HABER MERKEZİ
Tüm sistemler ve toplumsal inşalar oluşumları sürecinde kadının konumu ve onun etrafında örülecek toplum yaşamı konusunda kendi zihniyet kalıplarını yaratmaya çalışır ve aslında sürdürülmesindeki başarısını bu konudaki inandırıcılıklarıyla, güçlü kurumlaşmalarıyla sağlarlar.
Günümüzde kadının statüsü, aile içinde ve dışında kadın ve erkeğin rolleri, kadının ezilmişliği, erken evlilikler, cinsiyetler arasındaki farklar, kız ve erkek çocukların eğitimi ekseninde ele alınmaktadır. Bu tartışmaların kapsamı şudur: Kadının durumunda görece bazı iyileştirmeler yapılarak aslında sorunun derinliği de gizlenmeye ve sistem sınırları içinde bir çözüm gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki ataerkil kültüre dayalı cinsiyetçilik, aile ve hiyerarşik kurumlaşmaların aşılması hedeflenmeden bu tartışmalar pek anlamlı olmamaktadır.
Ataerkil toplum yapısıyla inşa edilmiş kadın statüsü bin yılları bulan süreçte hiç değişmeden devam etmekte, kadının temel rolü sistemin sürdürülmesinde uysallaştırılmış ve boyun eğerek bu duruma göre oluşturulmuş kadın gerçeği olmaktadır. Kadın iyi bir eş, erkeğin karısı, iyi anne, ucuz iş gücü, erkeğin cinsel arzularının karşılayıcısı olarak kendisine belirlenen kimliği içselleştirmiştir. Toplumda aile kurumsallaşmasının ve erkek iktidarının üzerinden sürdürüldüğü temel nesne halindedir. Bunun yanısıra devletçi ve iktidarcı sistemin en dipteki kölesidir. Üzerindeki sömürü ve köleleştirme her zaman iki boyutlu olarak geliştirilmiştir. Bu biçimiyle hem erkeği sisteme bağlayan bir güç olarak inşa edilmiş hem de tüm köleliklerin temelini oluşturmuştur.
O zaman sorunun kapsamını dar ele almak yerine doğru tanımlamak ve doğru tartışmak önemlidir.
KADIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ veya SORUNUNU TARTIŞMAK
Kadın statüsünü ve özgürlüğünü tartışmaya herkes çok heveslidir. Ama işin özüne değinmeye kimse yanaşmaz.
Egemenlikli sistemin zirvesini ifade eden kapitalizmin en çok yaptığı da bu konuyu oldukça süslü ve “çekici” bir konu olarak insanların önüne sürmesi ve bu konuda kafa karıştırmasıdır. Üzerinde en çok konuşulan ve bu şekilde de aslında nesneleştirilen bir kadın gerçeği söz konusudur. Kadın hakkında kadınların konuşmasına ve karar almalarına, özgür olmalarına izin verilmediği gibi bu konuda büyük bilinç çarpıtmalarının yaratıldığı bir gerçektir. Kapitalizmin en büyük marifeti liberal ideolojilerle yanılsamalar yaratarak sorunların kökeninden ve çözümünden uzaklaştırmasıdır. Bu anlamda ele aldığı sorunu köksüzleştirme, bireysel sınırlar ve çözümler temelinde iyileştirme görüntüsü vermesi karşısında hala da ciddi bir aydınlanma söz konusu değildir. Bunda topluma karşı dayattığı savaş halini daha da incelterek ve görünmez kılarak gizleme gücü kazanması önemli olmaktadır. İçinde olduğumuz yüzyılda özel savaş yöntemleriyle bu savaş hali derinleştirilmiş ve toplum kendi öz değer ve kültüründen kopartılarak, hücrelerine bölünerek bütünselliğini ve çözüm gücünü yitirmiştir. Bilimsellik iddiasıyla ortaya çıkan sistemin aslında birçok sorunun çözüm potansiyelinin de açığa çıktığı günümüzde sorunları bu şekliyle karanlıkta bırakması da bilinçli bir yaklaşımın sonucudur.
