HABER MERKEZİ
- 1983, 1984, 1986, 1996 ve 2000’li yıllarda gerçekleştirilen saldırılarda Türk devleti yüzlerce sivili katletti. 1 Ekim 1992’de KDP-YNK ve Türk ordusunun düzenlediği işgal saldırısı 20 gün sürdü. Gögüs gögüse yaşananlar çatışmalar tarihe konvansiyonel savaş olarak geçti.
Güney Kürdistan’a beklenen saldırı 1 Ekim 1992’de oldu. KDP ve YNK, Güney Kürdistan hattından, Türk ordusu da Kuzey Kürdistan hattında PKK’ye karşı savaş başlatılar. YNK-KDP güçleri birkaç gün içinde sonuç alma umuduyla saldırdılar. Planın tutmadığı ilk günlerde ortaya çıkmıştı. Güney Kürdistan Halk çatışmaları onaylamıyordu. Peşmergeler çatışmak istemiyordu.
Çatışmaların Türk subaylarının denetiminde yapılması, KDP-YNK’yi teşhir etmişti. Gerillalar çok sayıda Türk subayını peşmerge kılığında esir almıştı. Kürt halkının ezici çoğunluğu saldırının Türk devleti tarafından başlatıldığını, amacın Kürt halkının birliğine yönelik olduğunu, Güneyli güçlerin alet olduklarını görüyordu. KDP-YNK’nin PKK’nin İran, Irak ve Suriye’den destek aldığı şeklindeki propagandası tutmamıştı.
Sami Abdurrahman: Parayı Türkler veriyor
Dönemin Türk Genel Kurmay Başkanı Doğan Güreş’in ”peşmergeler isterlerse yardım ederiz” açıklamaları TC-KDP-YNK işbirliğini açığa vuruyordu. Barzani, ”Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, kahrolsun PKK” sloganıyla artık ihanetini açıkca belli ediyordu. Kaldı ki Türk askerleri, komutanları peşmerge birliklerinin başına fiilen geçiyor, bombalama yapan uçaklara koordinat bildiriyor, boyanan askeri araçlarla KDP’lilere durmadan silah ve cephane taşıyorlardı. Peşmergelere Türk ordusunun askeri miğferleri dağıtılıyordu. Sami Abdurrahman ”Peşmergenin parasını ve elbiselerini Türkler veriyor” diyerek Türk ordusuyla ilişkilerini zaten itiraf etmişti.
Gerillanın direnişi Türk ordusunu şaşırtmıştı. PKK çatışmadan yana değildi, peşmergeleri vurmak istemiyordu. Zaten gerillalar vurmuyor, savunma yapıyordu. Peşmergeleri asıl saldırganları tanımaları ve başlarındaki Türk devletinin çirkin yüzünü görmeleri için uyarıyorlardı. PKK haklıydı, meşru savunma savaşı veriyordu. PKK, Kürdistan halkının ilk defa yakaladığı özgürlük direnişinin boğulmaması mücadelesi veriyordu. Gerilla, caydırıcı olması için karşı saldırılarda da bulunmuş, Zaxo gibi şehir merkezlerine kadar saldırganları kovalamış, KDP-YNK’ye askeri mühimmat akışını önlemeyi hedeflemişti. Ambargo gönüllü katılımla tam başarılı olmuştu. Savaşın bu seyri Güneyli güçleri zorlamış saflarında gedikler açmıştı. Bunun üzerine Güney’de PKK sempatizan ve yurtseverlere yönelmiş, bazılarını katletmişti. Tutuklular gizli yere hapsedilmiş, konuyla ilgilenen yabancı kuruluş temsilcilerinin tutukluları görme istemleri geri çevrilmiştir.
Savaş cephesine Türk basını dışında kimse alınmadı. Yakalanan dört gerilla Habur kapısından Türk devletine teslim edilmişti. Çatışmalardaki başarısızlık ve peşmerge saflarında görülen dağınıklık üzerine Türk ordusunun sınıra yığdığı güçler ile Şemdinli, Çukurca ve Uludere’den Güney’e girmeye başladı. Uludere’nin güneyinde saldırgan Türk ordu birlikleri gerillalar tarafından kuşatılarak büyük kayıp verdirildi. Şemdinli’de bir savaş uçağı düşürüldü. Bu kayıplar ve gerillaların geçit vermez direnişleridir ki, Türk ordusunun saldırısı belli noktalarda birkaç kilometre ile sınırlı kaldı.
PKK Hareketi kurulduğu günden beri bu tür saldırı ve komplolara uğradı. Bir sonraki bir öncekinden hep daha büyük oldu, ama her defasında PKK bu saldırıları üstelik güçlenerek boşa çıkardı. ’92 Güney Savaşı, şimdiye kadar olanların en kapsamlısı ve en büyüğü niteliğindeydi. Saldırganlar da amaçlarına ulaşmak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak halkın PKK’ye desteği, PKK’nin askeri gücü ve savaş yeteneği ile bu komplo boşa çıkartıldı. Bu savaşta, ihanetçi, işbirlikçi ve teslimiyetçi çizgiye karşı Beritan’ın (Gülnaz Karataş) direnişçi çizgi kazandı.
Türk ordusu Güney’e yerleşiyor
Aslında 1991’in sonlarından itibaren Türk ordusu sınır boylarında yeni karakollar inşa etmişti. Özal’ın ölümünden sonra Ankara, Güney Kürdistan’a yönelik politikasını değiştirdi. Taktik yaklaşımlarını, tam da inkarcı ve imhacı geleneksel stratejilerine uygun hale getirdi. Türkiye bir yandan da Saddam ile ilişkileri geliştirmeyi ihmal etmedi. YNK ile yaşanan çatışmalarda KDP’yi destekleyerek, dengeyi KDP lehine bozan Türk devleti, Barzani’yi Saddam’la barıştırarak Irak egemenliğini yeniden Güney’e taşımak için varını yoğunu seferber etti.
Ve başarılı da oldu, Saddam Hewlêr’i işgal etti. Tarih 1994’ü gösterdiğinde Türk ordusu, sınırın Güneyi’nde güvenlik bölgesi oluşturmuş; savunma mevzilerini aşağıya indirmişti. Dönemin Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal, ”işgal gibi algılanmamalı, zaten o dağlarda insan yok” diyecekti. Türkiye, bölgede her zamankinden daha güçlü bir pozisyona doğru yol alıyordu. ‘Yerel çözüm’, ‘tampon bölge’ söylemleri sıkça dile getirildiği bir sırada, Türk ordusu Güney’de PKK’ye karşı askeri operasyonlara girişiyordu. Bu operasyonlar Güney’e nihai şekil verme, KDP’yi kontrol altında tutma, PKK’yi imha amacı taşıyordu.
Dublin zirvesi
Aslında Temmuz ’95’te Dublin’de yapılan zirvede Türkiye’nin gözetiminde Güney Kürdistan’a yeni bir biçim verildi. Dublin toplantısından sonra Barzani, Türk ordusunu resmen Güney’e davet etti. Aradan çeyrek asır geçti… Türk askerleri hala Güney Kürdistan’da. Yüzlerce tank, binlerce asker, MİT ve ajanlarıyla Güney’de konuşlanmış durumda. Türk askeri varlığı, Amediye, Kanîmasî, Delaruk, Şeladizê ve Bamernê’de Saddam Hüseyin döneminden kalma eski havaalanı ile Uludere’nin 60 kilometre güneyindeki şehir merkezinde bulunuyor. Bu askeri karakolların yanısıra Batufa ve Amedîye’de de MİT temsilcilikleri faaliyetlerini sürdürüyor. Zaxo’dan Batufa ve Kanîmasî’yi askeri anlamda kontrol altında tutan Türk ordusu yerelde de ‘ajan-muhbir’ örgütlemesi oluşturmuş durumda.
Mesut Barzani, 2011 yılında Ankara’ya yaptığı ziyarette, ”Türkiye ile Kürdistan’ın güvenliği birbirine bağlı” dedi ve Türk birliklerinin süresinin altı yıl daha uzatıldığını açıkladı. Aslında bu anlaşmaya göre Türk askeri 2017’ye kadar Güney’de kalması gerekiyordu. En son DAİŞ Hewlêr kapısına dayandığında toplanan Kürdistan Parlamentosu’ndan çok sayıda milletvekili, ‘Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği için askeri varlığını’ çekmesini istedi. Ancak KDP bunu kabul etmedi.
Peşmergeyi Türkiye eğitiyor
2014’ün son aylarında Hewlêr ziyaretinde dönemin başkbakanı Ahmet Davutoğlu ile Barzani arasında yapılan görüşmede üslerin geleceği ele alındı. Bu görüşmede üslerin modernize edilmesi ve peşmergenin burada Türkiye tarafından eğitilmesi konusunda görüş birliğine varıldı. Cumhuriyet Gazetesi peşmergenin Türk ordusu tarafından eğitilmesi önerisinin Hewlêr yönetiminden geldiği yazmıştı. Zaten Hewlêr dönüşü yaptığı açıklamada Davutoğlu, askeri üslerin kalıcı olacağı söyledi. Kısacası şirketleriyle, dizileriyle, müziğiyle, cemaat okullarıyla Türk devleti Güney’in içlerine doğru ilerliyor. Kürt yönetimi de Ankara’yı bir ‘umut kapısı‘ olarak görüyor. Geleceğini bu işbirliği üzerine kuruyor. Artık gizli olan sömürgecilik açık bir şekle bürünmüş durumda.
Operasyonlar, anlaşmalar
KDP, 1998’de Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a karşı geliştirilen uluslararası komploda uğursuz rol üstlendi. ABD’nin öncülüğünde 17 Eylül 1998’de KDP ve YNK arasında Washington anlaşması yapıldı. Öcalan’a yönelik gerçekleştirilen uluslararası komplonun startı da bu anlaşmayla verilmiş oldu.
Yine aynı yıl Türk ordusu “Murat Operasyonu” ismiyle Güney Kürdistan’da PKK’ye yönelik büyük bir operasyon daha başlattı. KDP peşmergeleri de bu operasyonda yer aldı. Mayıs 1999’da Türk ordusu, Güney Kürdistan’da PKK’ye karşı “Sandviç Harekatı” ismiyle başka bir operasyon başlattı. KDP bu operasyondan da geri kalmayarak yerini aldı.
5-8 Kasım 2007 tarihinde Washington’da dönemin başbakanı Erdoğan ile ABD Başkanı Bush arasında, KDP ile işbirliği ve Güney Kürdistan’la ilişkileri geliştirme kaydıyla, PKK’ye karşı bir antlaşma imzalandı.
Kasım 2008 yılında da KDP ile Türk devleti arasında bir antlaşma daha imzalandı. Bu anlaşma oldukça dikkat çekiciydi. Kuzey Kürdistan’da AKP ve Fethullah Cemaati Kürt Özgürlük Hareketine yönelik soykırım operasyonları yürütüyordu. On bini aşkın insan gözaltına alınarak tutuklandı. Tam da bu süreçte KDP ile TC arasında imzalanan anlaşma 6 ayda PKK’nin tasfiye edilmesini öngörüyordu. Anlaşmaya göre PKK’nin bağlantıları koparılacak. PKK’ye karşı psikolojik savaş yürütülecek, PKK dışındaki oluşumların katılacağı bir ulusal konferans yapılacak. Stratejik yerlere peşmergeler ve Türk özel kuvvetleri konuşlandırılacak. Yapılacak bir Ulusal Kongre ile PKK’ye silah bıraktırılacak. PKK’den kaçışlar örgütlendirilecek, sorgulara MİT görevlileri katılacak. KDP, bunların yapılmasında aktif olarak görev alacak. Tüm bunların karşılığında, Türk devleti ile KDP arasında ticari antlaşmalar artırılacak.
Yine benzer bir anlaşma 21 Aralık 2009’da AKP’nin o dönemki İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Hewlêr’de Mesut Barzani’yi ziyaretinde imzalandı. Buna antlaşmaya göre PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığına son verilecek , Mexmûr Kampı da boşaltılacaktı. Kuzey Kürdistan ve PKK karşıtlığı temelinde, Güney Kürdistan petrol ve gazının Türkiye’ye taşınması gibi bir dizi ticari antlaşmalara imza atıldı.
Yıl 2014… Bu kez KDP’ye bağlı güçler, Kürt kurumlarına AKP’nin yaptığına benzer bir tarzda baskınlar yaptı. PÇDK, KNK ofisleri, Kürdistan Yurtsever Gençlik Merkezi’nin Hewlêr, Duhok ile Zaxo büroları ile Kürdistan Özgürlükçü Kadın Kurumu ve Dicle Haber Ajansı’nın Hewlêr’deki merkezi ile Weşana Roji Welat Dergisi’nin Duhok ile Zaxo’da bulunan bürolarını kapatarak yasadışı ilan etti.
KDP’nin 40 yıllık çizgisi
Özetle, KDP kırk yıldır Kürt halkının düşmanlarıyla işbirlikçi bir temelde ilişki yürütüyor. KDP çizgisinin aslında Kürdistan’ı bölüp parçalayan, Kürtlere soykırım uygulayan, Kürt’ü inkar eden, imha etmek isteyen sistemin bir ucu olduğunu anlaşılıyor. Böyle bir imha ve tasfiye uygulanırken Kürtleri denetim altında tutma görevi bulunmaktadır. Ulusal çıkarları kendi dar aile, hanedan, hizip çıkarlarına kurban eden Barzani KDP’si Güney parçasındaki toplumsal ihtiyaçları hiçbir şekilde görmeyerek halkı sefalete mahkum edip örgütsüz ve savunmasız bırakmakta.
1980’den önce Kuzey Kürdistan’da PKK’nin temsil ettiği özgürlükçü çizgi KDP destekli ajan provokatörlerin saldırılarına uğradı. Bu savaşı PKK hareketi kazandı. Teslimiyetçi, işbirlikçi duruşa karşı Öcalan’ın temsil ettiği direniş çizgisi KDP’ye rağmen Güney de dahil bugün dört parça Kürdistan’da toplumsal karşılık bularak hayat kazandı.
KDP’nin Rojava düşmanlığı
Arap coğrafyasında 2011’de halk hareketleri ortaya çıkıyordu. Kürt Özgürlük Hareketi de Tunus ve Mısır’daki ayaklamalardan sonra harekete geçti. 2011 Şubat’ında PYD, Garê’deki karargahını Rojava’ya taşıdı. Kürt hareketi Xebat Derik’in de aralarında olduğu tüm kadrolarını Rojava’ya kaydırdı. PYD hızla örgütleme çalışmalarına girişti. Önce Halk Meclisleri’ni kurdu, ardından ilk askeri birliklerin temellerini attı.
19 Temmuz 2012’de Kobanê ardından Efrîn, Derik, Dirbesiyê, Amûdê’de halk yönetime el koyarak Suriye rejiminin varlığına son verdi. Rojava’daki gelişmelere karşı KDP tavrı yine olumsuzdu. KDP, ‘Esad oraları PYD’ye bıraktı’ diyerek sistematik bir saldırı süreci başlattı. Hemen hendeklere girişti, halka sınır kapılarını kapattı. Türk devletinin de teşvikiyle KDP bu kez ENKS’yi piyasaya sürdü. Hewlêr’de KDP’yle görüşmeler yapıldı ve Kürt Yüksek Konseyi kuruldu. Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Hewlêr’e giderek sürece müdahale etti. Bunun üzerinde ENKS’den ‘Rojava’da devrimin koşulları oluşmamıştır’ açıklaması geldi. ENKS içinde yer alan ve KDP’nin desteklediği Azadi adlı kontra yapı Halep’te PYD’ye savaş açtı.
Rojava’nın bütün bölgelerinde El Kaide’nin türevleri ve Türk devletinin desteklediği çetelerle şiddetli savaşlar yaşanıyordu. Bu süreçte Kuzey’de de ateşkes ilan edilmişti. Ancak Rojava’da asıl savaşan Türk devletiydi. Cizîrê ve Serekaniyê’de şiddetli çatışmalar yaşandı. Hewlêr’e giden PYD yetkilileri Barzani’den silah istedi fakat karşılığında yardım yapılamayacağı cevabını aldı. Başından beri KDP’nin Rojava’yı boğma politikası Türk devleti, DAİŞ, El Nusra gibi örgütlerin saldırılarına cesaret verdi.
Rojava’da çatışmalar yaklaşık 6 ay sürdü. Çeteler ağır darbeler almıştı. Bu zaferin hemen ardından Rojava’da kantonlar ilan edildi. En sert tepki yine Türkiye’den gelmişti. KDP ise ‘karton’ diyerek halkın iradesini hiçe saymıştı. DAİŞ 2 Ağustos’ta Şengal’e yöneldi. KDP savaşmayarak Şengal’i, onbinlerce Êzidî’yi DAİŞ’e teslim etti. 3 Ağustos’ta HPG Şengal’e müdahale kararı alarak, çok sayıda gerilla gönderdi. HPG gerillaları büyük bir direniş sergileyerek daha yaşanacak daha ağır katliamların önünü aldı. Halkı dağlara çeken gerilla güçleri daha sonra bir koridor oluşturularak halkı Rojava’ya aktardı.
Öte yandan KDP’nin Şengal’den kaçmasının faturası ağır oldu. Şengal tarihin en büyük katliamlarından birini yaşadı. BM’ye göre DAİŞ’in 3 Ağustos saldırıları sonucu 5 bin kişi öldü, 7 bin kadın kaçırılarak köle edildi. Gerçek rakamların ise bu verilerin daha da üstünde olduğu söylenmekte.
Rojava Devrimi gelişip güçlendikçe KDP siyasi ablukadan fiziki abluka ve askeri saldırıya geçti. Yakın tarih olduğu için sadece kısa bir kaç örnekle yetinelim;
- Rojava’ya ilk saldıran ÖSO gruplarının arasında KDP’nin Suriye uzantısı partilerinin Neviyên Selahaddîn Eyyubî, Neviyên Mistefa Barzani ve Azadi gibi çeteleri oldu.
