HABER MERKEZİ
Kürt halkı, önderlerinin yetersizliğine, zamanı ve toplumu yorumlamaktan uzak dar görüşlülüklerine rağmen, kendisine dayatılan soykırıma karşı direnmiştir. Örgütsüz, öndersiz, hem coğrafi hem de mezhepsel olarak parçalı, dağınık ve yerel kalan bu direnişlerin başarı şansları yoktu. Nihayetinde sert bir biçimde ezilmekten, soykırıma uğramaktan kurtulamadılar. Dersim direnişi, bu direnişlerin sonuncusuydu ve yenilgisinin acısı hepsini katlar durumdaydı. Faşist soykırımcı inkâr ve imha siyaseti, Dersim direnişinin ezilmesinden sonra, daha büyük bir güvenle Kürdistan üzerine yürümüş, yok saymayı, yok ederek gerçekleştirmek istemiştir. Bu tarihten itibaren Kürtlük ağza alınmayacak bir kelime haline getirilmiştir. Kürtlüğü ağzına alan, Kürtlük davasını yürütmek isteyenlerin sonu zindan ya da sokak ortalarında kurşunlanarak katledilmek olmuştur.
Kürt halkının karşısına her zaman bir korku duvarı çıkarılmıştır. Durduk yerde zulüm uygulamalarıyla geçmişte yaşanan vahşetler hatırlatılarak korkutulmaya, sindirilmeye ve inkârın bir yaşam biçimi olarak kabullenilmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Sonuçta oluşan kişilik; kendi gerçeğinden kaçan, tarihsel ve toplumsal yapısına sırtını dönen, dil ve kültürel yapısından, geleneklerine bağlı anne, baba ve atalarının varlığından utanan, Türklüğe büyük bir özenti duyan ve ona koşan, kısacası kendisi olmaktan çıkmış, acayip bir varlık olmuştur. Bundan dolayı soykırımcı faşist Türk ulus devleti, Kürtlük diye bir şeyin kalmadığını, öldüğünü, gömüldüğünü, üzerinin betonlandığını ve bir daha da ayağa kalkamayacağı tezlerini dillendirmiştir. Ağrı direnişinin bastırılmasından sonra, zamanın gazetelerinde Ağrı Dağı’nı bir mezara benzeten ve mezar taşı üzerinde de; Muhayyel Kürdistan burada metfundur yazısı bulunan bir karikatür yayınlanmıştır. Bu karikatür soykırımcı faşist Türk ulus devletinin Kürt halkı hakkındaki hükmünün ifadesi olarak dile gelmiştir. 1970’lere gelindiğinde bunun gerçekleşmesine neredeyse ramak kalmış durumdaydı. Ta ki Önder APO’nun bu gidişata müdahale edene kadar, Kürtlüğü sahiplendiği, özgürlük mücadelesini başlattığı ve PKK’yi yarattığı zaman ki Kürdistanın ve Kürt insanın durumu buydu. Bundan dolayı Önder APO, direniş sonrası geride kalanları; KILIÇ ARTIĞI olarak tanımlamıştır.
Kılıç artığının psikolojisi, yenilgi psikolojisidir ve bu yenilgi psikolojisini kendisiyle de sınırlı tutmaz, sonraki kuşaklara da aktarır. Kürtlükten ve Kürdistan’dan her bahsedildiğinde karşımıza çıkan; dedelerimizin babalarımıza, onların da bizlere ısrarla anlattıkları, kılıcın gücü ve onunla baş edilemezliği olmuştur. Hep şu söylenmiştir: Şeyh Said başaramadı, Seyit Rıza başaramadı, siz nasıl başaracaksınız. Yenilgi, başarısızlık ve soykırım öne çıkarılarak inançsızlık, başarıya olan güvensizlik bulaşıcı bir hastalık, bir mikrop gibi Kürt toplumuna yayılmıştır. Sonraki kuşaklar, önceki kuşakların yaşadıkları acı deneyleri dinleyerek, yenilgiyi yaşayan kuşaktan daha tedirgin bir ruh haliyle, kendi toplumsal gerçekliğinden kaçmaya başlamışlardır. Günlük olarak karşılaşılan bu söylemde umutsuzluk, inançsızlık, yenilgi, teslim olma ve kaderine razı olan bu ruh hali vardır ve bu sonraki kuşaklara da taşırılmıştır. Kılıç artığı, kılıca karşı söz söylemeyi, başkaldırmayı, karşı koymayı düşünmez. Kılıcın kırılabileceğini aklına bile getirmez. Karşı koyuşta kılıcın aynı acımasızlıkla çalışacağını ve bundan kurtuluşun olmadığını düşünür. Dolayısıyla da ne olması ve ne yapması gerektiği değil, kendisine gösterilen ve söylenen ne ise onu bilir, onu yapar. Bu derece düşkün hale gelen insanın felsefesinde ülke, halk, özgürlük, eşitlik, adalet vb. insanı insan yapan temel kavramların fazla yeri ve anlamı olmaz. Önderlik; Kürdistan’da kendisine ihanet etmeyen tek kişi kalmamıştı derken, bir gerçeği en yalın haliyle dile getirmiş oluyordu.