Kadın sorunu, erkek egemenlikli sistemin gelişiminden beri sürekli düşüş ve kaybediş halindeki bir toplum sorunu ve radikal bir özgürlük konusu olarak ele alınmak yerine etrafında dönülen, çok fikir öne sürülen ve bireysel sınırlara hapsedilerek değerlendirilen bir alan olmaktadır. Ve belki de en çok çarpıtmanın geliştiği alandır.
O zaman sorunun özü kadının kurulmuş yapı içindeki statüsünü iyileştirme ve sistemle daha fazla bütünleşmesini, sistem değerlerini özümsemesini ve bunun bir parçası olması için daha fazla toplumsal ve siyasal alana katılımın sahibi olmasını sağlamak değildir. Biliyoruz ki günümüzde toplum ve siyaset alanı tümüyle erkek egemen zihniyetle ve iktidar alanı olarak işlemektedir. Kadın değerlerine dayalı demokratik bir sistemin kuruluşu ve erkek egemenlikli sistemin ortadan kaldırılması sorunu konunun özüdür. Yani devletçi ve iktidarcı yapılar kadın özgürlüğünün olduğu kadar toplumsal özgürlüğün de düşmanı ve önündeki temel engeldir. Bu yapılar aşılmadan ve bunlarla mücadele yürütülmeden gerçek bir özgürlük mümkün değildir. Böyle baktığımızda kadın açısından gerçek sorun erkek egemen sistemdir. Onun kurumlaşmalarıdır. Devlettir. İktidardır. Savaş ve şiddet eksenli paradigamalardır. Bunu içselleştiren ve buna göre egemenlik dayatması içinde olan erkek gerçeğidir. Erkek zihniyetinin aşılması sorunudur. Topluma dayatılan soykırım, kültürel yok etme, toplumun ahlaki ve politik dokusunun yok edilmesi, bireycilikle toplumun parçalanmasıdır. Bu da insanlığın varlık koşulu olan toplumsallığın ortadan kaldırılmasıdır ki toplumsallık kadın zihniyetinin temelidir ve kadına karşı gelişen saldırılar onun toplumsallığına saldırı ile iç içe yürümektedir.
ATAERKİL SİSTEMDE KADIN STATÜSÜNÜN İNŞASI
Neyin reddedilmesi gerektiğini anlamak ve nereden başlayacağını bilmek önemlidir. Kadının en başta kendini ve zorunlu olarak içine düştüğü bu kaderi reddetmesini sağlayacak bir aydınlanmaya ihtiyacı var. İnsan olarak bu eşitsizliğin kaynaklarını sorgulamak, özgür yaşamanın gerekliliklerini anlamak, içine düşürüldüğü koşulları yaratan tüm bilmelerle savaşma cesareti göstermek özgürlüğün ilk adımlarıdır…
Her şeyin ataerkil ev düzeninin gelişmesiyle başladığını biliyoruz. Kadın sistemi ve kadın kültürüne karşı EL UBEYD KÜLTÜRÜ veya HANEDANLIK KÜLTÜRÜ dediğimiz hiyerarşik yapılanmayla. Devlet öncesi hiyerarşinin kurumlaşmaya başladığı dönemde klan-kabile düzeninde erkeğin öne geçtiği ve kadının tek eşlilik ile erkeğe bağlandığı yaşam düzeni oluşmaya başladı. Kadının özgürlükçü yaşam sistemi, kurduğu denge bu durumda kadın aleyhine bozuldu. Erkek kadını hakimiyeti altına almak, mülk biriktirmek, artı ürünü gasp etmek ve gasp ettiklerini kendi soyundan olanlara servet olarak bırakmak istiyordu. Bunun için önce aileyi, ardından da devleti icat etti. Devlet üzerindeki iktidar gücünü yürütmek için toplumdaki erkeği ailedeki iktidar odağı haline getirdi ve kendine ortaklar yarattı. Yani köleleşme ve egemenlik pek çoğunun söylediğinin aksine sınıflarla değil kadınla başladı, ardından toplumdaki diğer kesimler ve doğa üzerinde uygulanmaya devam etti.