- KDP, 2 Ocak 2013’te El Kaide bağlantılı çetelerin Rojava’ya saldırması sırasında Sêmelka Sınır Kapısı’nı Rojavalı Kürtlere kapattı. KDP Başkanlık Divanı Üyesi Eli Ewni, 10 Ağustos 2013’te yaptığı açıklamada, “PYD kendisi için başka bir kapı açsın” dedi.
- Türkiye ile eş zamanlı olarak Rojava sınırına hendek kazan KDP’nin lideri Mesut Barzani, dönemin Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 12 Kasım 2013’teki “Özerklik tek taraflı ilan edilecek bir şey değil” söyleminden sadece 2 gün sonra yaptığı konuşmada, “Rojava’da yaşanan devrim değildir, PYD halka zulüm ediyor. Rojava’da Esad’ın kendisi bulunuyor” dedi.
- Sonraki süreçte de Salih Muslim’in Hewlêr üzerinden Avrupa’ya gitmesine izin vermedi. KDP adına yapılan açıklamada, üstenci kibirli bir dille “Salih Muslim, Şam üzerinden yurt dışına gidebilir” denildi.
- KDP, 11 Şubat 2014’te Federe Kürdistan Yönetimi adına yaptığı açıklamada, Rojava’da ilan edilen Özerk Yönetimi tanımadıklarını duyurdu.
- KDP, Efrîn işgalini destekledi. Hatta bünyesindeki ENKS seksiyonları işgal saldırılarında bile yer aldı.
Hewlêr katliamı
1997 yılı Kürt Özgürlük Hareketi açısından yoğun geçen bir yıldı. Çok yönlü bölgesel ve uluslararası güçlerin de içinde yer aldığı bir saldırı söz konusuydu. İnkar ve imha siyaseti en keskin haliyle yürütülüyordu. Parça parça ve eşzamanlı operasyonlarla PKK’nin tasfiyesi amaçlanıyordu. Türk devleti 14 Mayıs’ta Güney Kürdistan’ı kapsayan bir operasyon başlattı. KDP operasyon öncesinde Türk devletiyle birlikte hareket etmeyeceğini, tarafsız kalacağını açıkladı.
KDP yalan söylemişti. Bir kez daha Türk ordusunun başlattığı operasyonla eşzamanlı olarak Kürt özgürlük hareketine karşı saldırıya geçti. 16 Mayıs’ta Hewlêr’de çoğu silahsız, tedavi gören gerillalar KDP tarafından katledildi. Kürt Özgürlük Hareketinin tüm kurumları KDP tarafından basıldı. Çok sayıda insan tutuklandı.
Hewlêr Asayiş komutanı Cemal Mutki’nin komutasında gerçekleştirilen katliamda çoğu sakat, yaralı, hasta, gazilerden oluşan 62 PKK kadro ve çalışanı hunharca katledildi. Katledilenlerin çoğu ayağa dahi kalkamayacak durumdaki yaralı ve hasta gerillalardı. Üç kişi dışında saldırıda gözaltına alınan tüm kadro ve yurtseverler infaz edilmişti. On kişiden ise hiçbir zaman haber alınamayacaktı. Katledilenler arasında Hilvan-Siverek direnişinde yer alan Salih Ağaç’ta vardı.
Hewlêr katliamından bir iki gün önce Diyana’da Ozan Özsökmenler gözaltına alınmıştı. Esir düşen Özsökmenler bombayı bedeninde patlatmıştı. Aynı günde eş zamanlı olarak 70 noktaya operasyon düzenlediler. Bazı ofis ve büroların eşyalarına el koydular. Tam bir talan mantığı ile hareket ediyorlardı. Bugüne kadar KDP Hewlêr katliamıyla ilgili tek bir açıklama yapmış değil.
Kendekolê katliamı
Türk uçakları 15 Ağustos 2000 tarihinde saat 16.15 sıralarında Xinêrê ve Lolan arasına sıkışmış Qaşmukê ve Avxwar vadilerine bakan Kendekolê’yi bombaladı. Uçakların bombaladığı yerde yaylalara çıkan Herki aşiretine ait 100’e yakın reşmal (Kıl çadır), Xîwet (beyaz çadır) ve Kepîr’de (çardak) yüzlerce Kürt vardı. Hava saldırısında tam 30 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi de yaralandı.
Yeni Özgür Politika/İsmet KAYHAN