HABER MERKEZİ
Sovyetler’in Kürt direnişine karşı tutumu oldukça olumsuzdu. Sovyetler, statükocu yaklaşıyordu. 1958 darbecilerinin şoven ve diktacı karakterleri ortada olmasına rağmen General Abdülkerim Kasım’ı Kürtlere karşı destekledi. Irak ordusunu silahla donattı. 1963 ve 1968 Baas darbelerinden sonra bu destek daha da arttı. Sovyetler Birliği, Irak Baas rejimiyle stratejik, ekonomik, siyasi ve askeri işbirliği anlaşması imzaladı. Sovyetlerin desteklediği Irak Komünist Partisi, Kürt mücadelesini dünya devrimine ihanetle eşdeğer gördü. IKP bu değerlendirmesi doğrultusunda Kürtlere karşı Baas’ın yanında savaştı. Kürtleri karşı devrimci diye arabaların arkasında sürükledi. Irak’ın Baas’ı, IKP ve bölgedeki yandaşları tarafından ‘sosyalist’ olarak nitelendiriliyordu. IKP’nin bu şoven ve saldırgan tutumu KDP’nin de hesabına geliyordu. Aslında Sovyet destekli Komünist Partilerin çoğunun Kürt hareketlerine yaklaşımları şovence olmuştur. Öcalan, bu süreci, “Kürt halkının beyninin bir tarafını Barzani, diğer tarafını da Irak Komünistleri çürüttü” sözleriyle değerlendirecekti.
Kürdistan parçalanmıştı. Egemen devletlerin tümü de bu statükoyu korumak istiyordu. Ama buna rağmen Kürt hareketlerinden taktik araç olarak yararlanma yoluna gidiyor, birbirine karşı kullanıyor, tehlikeli boyuta gelince aralarında anlaşıp boğuyorlardı. Irak, SSCB’ye dayanmıştı. Üstelik 1959 yılında CENTO’dan çıkmıştı. O halde ABD’ye dayanan İran ve Türk devleti bu rejime karşı olan direnişi desteklemeliydi. Ancak sözkonusu direniş Kürtlere ait olunca başarılı olmaması için her şeyi yapmalı, aynı zamanda Irak rejimiyle işbirliği de yapmalıydılar. Barzani hareketine İran ve Türkiye’nin tutumu tam da bu eksende seyretti.
KDP’nin dostları ve düşmanları
KDP’nin politikaları dış güçlere kullanma olanağı veriyordu. Barzani zaten çoktan ABD’ye bağlanmıştı. Şah ve CIA yardım ediyor, danışman yolluyor, silah veriyor, ama başarılı olamayacakları kadar. KDP’nin karargahında her zaman Türkiye’nin MİT, İran’ın SAVAK ve ABD’nin CIA ajanları vardı. Barzani bu durumu, ”Araplar’ın düşmanı, benim dostumdu” sözleriyle izah edecekti. Barzani’nin Türk devletine bakışı da değişmiş, babasının onlar tarafından asıldığını unutmuştu; “Türk devleti dosttu, her kim Türkiye’ye düşmanlık yapıyorsa o aynı zamanda Barzani’nin düşmanıydı” diyordu.
Kürdistan, KDP eliyle Türkiye, İran ve Irak’ın at oynattığı bir merkez haline gelmişti. Bu ilişki çok yönlüydü. Türkiye ve İran, Güney direnişinin Kuzey ve Doğu Kürdistan’a sıçramasını ya da etkilemesini önlemeye çalışıyorlardı. Mustafa Barzani Mahabad’da kurulan Kürdistan Cumhuriyeti döneminde ABD’yi, ABD’de de onu keşfetmişti. Dönemin ABD’nin Tahran Büyükelçisi George V. Allen, “Aman bu adamı kaçırmayın, aman bu aşireti kaçırmayın” diyordu. Nitekim Henry Kissinger’e yazdığı yakarış dolu mektuplarda, son umutlarının ABD olduğunu yazıyor, verdiği destek sözlerine bağlı kalmasını istiyordu.