Sonrasında kendisini farklı isimler altında farklı sistemler olarak sunan tüm egemenlikçi yapılar birbirini tekrar ve kopya ederek erkek egemenliğini, devleti, iktidarı ve savaşları geliştirdikçe geliştirdiler. Kadınların, halkların, ezilen sınıfların kölelik ve sömürüsünü de gittikçe derinleştirdiler. Kapitalizmin bunu zirvede yaptığını da günümüzün tüm acılı, savaşlı ve katliamlarla dolu gerçeğinde görüyoruz. Her şey gibi tüm bu uygulama ve insanlık dışı yaşam gerçeği de mantıksallaştırılarak toplumlara kabul ettirilmeye çalışılıyor. Tıpkı kadının bin yılları bulan ezilmişliğinin ve müthiş düzeydeki cinsiyetçiliğin izahlarla mantığa büründürülmesi ve kadına, topluma kabul ettirilmesi gibi.
Egemen sistemin kadın ve erkek bireylerin zihinlerine yerleştirdiği kodlamaları çözmekle cinsiyetçiliğin aşılması mümkün olabilir. Kadınlığa ve erkekliğe dair cinsiyetçi kodlamalar aynı zamanda bu rollerin nasıl uygulanacağının da temelini ortaya koymaktadır. Kadın zihniyetindeki kendine ve erkeğe dair cinsiyetçi algılamalar erkek aklının ürünleri olarak gelişmiş ve kadına da yedirilmiştir. Adına ister kader, ister biyolojik gerçekliğin ister kadın doğasının sonuçları densin hepsi de aynı aklın uydurmalarıdır. Bunlar hem baskı ve şiddet yöntemleri ile hem de bin yılları bulan ideolojik inşalarla yaratılmıştır. Mitolojiler, gelişen felsefeler ve bilimsel izahlar hep kadının köleliğinin meşrulaştırılması ve egemenliğin haklılığını ispatlama üzerindendir.
En başta gelişen ideolojik inşa erkeğin tanrılaştırılmasıdır. Ve bu kodlama egemen erkek sisteminin inşasının temeli olarak da bin yıllardır sürdürülmektedir. Köleci sistemin inşasıyla başlayan erkek tanrılaştırması kadının tanrıçalık ve yaratıcılık vasıflarını erkeğe ve egemenlere maletme çabasının sonucudur. Bu bin yıllarca süren kadın kültürüne karşı büyük bir savaş ve darbe anlamına gelmektedir. Bunda başarılı oldular ki bugün tapınılan, korkulan ve itaat edilen tanrı bir erkektir ve erkeğin ihtiyaçları ve egemenliğini kurumlaştırmaya dönük bir düzen kurulmuştur. Kadın erkeğin kaburgasından, onun eki ve başının derdi olarak varolmuştur. Tüm günahların ve suçların kaynağıdır. Kendini affettirmesi, suçlarının sonucu olarak mevcut durumu kabullenmesi, itaat etmesi ve sorgulamadan kabul etmesi gerekir. İşte bu algılar başlı başına mücadele edilmesi gereken hususlar olarak karşımızdadır.
Kadının köleleşme süreci sistemin yürütülmesinin temel ayağı olarak gelişmiştir. Geleneksel kadınlıkla donatılarak sistemin kölesi haline getirilen kadın, kadınla sisteme bağlanan erkek, kadın etrafında kurulan aile düzeni, kadın emeği ve yaratımlarına el koyarak devam eden bir sistem, kadın bedenini bir sömürü alanı haline getirerek kendi varoluşunun temel esaslarını bile ticaret konusu haline getirmiş korkunç bir insanlık gerçeği ile karşı karşıyayız. Kapitalist sistem kadının kölelik statüsünü derinleştirmekte kendinden önceki dönemlerden kat kat fazla rol oynamıştır. Kadının ruhunu yok ederek tamamen içini boşaltmayı hedefleyen bu sistem kendini en özgürlükçü olarak göstermede de oldukça başarılı olmuştur.
