HABER MERKEZİ – Kürt toplumunun var oluşu proto-tip anlamında zaman olarak binlerce yıl öncesine dayanır. Kök toplum denilen ilk ahlaki-politik formun beşiklik ettiği mekân da Toros-Zagros dağ etekleridir. İktidar tekeline dayalı sosyal bilimcilerin çokça gözden kaçırdığı veya gözden kaçırttığı zaman-mekân ikilisi ve gerçekliğidir. Nitekim zaman ve mekândan kopuk var oluş tanımı da yapılamaz. Bu nedenle öyle bir ideoloji oluşturula gelmiştir ki 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren Kürtlüğün varlığı tartışma konusu edilmiş ve Kürtlere dönük kırımdan, katliamdan geçirmenin yanı sıra koyu bir inkârcılık sürdürülmüştür. Varlık konusunu açımlarken elbette Kürtlerin var olup olmadığını irdelemeyeceğiz. Var olan zaten vardır ve tarihte ne yaşanmışsa o olmuştur?.
Bir halkı soykırıma uğratmanın biricik örneği Kürtler şahsında bir de inkâr boyutudur. Pek çok halk, etnisite, kabile katliamdan kırımdan geçirilmiş, asimilasyona uğratılmıştır. Ancak yok hükmüne getirilmemiştir veya sözde kavramı sık sık ona ilişkin her cümlenin başına konulmamıştır ve hiçbir birey kendi varlığını tartışma konusu haline getirecek konuma çekilmemiştir. Var olanın, olmadığına dair oluşturulmaya çalışılan teoriyle birlikte tarih ve bilim en geri ve çarpık dönemini yaşamıştır/yaşamaktadır. Bu yaklaşımı basit bir inkârcılık veya hegemonların, bilimcilerin bilememezliği olarak ele alamayız.
Zaman, oluşu ifade eder. Zamanın durması yok olma halidir. Duran hiçbir şey yoktur, her şey hareket halindedir. İnatla en hareketsiz ve durgun görülen koca kayalıklar bile hem görünürde hem de atom altı parçacıklar halinde müthiş bir hareket sahibidir. Peki, neden doğada, evrende hareketlilik, bir anlamda değişim vardır ve neden her şey kendi içinde farklı bir karaktere sahiptir?
Evrendeki muazzam çeşitliliğe ve oluşuma baktığımızda, bilmek ve anlamak evren için müthiş bir tutku gibidir. Çünkü ancak var olan/değişen biliniyor, anlaşılıyor. Değişmeyen bir anlamda insan nazarında yokluktur. Bu yokluk da tam olarak erişilemeyen ve tam olarak bilinmeyendir buna evrenin özü veya ebed-ezel olan denilebilir.
Değişim olmadan varoluş gerçekleşmez. Değişim sayesinde fark yaratılır. Fark ile birlikte bilinç gelişir. Bilince çıkartma dediğimiz durum, fark etmedir. Herhangi bir şeyin veya düşüncenin bilinmesi ancak farklılıkla mümkündür. Örneğin doğada her şey aynı renkte, aynı tonda ve aynı biçimde olsa görünür olabilir miydi? Yine, eğer ölüm olmazsa yaşam fark edilebilir miydi veya son olmazsa başlangıç olabilir miydi? İnsan toplumsallığı da farklılık ve çeşitlilikle oluşa gelebilmiştir. Diller, renkler, kültürler doğa gibi bir renk cümbüşünde olmazsa bilinç de gelişemezdi. Bilinç form kazanmadır. Evrendeki enerji veya öz form kazanarak kendini bilinir, anlaşılır kılmak istemiştir. Çünkü anlamak özgürlüktür. İşte bu nedenle de özgürlük, özün gürce akmasıdır.
Bu anlamda diyebiliriz ki, Kürtü yok saymak, özgürlüğünü elinden almak bilinci(kültürünü, dilini, ahlakını, iradesini, düşünce ve ifade gücünü) yok etmek anlamına gelmektedir. Kürt halkı fiziki soykırımın yanı sıra kültürel soykırımla da yok edilmeye çalışıldı, ancak hem jeopolitik hem sosyolojik özelliklerinden dolayı Kürtlük yok edilemedi. Bu da özünde bilincin yok edilememesidir.
Burada akla gelen sorular: Böylesi bir soykırıma rağmen Kürtler nasıl oldu da varlığını koruyabildi ve neden yok sayma Kürt’e dönük gelişti?