İran Şahı ile Saddam’ın anlaşması
Kürt sorunu ağır, direnişi ‘’tehlikeliydi.” Güney’deki direnişin uzun sürmesi hem Bağdat, Ankara ve Tahran rejimlerinin, hem de ABD ve Sovyetlerin hesabına gelmiyordu. 6 Mart 1975 tarihinde İran Şahı ile Bağdat rejiminin perde arkasındaki asıl adamı Saddam Hüseyin bir araya geldiler. İmzalanan anlaşma karşılığında Kürtlerin mücadelesi masaya yatırıldı. Buna göre peşmergeler silahsızlandırılacak, en az 10 yıl Kürdistan’a dönmelerine izin verilmeyecekti.
Zaten İran Şahı Barzani’ye açıkça ”Irak ile ilişkilerimizi kurduk, bundan sonra Kürt hareketini desteklemem mümkün değil” diyerek hareketini dağıtmasını istemişti. KDP de hiç itiraz etmeden şu cevabı verir: ”İran’ın ve Şah’ın yararına olan, bizim de yararımıza olduğuna inanıyor ve kabul ediyoruz.”
KDP yönetimi yayınladığı bildiride halkın önüne iki seçenek koydu: Ya teslim olunacak, ya da göç edilecek. KDP zaten ikinci yolu seçmişti. İntihar eden peşmergeler çoktu, çünkü KDP halkı umutsuzluğa sürüklemişti. Onbinlerce peşmergesi, milyonlarca doları, yüzbinlerce silahı olmasına rağmen, sırf İran Şahı istedi diye Barzani kendi eliyle hareketi tasfiye etti.
Gelenektendi; ABD ”dostlarını” hemen terk etmezdi. Onları ülkelerine yerleştirir, bakar, beslerdi. Nasıl olsa bir gün tekrar kullanabilirdi. Barzani, yenilginin arifesinde Kissinger, Nixon ve daha sonra Carter’e yazdığı mektuplarda, ”ABD ve İran’ın şeref sözüne güvenerek direnişe girdiğini” söyleyerek sitem eder. Topraklarından uzak bir şekilde Mustafa Barzani, 1 Mart 1979 günü Washington’da bir hastanede öldü.
Aşiretler arası çatışmalar
Kürdistan’ı sömürgeleştiren ülkeler Kürt halkına karşı aralarında sürekli anlaşıyorlardı. Gerek ABD, gerekse Rusya’nın politikaları ve sömürgeci yönetimlere destekleri Kürtler aleyhine işleyen bir faktördü. Ama Kürdistan’daki işbirlikçi yapı, bunlardan kaynaklanan politikanın direnişe damgasını vurması ve ulusal birliği baltalayan iç çatışmalar her zaman yenilginin asıl belirleyici yönünü oluşturmuştur. Dış faktörün Kürt sorununun çözümünde rolü büyüktü, bazen uygun koşullar yaratıyor, bazen de durumu oldukça ağırlaştırıyordu. Ama her zaman belirleyici olan bir halkın iradesi, örgütlenmesi ve mücadelesidir. Bu yerine getirildi mi, hiçbir güç belirleyici olmaz.
Halbuki KDP hep egemen devletleri esas aldı. KDP, Kürdistan sorununun özüne sadece Güney’i koymuştu. Bu modeli de tüm parçalara dayatarak bir de bu yönlü sorunu ağırlaştırıyordu. KDP’de somutlaşan politikanın en belirgin özelliği egemen güçlerle işbirliği yapmaktı. İkinci özellikleri ise iç çatışmalardır. Çünkü parti politika ve yönetimleri aşiretler arası denge ve ayrıcalıkları üzerine oturtulmuştu. İç çatışmaların ürünü olarak öncülük sürekli bölünüyor, çatışmalar süreklileşiyordu. Bu bölge ülkelerine zemin yaratıyordu. Örneğin Barzani aşiretiyle kavgalı Rêkanî, Bradost, Zêbarî aşiretleri Bağdat yönetimiyle işbirliğini tercih etmişlerdi. Diğer bir özelliği de şuydu; işbirlikçi modeli tüm Kürdistan’a dayatıyor, bu politikalarıyla çelişme durumunda komplo ve cinayetlerden geri durmuyorlardı. KDP’nin bu özelliğine dayalı pratiği içinde İran ve Türkiye istihbaratları SAVAK ve MİT sürekli vardı.