Önder APO PKK’nin kuruluşuna doğru ilk adımları atacağı zaman, Kürdistan’da gerçek durum buydu. Kürdistan adına hareket edenlerin Kürdistanı ve Kürt halkını özgürleştirme gibi ne bir amaçları, ne bir programları, ne de bir örgütlülükleri vardı. Kürdistanın ve Kürt halkının yaşadığı durumu doğru tanımlamadıkları gibi, talepleri de Kültürel Soykırım Kıskacındaki Kürtleri Savunmak bir yana, soykırımcı rejimin inkâr ve imha siyasetini hızlandırmaya hizmet edecek olan taleplerdi. Kürdistana yol, su, elektrik taleplerinin, soykırımcı rejimin asimilasyon politikalarını derinleştirmekten, inkâr ve imhaya sonuç alıyorum anlamında daha fazla sarılmasından başka bir işe yaramadıkları açıktır. Kürt halkının durumu orta yerde durmasına ve herkes de bunu görmesine rağmen, sahiplenen olmamış, Kürt halkı yok olmanın eşiğine gelmiştir. Önderlik bu durumu haklı olarak; ?Herkes Kürt sorununun ne olduğunu görüyordu, ama sahiplenmiyordu. Ben sahiplendim, üzerimde kaldı? diye değerlendirmiş, eleştirmiştir. Önderliğin üzerinde kalan, bu herkesin gördüğü ama sahiplenmediği sorun, özgürlük mücadelesinin geliştirilerek, PKK’nin oluşumunu, baş aşağıya giden Kürdistan tarihinin rayına oturtulmasını ve yok oluşun eşiğinde olan Kürt halkının da dirilişin sembolü haline getirilmesinin mücadelesine dönüştürülmüştür.
Kuşkusuz PKK’den önce de Kürt halkı ve tarihi vardı. Her ne kadar soykırımcı rejim inkâr etmiş olsa da, Kürt halkı diye bir varlık ve on binlerce yıla dayanan bir tarihi vardır. Ancak, bununla beraber Kürt halkı ve tarihi yok olmanın eşiğine de gelmişti. PKK bu baş aşağıya giden ve yok oluşun eşiğine gelen tarihe bir müdahaleydi. Bundan dolayıdır ki, Kürt halkı ve tarihi değerlendirildiğinde, PKK bir imleç gibi öncesini ve sonrasını gösteren parametre olmuştur: Eski Kürt-PKK Kürdü tanımlaması yeniden yaratılan toplumsal gerçekliği, değişim-dönüşümü dile getirir. Kürdistan tarihinin de PKK öncesi ve sonrası diye ayrıştırılması da, aynı toplumsal değişimi anlatır. PKK’nin doğuşunun Kürdistan tarihi açısından bir milat olduğu rahatlıkla söylenebilir. Önderliğin Kürdistan tarihini ve yaşanan gelişmeleri; Biz sıfırdan aldık, bu aşamaya getirdik? değerlendirmesi, bu gerçekliğin ifadesidir. Kısacası bu tanımlamaların kendisi bile, PKK’nin Kürdistan tarihi ve toplumsal yapısında yarattığı değişim ve dönüşümü anlatmaya yetmektedir.
Bir toplumu yeniden yaratmak demek, toplum içi ilişkilerin düzenlenmesinden tutalım kişilik ve karakter kazandırmaya, beğeni ölçülerini değiştirmeye, kısacası yaşama bakış ve yaşayışına kadar bütün bir değişimi ifade eder. Bunu toplum mühendisliği biçiminde ele almamak gerekir ki, PKK’nin yaptığı da toplum mühendisliği değildir. PKK’nin yaptığı; soykırımcı faşist Türk rejiminin inkâr ve imha politikalarıyla elinden almaya çalıştıklarını, Kürt halkına geri verme ve bu anlamda yeniden öze dönüştür. Soykırımcı rejim sömürü sistemini oturtmayı ve sürdürmeyi sağlayabilecek bir kişiliği Kürt halkına dayatırken, PKK, dayatılan bu kişiliği ve ölçüleri reddetmiş, estetikten yaşama kadar, yeni ölçülerle toplumu yeniden kendi olma sürecine evriltmiştir.
Soykırımcı rejim; beğeni ölçüsü olmayan, kendisi için değil, düşmanı için yaşayan, dilini konuşamayan, kültürünü yaşayamayan, alaya alınıp aşağılanan, ama buna rağmen bir öfke ve tepkisi olmayan, ülke ve halk nedir bilmeyen, ülkesi talan edilirken sessiz ve tavırsız kalan, ama bir karış toprak ya da daha basit gerekçelerden hareketle kapı komşusuyla, kardeşiyle kanlı-bıçaklı olan, ülkesi için bir damla kan dökmezken, basit gerekçelerden hareketle kan dökmekten çekinmeyen, düşman askerine karşı reflekssiz, ama komşusuna, kardeşine karşı gözü kara, düşmanın dayattığı yaşam kalıplarının dışına çıkamayan, geleceğe umutla bakamayan, günü birlik yaşayan, namus mefhumunu kadında bulan, düşmanın ona uyguladığı iktidarı misliyle kadın üzerinde uygulayan, özgürlüğe yabancı vb. daha sayılabilecek bir yığın özelliği Kürt halkına dayatmıştır. Düşmanının dayattığı bu özellikleri yaşayan bir toplumun kendisi olmaktan çıkacağı, başkalaşıma uğrayacağı ve toplumsallığını yitireceği açıktır.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN