyasetsizlik durumudur. Yüzbinlerce Kürdün kanı pahasına ortaya çıkan kısmi özgürlük ortamı açık şekilde Türk devletine peşkeş çekiliyor.
Hatırlarsınız, Neçirvan Barzani’nin bölge başkanı seçildiği gün başlamıştı Xakurkê işgal saldırıları. Aynı Neçirvan Barzani 10 Haziran’da göreve başlarken ettiği yeminde, “Yüce Allah’ın adıyla, Kürdistan Bölgesi halkının haklarını, kazanımlarını ve yine birliği ve beraberliği ile çıkarlarını koruyacağıma, bana verilen yetkiyi dürüst ve samimiyetle yerine getireceğine yemin ediyorum. Allah yardımcımız olsun” diyordu.
O halde böyle bir yemin eden birisine sorulması gereken sorular vardır:
1- “Kürdistan bölgesinin halkının haklarını korumak” bölgeyi Türk devletinin işgaline açmak mıdır?
2- “Dürüst olmak” kendi halkı açlıktan ülkesinden kaçarken, her gün Türk devletinin savaş uçakları tarafından bombalanırken, dünyanın sayılı zenginleri arasına girme yarışı vermek midir?
3- “Halkın birliği ve beraberliğini ve çıkarlarını korumak” ülkeyi sömürgecilere satmak mıdır?
4- Değilse eğer, Neçirvan Barzani ettiği yeminin gereği olarak bu işgale karşı çıkmak zorunda değil midir?
Çıkmak zorundadır. Çıkmazsa tüm Kürtlerin kaybetmesine, ama en fazla da Güney Kürdistan halkının binlerce bedel uğruna elde ettiği kazanımların kaybedilmesine sebep olacaktır.
Şunun iyi bilinmesi gerekir; Güney Kürdistan’ı siyasi ve ekonomik olarak ipotek eden, binlerce MİT mensubuyla, askeri üsleriyle ablukaya alan Türk devleti, kendilerinin verdiği destekle Xakurkê’yi kalıcı olarak işgal edebilirse, sonraki gün başkanlık edecekleri bir bölge olmayacaktır. Xakurkê alınır ve PKK’ye darbe vurulursa Türk Devleti ikinci gün tüm kazanımlara yönelecektir. Yıllardır Kerkük’te hazırlanan çeteler talimat verildiği an iş başına geçeceklerdir. Üslerde bekletilen askerler bu kez yönlerini şehirlere çevireceklerdir. Durum bu kadar nettir.
Herşey misak-ı milli sınırlarına varma çabası içindir. Güney Kürdistan’ı Federe statüsünü “hata” olarak nitelendiren Erdoğan ikinci gün bu hatayı telafiye etmeye girişecektir.
Ama eğer ki Güney Kürdistan Hükümeti tüm bu gerçekleri görür, edilen yeminin gereği yerine getirilir ise o zaman Efrîn’den Xakurkê’ye varan işgal saldırıları boşa çıkartılabilir ve Kürtler bedeli ağır olsa da büyük ve kalıcı kazanımlar elde edebilirler. Bu mümkündür. İşte tam da bunun için ilkeli ve ahlaklı bir siyaset ve ulusal mücadele zorunludur. Bu zorunlulukla en fazla da karşı karşıya olan Güney Federe Hükümetidir. Yine Güney Federe Hükümetinin TC ile mevcut işbirliğini terk etmesi için tüm Kürtlerin daha gür ve etkili mücadele etmeleri gerekmektedir.
Not: Neçirvan Barzani’nin yemin törenine Mevlüt Çavuşoğlu’nun da çağrılmış olması, her tarafta Türk ordusu tarafından Kürtler katledilirken tek kelimeyle utanç verici bir durumdur. Bunu siyaset olarak lanse eden aklın zerr-i mıskal kadar ilkeli olmakla alakası yoktur.
Halit ERMİŞ/Yeni Özgür POLİTİKA