KADININ STATÜSÜNÜN SİSTEMİ BESLEME VE KORUMADAKİ ROLÜ
Kadının ataerkil sistemdeki konumu bu sistemin sürdürülmesinde araçsallaşmasıyla belirleniyor. En zayıf ve itaatkar olduğu durumdan, en aktif ve güç olduğu duruma kadar her pozisyonu sisteme eklemlenmeye çalışılıyor. Ailedeki anne konumu, kocanın karısı olma durumu, toplumdaki sessiz emekçiliği, cinselliğine dayalı olarak kışkırtıcı ve elde tutucu pozisyonu, tüm ticaretlerin konusu olması, erkeğin sisteme bağlanmasının aracı olması… Her şekilde kadın statüsü sistemin hizmetine koşturuluyor. Kadın konusunda hiçbir boşluk bırakmamak, tüm ideoloji ve iktidar sistemlerinin en temelde bu konuda katı kurallar belirlemeleri, yasa ve düzenlemeler yapmaları oldukça anlaşılır.
Kadın toplumsal kuruluşta yok sayılacak ve reddedilecek bir unsur olmadığına göre bu yeni sisteme nasıl entegre edilmeli sorusu önemlidir. Tüm kadınların buna birden ve tümüyle tabi olmadığını, binyılların bu çatışmayla geçtiğini mitolojik anlatımlardan ve eski dönemlere ait kazılardan çıkan buluntulardan anlıyoruz.
Kadınların ataerkil sistemdeki statüleri nedir sorusuna verilecek çok net bir cevap vardır. Kadınlar bu sistemde köledirler. Üzerinde çağdaş ve çağ dışı, modern ve klasik her anlamda her türlü uygulamanın sürdürülmesine izin verilen kölelerdir. Erkeğin keyfine ve istemine bağlı olarak her türlü egemenlikli politika ve uygulamanın hedefi konumundalar. Savaşta savunmasız, saldırıların hedefi olan, toplumda ataerkil geleneklerin devamını sağlamakla görevli, kutsal aile kandırmacasının temel yürütücüsü, erkeğin karısı, çocukların anası, dayakla yola getirilen insan, reklamlarda satış nesnesi, güdülerin körükleyicisidir. Erkek kendi mutlak hakimiyetine dayalı sistemi kurumsallaştırmaya çalışırken kadının gücünden de güçsüzlüğünden de faydalanıyor. Modern toplumda kendine güvenen, istediğine sahip olmaya çalışan, iktidardan nasiplenmiş ve kendini böylece diğer hemcinslerinden üstün gören ve böylece özgürlük yanılsaması yaşayan, karşı cinse kendi gücünü ispatlayarak öne çıkmış ve artık küçümsenmeyecek, ciddiye alınacak cins!
Gerçek olan şu ki kadın kapitalist modernist sistemde egemen erkek çıkarları neyse ona göre hep yeniden dizayn edilen, ayarlanan, üzerinde oynanan bir nesne konumunda. Tecavüz kültürünün derinleşmesiyle aile içi şiddet, kadın cinayetleri, namus-töre adı altında gelişen katliamlar, yoğun şiddet uygulamaları en çok dile gelen ve görünür olan kadın saldırılarıdır. Ancak bununla birlikte kadın kimliğine, kültürüne, ruhuna ve kişiliğine dair ciddi saldırı, yok etme ve kırım dayatması söz konusudur. Bu kimliksizleştirme, hiçleştirilmeye karşı durmak ancak kadın kimliğinin yeniden inşası ve özgürlüğünün doğru tanımlanması ile olabilir.
Leyla Gabar
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi