HABER MERKEZİ
Günümüzde kadınla ilgili tartışmaların merkezinde eşitlik konusu vardır. Kadın hakları konusu etrafında yürütülen bu tartışmaların hemen hepsi sistemin çarpıtmaları ekseninde ilerlemektedir. Kadın sorunu bir toplumsal sorun, bir özgürlük sorunu, doğru yaşama sorunu ekseninde ele alınma ve çözümlenme yerine mevcut sistem içinde birey hakları diye bahsedilen yurttaşlık hakları çerçevesinde ele alınıyor. Ki bu da kişinin devlet ve iktidar karşısında tanımlanmasından öte bir şey değil, toplumsallığından koparılmış ve yalnızlaşmış bireyin devlet tarafından yutulması anlamındadır. Böyle bakınca Avrupa kadın hakları ve yaşamı konusunda son derece özgürlükçü ve bunu yaratmış durumda görülüyor. Tüm dünyada bu kıstasları uygulama ve buna göre yaşama konusunda geleneksel toplum sistemlerindeki kadın algısını değiştirme çabası var. Dinin, gelenek ve göreneklerin kadın etrafında kurduğu zincirleri kırmak, kadını herkesin alımına ve kullanımına uygun hale getirmek en önemli hedef. Bunu da toplumsal sahaya kadını çıkarmakla yapıyorlar ki tümüyle ele geçirdiğine inandığı kadını öne sürmekten ve belirlenen sınırları aşmaktan çekinmiyor.
Kadının eşitlik sorunu mu özgürlük sorunu mu diye sormak gerek. Kadın aile içinde, devlet ve siyaset alanlarında, çalışma alanlarında ve haklar bakımından erkekle eşitlendiğinde bu özgürlük oluyor mu? Kadını devlet koruması ve yasaları ile eşitlemeye çalışan bir anlayış ile devlete ait olmuş bir kadın gerçeği oluşmayacak mı? Kadını ailenin, kocanın ve geleneklerin baskısından zaten bunları yaratan ve sürmesi ile kendi geleceğini garantileyen sistem kurtarabilir mi? Ya da kurtarmak ister mi?
Tüm bunlara rağmen kadın köleliğini radikal bir şekilde çözümleme ve ataerkil sistemin aşılmasını gündeme almak gerekirken bunun yerine erkek egemenlikli sistem gerçeğini sorgulamadan kadın özgürlüğünü erkekle eşitlik konusu üzerinden ele almak veya kadını devlet ve iktidar içinde güç haline getirmek çabası büyük bir saptırmadır.
Kadının eşitlik ve haklar mücadelesini tümden yadsımak ve boş görmek değil amacımız. Özgürlük için eşitlik de bir koşul ve ön aşama olabilir. Ama özgürlük sorunu doğru tartışılmadığı ve kadının nerede kaybettiği anlaşılmadıkça çözüm de gelişemez. Eşitlenmekle özgürlük sorunu çözümlenmiş yanılgısına düşülür.
Kadınların özgürlük mücadeleleri çeşitli isimler ve biçimler altında devam ediyor. Tümden sistemin kendi kadın projeleri ile yürüyor demek eksik bir tanımlama olacaktır. Farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda hep sürdü ve sürüyor. Erkek egemenliğine, köleleşmeye, katledilmeye, baskı ve şiddete karşı bir direniş var. Kadın sorunu olarak gündeme giren tüm egemen erkek uygulamalarıyla mücadele konusunda bir arayış da var. Ancak kadının özgürlüğünün ne bireysel özgürlükle, ne tek başına eğitim hakkı kazanmakla, ne ekonomik bağımsızlıkla ne de kaba erkek düşmanlığıyla yaratılamayacağı görüldü. Devletten, sistemden, kocadan ve geleneklerden yardım beklemenin ve talep etmenin de anlamsız ve sonuçsuz olduğu görülüyor.