Örneğin Barzani, İran-KDP’sine sürekli karşı oldu. Aslında İ-KDP’yi bitiren, paramparça eden Barzani oldu. KDP daha sonra diğer Kürdistan parçalarında kollar oluşturmaya, ulusal yöndeki gelişmeleri frenlemeye ve diğer parçalardaki potansiyeli Güney’e aktarmaya çalıştı. Kuzey ve Rojava’dan binlerce Kürt yurtseveri Güney Kürdistan’ın direnişinde yer aldı. Bu iki parçanın halkı yıllarca direnişi maddi ve manevi olarak besledi. Yapılan sadece bir yurtseverlik görevi değildi. Çünkü Kürdistan’ın geleceği bir parçanın sorunu değildi, tüm parçaların sorunuydu, tüm parçalarda mücadele olmalıydı. Hatta sorun tüm bölge halklarını ilgilendiriyor ve uluslararası boyutu genişti.
MİT talimat verdi KDP kurşuna dizdi
KDP, 1963 yılında Kuzey Kürdistan’da Türkiye-KDP’sini kurma çalışmalarına başladı. Bu çalışmayı başlatanlar 1925 direnişi ve ayaklanmasında Şeyh Said’in katipliğini yapmış olan Liceli Fehmi Fırat, Ömer Turhan ile Sait Elçi’ydi. 1965’te kurulan T-KDP’nin başına Faik Bucak getirildi. Parti esas olarak Güney’deki direnişin desteklenmesini ve Kuzey’de de bir takım reformları hedefliyordu. Partinin kuruluşu ve amaçları mektupla Barzani’ye iletilmiş, destek istenmişti. Bu mektubun yazılmasından üç ay geçmeden 4 Temmuz 1966’da Faik Bucak Türk devleti tarafından öldürüldü. Faik Bucak cinayetini organize eden KDP’ydi.
Kuzey Kürdistan’ın koşulları farklıydı. Bu parça hem nüfus hem de coğrafya olarak en büyük parçaydı. Ayrıca Kuzey’in toplumsal koşulları da farklıydı. Türk devleti denetim sağlamış, topluma nüfus etmiş, sosyal yapıda asimilasyonun tahribatlarının yanında belli bir sosyal ayrışma yaşanmış, çağdaş bir özgürlük mücadelesini göğüsleyebilecek kesimler uç vermeye başlamıştı. Kürt sorununun çözümünün önündeki en büyük güç olan Türk devleti bu parçaya egemendi. Bu özellikler ölçüt alındığında Kuzey Kürdistan’da mücadelenin geliştirilmesi tüm Kürdistan parçalarındaki mücadelenin başarısı açısından zorunluydu. Çünkü Bakûrê Kürdistan hep merkez konumundaydı ve bugünde de bu rolünü sürdürüyor.
T-KDP’nin kuruluşu
T-KDP içerisinde Kuzey’de de mücadele geliştirme yönünde düşünceler biçimlenmeye başladı. Bu gelişme hem MİT’i hem de KDP’yi, özellikle baba Barzani’yi çok rahatsız etti. Sonra T-KDP’nin yöneticileri bu amaçlar doğrultusunda 1968 yılında Güney Kürdistan’a geçtiler. Geçenler arasında Dr. Şivan (Sait Kırmızıtoprak) Çeko (Hikmet Buluttekin), Brusk (Hasan Yıkılmış) vardı. Aynı yıl kağıt üzerinde kalmasına rağmen Dr. Şivan, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurdu. KDP’yle ilişkiler ve Kuzey’de mücadeleyi geliştirme tartışmaları burada da sürdü. Türk devleti ve KDP henüz gelişmekte olan bu hareketi tasfiye etme kararı aldılar. Çelişki kanlı bitmişti, bu tartışmada Barzani’ye bağlılığı temel alan ve muhtemelen T-KDP’nin çalışmalarını salt bununla sınırlamak isteyen Sait Elçi, diğerleri tarafından vurulmuş (31 Mayıs 1971), bu olay üzerine Barzani, Dr. Şivan, Çeko ve Brusk’u kurşuna dizdirmişti.
1971-75 yılları arasında T-KDP’nin sekreterliğini yapan Kurtalan’lı Derweşê Sado, o dönem bu komplonun içindedir. Sado, MİT’ten Barzani’ye mektup getirmiş, bu mektuptan sonra infazlar gerçekleşmiştir. KDP, T-KDP’yi dağıtmıyor, yurtseverleri kurşuna diziyor, örgütün başına bir MİT ajanını getiriyor. Bu yöntem, MİT ve KDP’nin daha çok hesabınaydı, çünkü bu yolla örgütlenebilecek potansiyel denetlenebilecek, pasifize edilebilecekti. O dönem Barzani’nin yardımcılarından olan ve 1975 yenilgisinden sonra Rojava’ya yerleşen Ali Sincari, Barzani’nin Derweşê Sado’ya ‘’MİT ile birlikte çalışın’’ dediğini açıkça söylemektedir. Bu talebi Barzani’nin politik kıvraklığıyla değerlendirmek yanlış olur. KDP hedefini sadece Hewler-Duhok’la sınırlamış, diğer parçaları gözardı etmiş, o parçaları elinde tutan devletlerle işbirliği içinde olmuş ve o parçalardaki Kürt halkının potansiyelini denetleme misyonunu da üstlenmişti.
T-KDP artık tümüyle MİT’in denetimindeydi. 1925-40 direnişlerini bastıran Türk devleti, Kürt aşiret egemenlerini kendine bağlamıştı. Aşiretlerin çıkarını temsilden yola çıkan bir örgütün varacağı başka bir yer olamazdı. Zaten örgütü yurtsever bir yönde gelişmeye sürükleyecek kadrolar da MİT ve KDP tarafından tasfiye edilmişti.
Sami Abdurrahman sınır hattında
I-KDP-Geçici Komite 26 Mayıs 1976 yılında kuruldu. 1975 yenilgisine rağmen bazı peşmergeler silah bırakmamış, direnişe devam etmişlerdi. Bu tür gruplar; Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca hudutu boyunca yerleşmişlerdi. Bunlara Botan’dan halk destek oluyor, hatta bizzat katılıyorlardı. İşte Geçici Komite’nin kuruluşuna yol açan bizzat bu direnmeydi. GK’yi kuranlar Barzani’den onay aldıklarını söylüyorlardı.
GK’nin başına 1970 Kürt otonomi yönetiminde Kürdistan İşleri Bakanlığı’nı yapan Sami Abdurrahman vardı. Abdurrahman konusunda kuşkular vardı. Kimi iddialara göre Irak istihbaratının adamıydı. Ama şurası gerçekti ki Sami Abdurrahman, KDP’nin İsrail bağlantısıydı. GK bazı uygun fırsatlar ele geçirmişti. Örneğin 1975 yenilgisinden ders alarak direnişi yeni bir temelde örgütleyebilirdi. Bu yönlü bazı uygulamaları olmuş, ancak bunlar biçimde kalmıştı. GK, iç çatışmaları temel almış, Türk devletini esas almış, yine diğer parçaları yedek olarak görmüştü. Üstelik Kuzey’deki sosyal ayrışmayı dikkate alarak T-KDP’nin iş yapamazlığını gözönüne alarak KUK’u (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları) oluşturmuştu. GK, üslenmek için ilginç bir yer seçmişti. Bu yer Uludere-Çukurca ilçe sınırlarının Habur suyu üzerinde kesişme noktasının kuzeyinde, yani Kuzey Kürdistan sınırları içindeydi. Bu üslenme TC’nin onayı ile olmuştu. GK’nin kuzeydeki en büyük destekçileri Jirkî, Kaşurî ve KUK’tu.
1975 yenilgisinin hemen ardından kurulan Celal Talabani öncülüğündeki YNK de toparlanmaya girişmişti. Bu süreçte diğer Kürdistan parçalarında da bir hareketlilik yaşanıyordu. İran’da Şah ve ABD aleyhtarı mücadelenin alevlenmesi üzerine İ-KDP ve Komela belli bir toparlanma içine girdiler. İ-KDP’nin en ileri ilişkileri Irak yönetimi ve Sosyalist Enternasyonal’di.
Rojava’da ‘sağ’, ‘sol’ ayrışması
Rojava’da ise büyük ayrışma yaşanmıştı. Kürdistan’ın bu en küçük parçasında sosyal ayrışma hızlı olmuş, köylülük ve aşiretçilik çözülmüş, büyük bir aydınlanma ortamı doğmuştu. Bu parça coğrafik özellikleri, nüfus küçüklüğü ve üzerindeki Arap egemenliğinden olacak ki örgütlenme ve mücadelede 2012 Temmuzu’na kadar hep diğer parçalardaki gelişmelere bağlı kaldı.
1957’de kurulan ve I-KDP’nin etki ve çizgisinde olan S-KDP (Suriye Kürdistan Demokrat Partisi) 1958 yılında geri bir adım atarak adını Suriye Kürt Demokrat Partisi olarak değiştirdi. Kürtler bu değişiklikle ulusal hakları olan bir halk yoğunluğundan çok, kültürel hakları olan bir azınlık durumuna düşürülüyordu. Bu çelişki nedeniyle parti 1965 yılında ”sol” ve ”sağ” kanat olarak ikiye bölündü. Kanatlardan biri Talabani’ye dayanırken, diğer kanat KDP’ye dayandı. Aslında bu bölünmenin doğrudan Talabani-Barzani çekişmesi ve müdahalesiyle bağlantısı vardı. İki kanattan ayrılanlar 1970 yılında Suriye-Kürdistan Demokrat Partisi’ni kurdular. 1975 yılında partinin sağ kanadını oluşturanlar Suriye İlerici Kürt Demokrat Partisi’ni (Hamid Haci Derviş kanadı) oluşturdular. Sol kanatta yer alanlar ise 1980 yılında Suriye Kürt Halkçı Partisi’ni (Salah Bedrettin) oluşturdular.
Rojava’da örgütsel gelişme ve bölünmeler giderek etkisini hissettiriyordu. Bu süreçte YNK ile I-KDP’nin etkisi ve entrikaları çok etkiliydi. Ayrıca bu bölünme ve örgütlenmeler üzerinde Suriye istihbaratının çok belirgin etkisi vardı. Bu etki nedeniyle olacak ki, Rojava’da halk bu örgütlere hiçbir zaman itibar etmedi.
Faik Bucak nasıl katledildi?
- 1989 yılında yayın hayatına başlayan Yeni Ülke Gazetesi sahibi Serhat Bucak Şam’da 1993’ün Mart ayında PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşür. Bu görüşme Yeni Ülke Gazetesi’nde yayınlanır. Söyleşide, Serhat Bucak T-KDP’nin kurulma sürecini ve partinin lideri Avukat Faik Bucak’ın nasıl katledildiğini detaylıca anlatır.
T-KDP’yi kurma fikrini ilk ortaya atan Liceli Fehmi Bilal’dir. Liceli Fehmi Bey, Şeyh Sait Hareketine fiilen katılmış ve Şeyh Sait’in katipliğini yapmıştı. Şeyh Sait başkaldırısının bastırılmasından sonra uzun müddet dağlarda kalır. Sonra af yasasından istifade ederek dağdan iner, ömrünün sonuna kadar Kürt halkına adar.