Tam da bu noktada, tarihsel ve toplumsal anlamda insanlığın ve Kürtlüğün bilinç kazanma serüvenine bakabiliriz. Toplumsal tarih elbette bize ezberletildiği gibi değildir ve elbette tarih tanrılardan, krallardan, isim yapmışlardan, tekel sahiplerinden ve egemen erkeklerden ibaret değildir. Bu nedenle pozitivist bilimci yorumlarla toplum ve tarih anlaşılmaz. Tarihsel serüven ele alınırken pek çok kez mekân-zaman göz ardı edildiği için ya dümdüz ilerleyen ya da hep kendini tekrar eden bir tarihsel bakış açısı oluşturulmuştur. Bu nedenle bilinen tarih Sümerlerle başlatılmıştır ve tarihin hep ilerlediği savunulmuştur. Tarihin hep ileriye doğru gittiğini savunmak, yalnızca yanlış bir felsefi bakış açısı değildir. Egemenleri meşrulaştırmanın ve onların en iyi olduğunu, kesintisiz savunabilmek için tarih ilerleyen olmalıdır! Yoksa her yeni gelen egemenlikçi tahakküm sistemi kabul gördürülemez.
Yine, eski olan geri; yeni olan ileridir algısıyla, günümüzün korkunç tüketiciliği ve geçmiş-şimdi-gelecekten kopukluğu sağlanmıştır. Tarihin canlılığı, tarihin günümüzde de vuku bulduğu iyi anlaşılmadan, sezilmeden, hissedilmeden ne doğru bir tarih yorumu ne günümüze ilişkin doğru bir tahlil ne de sorunlara dair bir çözüm geliştirebiliriz.
Kürt toplumsallığına bakarken doğru bir tarihsel bakış açısı yakalayabilmek önemlidir. Bu anlamda ilk elden mevcut tarih yazımların satır aralarını okumaya çalışabiliriz. Bakmamız gereken odak noktaları sistem ideologlarınca yanlış yönlendirilmiştir. Örneğin mevcut tarih okumalarında odak noktası resmi uygarlıkken, süregelen demokratik uygarlık güçleri görmezlikten gelinmiştir; krallar gitmiş-gelmiş, ama halklar neler yapmış, neler yaşamış veya kültürler nasıl bir seyir izlemiş bahsedilmez. Bu nedenle halkların, kültürlerin, kadınların, direnenlerin tarihini bütünlüklü araştırma, inceleme ve yorumlama çabamızı daha da geliştirmeliyiz. Rêber APO, bizlerin nasıl bir bakış açısı geliştireceğine ve olayları nasıl okumamız gerektiğine dair tüm yöntem zenginliklerini ve büyük oranda tarihsel verileri sunmuştur.
Bu bakış açısını yakalama çabasıyla Kürt toplumunun tarihsel serüvenine bakmaya çalışacağız.
En eski insan kalıtlarının Afrika’da bulunduğu söylenir. Oradan doğuya, batıya, kuzeye doğru bir yayılım vardır. 60 bin yıl önce ise dilin oluştuğu söylenir. 20 bin yıl önce Dördüncü Buzul Çağının sonlarına gelinmesiyle buzlar erimiş; yüksek tepelere, kutuplara doğru çekilmiştir. Değişen iklim koşullarıyla birlikte insanlığın kültürde zenginleşmesinin koşulları daha da oluşmuştur. Bu dönemde belirginleşen dil ve kültür gelişimlerini görmek mümkün. Rêber APO; 3 temel dil ve kültür oluşumundan bahseder. Bunlardan biri Semitiktir; gelişimi, o dönem ormanlık olduğu düşünülen Doğu Afrika Rif Hattından Büyük Sahra ve Arabistan Yarımadasına doğrudur. Semitik kültür, daha çok çobanlık, aşiret ve sonrasında hanedanlık kültürüyle ifadesini bulur. Günümüzde varlığını korumuş bilinen semitik kültür ve dil grubuna ait halklar; Akad, Babil, Asur, İsrail, Arap halklarıdır. Arap ve İbrani halklarında hala da çok etkili olan kabile-aşiret kültürü yaklaşık on bin yıl öncesine dek uzanan Semitik kültüre dayanır.
Öte yandan da Verimli Hilalde M.Ö. 10 bin ve 4 bin yıllarında iyice belirginleşen dil ve kültür grubu olan Aryen, Semitikliğin aksine tarıma dayalıdır. Aryen ve Semitik kültür öncekilerini aşan ve günümüze dek süregelen kültürlerdir. Bunların dışında Önderlik, 9 bin yıl öncesinde gelişen bir üçüncü dil ve kültürden(Ural-Altay) bahseder. Bu kültür de Sibirya’nın güney eteklerinde gelişir. Moğol, Tatar, Türk, Japon, Kore, Vietnam hatta kimi görüşlere göre Eskimo ve Kızılderili kültürü de bu gruba dayanır. Ural-Altay; Semitik ve Aryenik kültür kadar olmasa da hem resmi uygarlık tarihine hem de ana nehir olan neolitik devrim tarihine katkıları olmuştur.
Devam Edecek…
KOMÜNAR