O zaman öz iradesine dayanarak, gücünü açığa çıkararak, örgütlenerek, zorluklara göğüs gererek ve kadın özgürlüğünün önündeki temel engelleri doğru tanımlayıp bunlarla güçlü bir savaşım vererek mücadeleyi yükseltmek önem kazanıyor. En önemlisi de alternatif sahibi olabilmek. Ve özgürlüğün karşıtı olan tüm güçlerle savaşımı mücadelesinin merkezine almak. Özgür yaşam kadın açısından tek alternatif. Ama bu alternatifi ete kemiğe büründürme ve sistem olarak inşasına soyunmak bir görev. Tüm kadınların önünde duran bir görev bu. Bunun için egemen erkek zihniyetinin kadına sunduğu alternatiflere karşı koyma cesareti ve kadına biçilen rollere karşı çıkma, tüm kadınların ortak mücadelesi, radikal bir örgütlenme ve eylemlilik sahibi olmak gerekli.
NEREDEN BAŞLAMALI; KODLAMALARI KIRMAK
Toplumsal sistemler zihniyet inşaları ile gelişiyor. Yani yeni sistem ve toplumsal kuruluşu tasarlamak ve buna göre kendini örgütlemek, çevresini örgütlemek, bunun maddi yapısını açığa çıkarmak, zihniyet inşalarını geliştirmek mevcut toplumsallığa bir müdahaledir. Her yeni düşünce bir müdahale olarak gelişmiştir. Kendini örgütleyebilir ve bunun koşullarını değerlendirerek yapabilirse yeni bir inşaya yol açar. Yapamazsa yenilmiş veya sonuçsuz bir çaba olarak tarihte yer alır.
Erkek egemen sistem kendini iktidar, devlet ve şiddet ekseninde örgütledi. Bunu yapmak için zihniyetin esnekliğine ve ideolojinin gücüne dayandı. Herkes “burada kadının suçu neydi?” onun peşindedir. Ve tüm izahlar bunun üzerinden yapılmaktadır. Yani her zamanki gibi suçlu olan ezilendir, başına bir şey gelmişse bir nedeni ve haklı zemini vardır diye zorbalığı temize çıkaran bir zihniyet ile sorgulanmaktadır. Kadının fiziki ve düşüncedeki zayıflığı, çocuk doğurmasının ona getirdiği negatif durumlar, biyolojik yapısının dezavantajları, toplumsal kimlik içindeki rolünün sonuçları, kadın kimliğinin getirileri(kıskançlık, duygusallık, kaprisler, zayıf psikoloji, … vb)! çoğaltılabilecek nice argüman…
Kadın toplumsallığının özgürlükçü doğası hakkında bilgi sahibi olanlar anaerkil sistem diye adlandırdıkları sistemi de yenilmeye mahkum ve sınıfların doğmasının zorunlu olduğu gibi bir örgü ile tarihin ilerlemesi tezine dayandırdılar. Geri olan yenilmeye mahkumdu! Gerilik ve ilerilik neye göre ve nasıl değerlendiriliyor, bunu kim belirliyor, kriterleri ve ilkeleri nedir diye baktığımızda karşımızda erkek aklını görüyoruz. Ve onun kendi geliştirdiği sistemi meşrulaştırmak için sergilediği çabaları…
Sonuç olarak doğal toplum olarak temel insani ilkelere ve eşitlik özgürlüğe dayalı toplumsal sistem bir müdahale ve darbe ile yenildi. Suçlu tabi ki kadındı ve yeniyi yaratamadığı, buna gücü yetmediği, kadın doğasının zaten bu gücü olamadığı için bu yenilgi bir kaderdi. Kadın statüsü erkek kuralları ve yasaları ile belirlendi. Erkeğin hakim olduğu sistem, devlet ve iktidar yapılanmaları bir zorunluluktu. Güçlü olan zayıfı yenerdi, bu bir doğa kanunuydu. Eski olan aşılırdı ve her gelen içinde yenilik ve ilericiliği barındırırdı. Bu da her şeyin değiştiği ve geliştiği tezine uygun olarak rasyonelleştiriliyordu. Yine teolojik açıklamalarda kadının statüsü tanrının bir kanunu ve kurduğu ilahi, sorgulanmaz ve değişmez sistemin bir gereğiydi ve buna karşı çıkmak en ilahi değerlerle çatışmaktı ki sonu yakılmak ve cezalandırılmaktı. Erkek tanrılar nedense kadına karşı çok öfkeli ve acımasızdılar ve her nedense yine de bu öfkelerine yenik düşerek cezalandırılmalarını sağlıyorlardı.