Liceli Fehmi Bey, 1960’lı yılların başında Güney Kürdistan’da KDP öncülüğünde başlatılan hareketin de etkisi ile Kuzey Kürdistan’da da böyle bir partinin kurulması ve Kürt halkının kendi öz örgütü etrafında örgütlenmesi fikrini ortaya atan ilk insandır. Bu fikrini ilk önce Sait Elçi ve Ömer Turhal’a açar. Halktan belli bir taban vardır. Kendilerine önderlik yapacak bir aydın arıyorlar. Liceli Fehmi Bey, Faik Bucak’ı öneriyor, ona gidilmesini istiyor. Sait Elçi ve Ömer Turhal kendisi ile görüşüyorlar. Faik Bucak ilk önce böyle bir görevi kabul etmiyor. Zaman ve zeminin uygun olmadığını söylüyor. Ancak daha sonra partinin tüzük ve programını bizzat kaleme alarak son şeklini veriyor, partiye katılıyor.
T-KDP 11 Temmuz 1965 tarihinde kuruluyor. Henüz dışa yönelik faaliyetlere başlanmamıştı. Sait Elçi, Rojava’ya gelip S-KDP ile görüşüyor. Pratikte kendilerine yardımcı olacak bir eleman istiyor, partinin mührünü de Türkiye’de olanaklar kısıtlı olduğundan, Suriye’de yaptırıyor.
1965 yılında seçimler öncesi Faik Bucak’a TİP’te yer alması için teklif yapılıyor. Diyarbakır Dilan Sinemasında yapılan bölge toplantısına davetlidir. Konuşma yapmak üzere kürsüye davet ediliyor. Yaptığı konuşmada Kürt sorunu konusunda program üzerinde anlaşma sağlanmadan TİP’e destek verilmesinin mümkün olamayacağını belirtir. Bu konunun yakın tanığı olan M. Zana, “Bekle Diyarbakır” adlı kitabında bu konuda detaylı anlatımı yapmıştır.
1965 yılının sonlarında T-KDP’nin kurulduğu, bizzat Faik Bucak tarafından kaleme alınan bir mektupla, I-KDP’ye bildirilir. Mektupta T-KDP’nin Güney Kürdistan’daki silahlı mücadeleyi desteklediği, diğer Kürt partilerinin de kardeş parti olarak kabul ettiği, Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürt partileriyle ilişki içerisinde olacakları bildirili.
1966 yılı Mayıs ayında Faik Bucak, Sait Elçi ve bir diğer kişinin Kobanê’ye gelip bazı kişilerle temasta bulunduklarını biliyoruz. Mayıs ayının sonlarına doğru Cizre-Silopi hattında bir haftalık bir gezi yapılıyor. MİT bu seyahati adım adım izliyor. Ayrıca bu dönemlerde Bucak ailesinin içerisinde kan davası var. İki taraf arasında kıyasıya bir mücadele var. Bir kesim Faik Bucak ve akrabalarını 1960 ihtilalinde MGK’ya, “Kürtçü” olarak ihbar ediyor. Taraflar arasında temeli buna dayanan bir kan davası sürüyor. Bu kan davası fırsat bilinerek bir provokasyon hazırlanır. 4 Temmuz 1966 tarihinde saat on sıralarında Urfa’nın Karaköprü mevkiinde Faik Bucak’a karşı suikast düzenlenir, Faik Bucak yaralanır. Arabada iki oğlu ve amcasının oğlu da vardır. Faik Bucak, 5 Temmuz 1966 tarihinde hayatını kaybeder.
Bu olaydan önce, Urfa Jandarma Alay Komutanı Albay Sami Tümerkan ile aralarında çok sert bir tartışma geçer. Faik Bucak Albaya, “Apoletlerini sökeceğim” der. Albay, “Göreceğiz bakalım, gücünüz yeterse apoletlerimi sökersiniz” diye yanıtlar. Suikasttan bir gece önce büyük oğluna, “Yarın Siverek’e gideceğiz. Yolda herhangi bir şey olursa metanetinizi kaybetmeyin” der. Ertesi gün ise suikast yapılır. Hatta yola çıkmadan önce birkaç kişi yola çıkmamasını söyler. Faik Bucak ise “Ben demir leblebiyim, kimse beni yutamaz, cenazem yerde de olsa kimse gelemez” der.
Yarın
KDP, Pastarlarla birlikte Kürtlere karşı savaştı
Yeni Özgür POLİTİKA/İsmet KAYHAN