HABER MERKEZİ
‘‘Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.’’ Edip CANSEVER
Çocuk istismarı hepimizi etkileyen toplumsal bir sorundur. Ülkemizde aile içinde, okullarda, sağlık kurumlarında, yurtlarda, cezaevlerinde; yani her yerde cinsel istismar görülebilmektedir. Son dönemlerde gündeme daha fazla gelmekle birlikte; aslında her dönemde vardır ve sandığımızdan daha sık yaşanmaktadır. Haberlere yansıyan aslında buz dağının görünen kısmıdır, diyebiliriz. Biz bu yazı üzerinde çalışırken bile yeni bir istismar haberiyle ve istismarcı erkeği aklayan tutumlar, yasalar, düzenlemeler ve söylemlerle karşılaşmaktayız. Devlet kurumlarının çocuk istismarı konusundaki tutumunun açıkça istismarcıdan yana olduğu bugünlerde böyle bir yazı yazmak ve bu konuda bizler ne yapabiliriz üzerinde tartışmak daha da gerekli hale geliyor.
Çünkü çocuk istismarını tartışmak, aynı zamanda kadın sorunundan cinsel şiddete; iktidarın sürdürdüğü beden politikalarından eğitim, sağlık gibi tüm toplumsal sorunlara kadar pek çok konuyu tartışmak anlamına geliyor. Bu amaçla bu yazıda, güncel gelişmeleri ve tarihsel süreçleri harmanlamaya çalışarak çocukluk kavramına ve çocuk cinsel istismarına değineceğiz. Cinsel istismara devletin, toplumun ve ailenin yaklaşımlarını tartışıp; çocukların cinsel istismardan korunmaları için aile, toplum ve devlet kurumlarınca yapılması gerekenleri ve çözüm önerilerini ortaya koyacağız. Son olarak da çocuğun kendini koruyabilmesi için yapabileceklerini tartışacağız.
Tarihte Çocuk İstismarı
Çocuk istismarına dair en eski bulgu Mısır’da ortaya çıkarılmıştır. Araştırmacılar ilk bakışta bir farklılık gözlemleyemediği ‘Defin 519’ olarak adlandırdıkları mezardaki iskeleti topraktan arındırdıklarında kollarındaki kırıkları fark ettiler. Defin 519 ola- rak adlandırılan mezarda yatan çocuğa röntgenle çeşitli test ve analizler yapıldı. Yapılan araştırmalar sonucunda ‘Defin 519’un kendi kendini onarmak için çaba sarf ettiği fark edilmiştir. Yaraların farklı iyileşme dönemlerinde olması tekrarlanmış kasti travmanın olduğunu ortaya koymuştur.1
Çocuk istismarına, insanlık tarihi boyunca her kültürde ve yazılı tarihin başlangıcından itibaren çeşitli kaynaklarda rastlanmasına karşın insanlığın konuya dikkati son yüzyıl içinde çekilebilmiştir. Victor Hugo ve Charles Dickens’in romanlarında çocuk istismarı ayrıntılı ve çok boyutlu bir şekilde işlenmektedir.
Tıbbi literatürdeki ilk tanımlama ise 1860 yılında Tardieu tarafından yapılmıştır. Tardieu, 1860 yılında Paris Tıp Akademisi’nde ilk kez çocukların cinsel ve fiziksel istismarına değinirken, Caffey 1946 yılında kemik kırıkları ile subdural hematom (sert zar altı kan birikimi) saptanan çocuklarda “Caffey Sendromu” ve Kempe 1961 yılında “Hırpalanmış Çocuk Sendromu” tanımlamasını yapmışlardır. Eş zamanlı olarak “Child Abuse” teriminin de kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Garbarino ve Gilliam 1980 yılında çocuğa karşı yapılan uygunsuz ve zarar verici davranışların özellikle uzmanlar tarafından tespit edilmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Ensest ( aile içi istismar) ise binlerce yıldan bu yana bilinmekte, birçok tarihi kitaplarda resmedilerek dikkat çekilmekte ve failleri lanetlenmektedir.
Tarihsel açıdan bakıldığında Peru, Mısır ve Japonya’da kraliyet ailesinin saflığını korumak adına bu yolun meşrulaştırıldığı görülmektedir. Sofokles’in Kral Oidipus Tragedyasında Oidipus’un istemeden babasını katlettikten sonra öz annesi ile evlendiği ve daha sonra da gerçeği öğrenerek kendi gözlerini kör etmek suretiyle kendisini cezalandırdığından söz edilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde sekiz yaşındaki bir kız çocuğuna üvey annesi tarafından uygulanan fiziksel istismar (dayak) ilk çocuk istismarı olgusu olarak 1874 yılında kaydedilmiştir. Mahkemeye intikal eden ve olayın faili olan üvey annenin 1 yıl hapis cezası ile sonuçlanan bu olaydan 8 ay sonra ise, davanın avukatlığını yapan E. Gerry tarafın- dan ilk çocuk koruma derneği kurulmuştur.
Türkiye’de ise çocukların korunmasına yönelik olarak hizmet veren ilk kurum, kurtuluş savaşında yetim kalan çocukların korunması ve yetiştirilmesi amacıyla 1921 yılında Himaye-i Etfal Cemiyeti adıyla kurulan şimdiki adıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu-SHÇEK’tir. 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 78 ülke temsilcilerinin katılımıyla “Çocuk Hakları Evrensel Bildirisi” oy birliğiyle kabul edilmiştir. Türkiye, 1990 yılında imzaya açılan “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni ilk imzalayan ülkeler arasında yer almakla birlikte, sözleşme ancak 1994 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından; üç maddeye çekince koyup onaylanarak 27 Ocak 1995 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 4058 sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşerek uygulanmaya başlanmıştır. 1991’de tıp doktoru, pedagog, psikolog, hukukçu ve gönüllüler tarafından kurulan “Çocuğu İstismardan Koruma ve Rehabilitasyon Derneği-ÇİKORED”, konuyla ilgili olarak Türkiye’de kurulan ilk dernektir.
Günümüzde ise çocuk haklarının korunması ile ilgili çalışma yürüten pek çok sivil toplum örgütü bulunmaktadır. Geçtiğimiz günlerde kapatılan Gündem Çocuk Derneği başta olmak üzere, doğrudan ya da dolaylı olarak, çeşitli boyutlarda çocuklarla çalışan sivil toplum örgütlerinin çok değerli çalışmaları bulunmaktadır. Bilgi üniversitesinin Çocuk Çalışmaları Birimi-ÇOÇA, doğrudan çocuklarla temas ederek çocuk haklarının bilinilirliğini arttırmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin çalışmaları, hem devleti politikalar üretmeye zorlamak hem de toplumsal duyarlılığı arttırmak konusunda önemli bir yerde dursa da devletin bu konudaki tutumu tartışmaları geriye düşürmekten öteye gitmemektedir.
Sarya Gören