Yine de ve iyi ki, insan aklının durdurulamayan sorgulama ve sorular sorma gücü engellenemiyor. Çünkü kadının mevcut statüsü kendisiyle bir düzen ve istikrar, sistemin sorunsuz sürdürülmesini getirmiyor. Sürekli bir kriz yaratıyor. Toplumda egemenlik ve kölelik gibi bir ikilem var oldukça savaş ve krizler kaçınılmazdır. Kölelik insanın tümden kabulleneceği bir durum değildir. Belki bir dönem çözümsüzlükle bu duruma katlanılması sağlanabilir ama kimseyi bununla tümden uyumlu ve sonuna kadar kabullenerek yaşamaya zorlayamazsınız. İnsan doğasına aykırı durumlar kesinlikle insan ruhu tarafından reddedilmeye ve sorgulanarak aşılmaya mecburdur. Bu nedenle insan doğasına saldırı giderek derinleşiyor. Derinleştikçe kriz büyüyor ve bu krizi dindirmek için yeni saldırı yöntemleri aranıyor ve bu böyle devam ediyor… Yani çözüm gücü olmayan bir sistemden bahsediyoruz. Çözüm kadınların, toplumların doğasına ve varoluşlarına uyumlu bir yaşam sisteminin yaratılması ve özgürlük, eşitlik, adalet gibi temel değerlerin hayat bulması ile gelişebilir. Bunu da elbette ki sistemin kendisini üzerinden kurumlaştırdığı ve en derin sömürü basamağı haline getirdiği kadının isyanı, mücadelesi başaracaktır. Kadın özgürlüğü biliyoruz ki toplumun, erkeklerin ve tüm yaşamın özgürlüğü anlamına da gelmektedir. Genel bir özgürlük mücadelesinin kadının özgürlüğünü garantilemediği tarihteki örneklerden biliniyor ama kadının özgürlüğü toplumun özgürlüğünü getirecektir. Kadın devrimi özgürlük devrimi olacaktır, toplumsal bir devrim olacaktır.
Kadınların özgürlük mücadelesinde en büyük dayanakları tarihsel kaynaklarıdır, kadının bugün de ortadan kaldırılamayan ve engellenemeyen özgürlük eğilimidir, yaşamı yaratan emeğidir, hayatı güzelleştiren ve yaşanılır kılan duygularıdır, vicdani, adaleti ve paylaşımcı, başkalarını da düşünen doğasıdır. Kadının özgürlük için savaşmasının gerekliliği salt köledir ve kendi kurtuluşu için savaşmalıdır gerçeğine dayandırılamaz. Diğer temel bir nokta şudur ki kadının özgürlükçü doğası ve özgürlüğe dair yok edilmeyen eğilimi büyük bir güç ve direniş merkezidir. Kendisinde temsil ettiği, devrimin ve sosyalist yaşamın geliştirilmesine dair güçlü yanlarıdır. Bu güçlü yanlar bir devrimin ve özgür yaşamın harcı ve geliştirici gücü olacaktır.
Günümüzde bu konuda büyük adımlar atmış ve özgürlük uğruna savaşan en dinamik güç Kürt kadınlarıdır. Demokratik ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı paradigma ekseninde mücadele ederek gerçek özgürlüğü yaratmaya çalışan, bunun için her alanda savaşan ve diğer kadınlara da ilham veren bir gerçekliği yaratmıştır. Binlerce soylu kadın kimliği ve kadim kadın kültürünün günümüzdeki temsilciliğini açığa çıkarmışlardır. Sorunu sadece tespit etmek değil aynı zamanda bunun örgütlenmesini, savaşını ve militanlığını yapacak düzeyde bir özgürlüğe adanmışlık yaratılmıştır. Kürt kadınlarının bu gerçeği tarihsel olarak özgür toplumsallığın yaratıldığı bir coğrafyanın kültürünü temsil etmek kadar bu yüzyılda eşi benzeri olmayan bir soykırım ve katliamla yüz yüze kalmalarıyla da ilgilidir. Yok sayılan, katledilen ve özgürlüğü elinden alınan bir toplumun en çok ezilen kesimi olarak hem kendi özgürlüklerini sağlamak hem de bunun önünde engel olan tüm iktidarcı ve devletçi gelenek ve kurumlarla savaşmak Kürt kadının bir anlamda kaderidir. Bu kaderin yarattığı görevleri anlamak açısından Kürtlüğün ve kadınlığın karşı karşıya kaldığı dayatmaları anlamak gerekmektedir.
KÜRDİSTANDA KÜLTÜREL SOYKIRIM VE ÖZEL SAVAŞ GERÇEĞİ
Kürdistan coğrafyası bin yıllardır sömürgecilik savaşı ve hakimiyet mücadelelerinin merkezi konumunda. Bunlara rağmen kendi halk gerçeği ve tarihsel özünü korumaya dönük uzun bir direniş dönemine de şahitlik etmiştir. Kürdistan coğrafyası egemenlik savaşlarının merkezi olmasına rağmen güçlü kültürel gelenek yenilmemiştir. Kültürel soykırım ve asimilasyona dayalı imha süreçleri ulus devletlerin bir icadı olarak tek kimliğe dayalı devletleşme ve ulus yaratımı gibi bir süreci açığa çıkarmıştır. Kürt halkının özgürlük talepleri bu çerçevede hep saldırı ile karşılanmıştır. Özellikle TC devletinin kuruluş süreçleri olan dönemde Kürt halkının talep ve isyanları karşısında inkar ve imha politikasına dayalı yaklaşımlar büyük soykırım hareketleri olarak gelişmiştir. Katliamlara ve yok etmeye dayalı bu yıllarda özelde Şark Islahat Planı çerçevesinde kültürel ve kimlik olarak Kürt varlığını ortadan kaldırma ve Türkleştirme politikaları devreye girmiştir.
1925’te geliştirilen Şark Islahat Planı genelgesinin 12. maddesinde “…kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet duygularını daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı. Bu nedenle lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve özellikle kötü göstermek (…) özetle dillerini adetlerini Türk yapmak… önemli bir görevdir” denmektedir. Sadece fiziki olarak ortadan kaldırma değil kültürel ve varlık olarak yok etme de planlı olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bu yönüyle kültürel soykırım ve özel savaşın bir ulus devlet icadı olduğunu belirtebiliriz.
Yine konumuz açısından kültürel soykırım ve kimliği ortadan kaldırmada kadının rolüne yapılan vurguyu anlamak açısından diğer maddelere de bakalım.
“ …. 14) Aslen Türk olan fakat kürtlüğe temessül etmek üzere olan bulunan mevkide ve Siirt, Mardin, Savur, gibi ahalisi Arapça konuşan mahallerde Türk Ocakları ve mektep açılması ve bilhassa her türlü fedakarlık iktiham olunarak mükemmel kız mektepleri tesis ve kızları mekteplere rağbetlerinin suveri adide ile temini lazımdır.
16) Fırat garbındaki vilayetlerimizin bazı akvamında dağınık bir surette yerleşmiş olan Kürtlerin Kürtçe konuşmaları behemehal men edilmeli ve kız mekteplerine ehemmiyet verilerek kadınların Türkçe konuşmaları temin olunmalıdır.”
Kadın kültürün ve kimliğin taşıyıcısıdır. Devletçi sistemin bir parçası değil de ezilen ve sömürülen bir ayağı olduğu için sistem ve devlet karşıtıdır. Bütünleşme ve sistem içileşmeye uzaktır. Kendi toplumsallığının çıkarları için çalışır ve ona göre düşünüp yaşar. Bu gerçeği iyi bilen Türk devleti Kürt toplumunun asimilasyonu ve kültürünü ortadan kaldırmayı kadınların asimilasyonuna bağlı görmüştür. Kültür aktarımı ve yaşatılmasının bu şekilde önüne geçmeye çalışmıştır. Özel savaş politikalarının da ifadesi olan bu belgede belirtilenler o günden bugüne derinleşmiş bir inkar ve imha politikasıyla birlikte yürütüldü.
Kürt coğrafyası belki hep savaş alanıydı ama bir toplumu inkar, kendi olmaktan çıkarma ve başka bir şey olduğunu söyleyerek terbiye etme konusunda en korkunç ve şiddet dolu yöntemleri kullanan Türk ulus devleti oldu. Bu yöntemler direnişi bir gelenek haline getiren Kürtleri mücadele ve varlığını sağlama savaşına sürükledi.
KÜRTLERDE SOYKIRIMA VE KÜLTÜREL YOKOLUŞA DİRENEN KADIN KÜLTÜRÜ
Kadın kültürünün kadim toprakları Kürdistan’da gelişen mücadele bu özelliği nedeniyle kadın eksenli gelişti. Kadın özgürlüğünü merkezine aldı ve bu şekilde bir toplumsal devrim, kadın devrimi hedefiyle ilerledi. Tarihteki tüm sosyalist ve ezilenler adına yola çıkan hareketlerden farklı olarak devrim süreci içinde bir toplumsal değişim ve kadın özgürlüğü konusunda gelişmeler yarattı.
Kadın doğası ve kültürünün sonucu olarak devletleşmeye, iktidarlaşmaya karşı demokratik ve halkların özgürlük eğilimini yaşamsallaştıracak olan konfederal bir sistem gerçeğine kavuştu. Erkek egemen akıl, değerler, kültür ve yaşamı sorgulayarak özgürlük ilkelerine dayalı yeni yaşamı yaratma mücadelesine soyundu. Kürdistan dağlarında kadınlar açısından birçok ilkler yaşandı.
Kadının ordulaşması, savaşması ve oluşturduğu özgür yaşam ölçülerinin yeni toplumsallığın ilkeleri haline gelmesi gerçekleşti. Kadın adına ve kadın için oluşan tüm bilmeler, değer yargıları, kodlamalar alt üst oldu. Kadın kendi mücadelesiyle, zorluklarla iç içe ve bedeller ödeyerek yeni ve kendine ait olan hakikati yarattı. Yani Kürdistan toplumunda devrim içinde devrim, toplumsal değişim ve özgürlük kadının öncülüğünde gelişti.
Yeni yaratımlar ve kazanılan özgürlük, erkek egemen sistemin çözülmesi, iktidarın maskesinin düşmesi, tanrılaşan erkeğin ancak kadınla eşit ve demokratik koşullarda birlikte olabileceği, geleneksel toplum yapısındaki egemenlikli öğelerin aşılması ve kadın özgürlüğüne büyük inanç ve tutkuyla bunun mücadelesini geliştirme gereğidir.
Direniş ve zaferin yolu kadın mücadelesi ve sonuçlarını yeni yaşam ve toplum modeli olarak yaşamsallaştırma, açığa çıkan değerler temelinde mücadeleden geçmektedir.
Leyla Gabar
Kaynak:Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi