Türkmen İsyanları
Türkmen isyanlarına geçmeden önce, Osmanlı devletinin oluşum sürecinde I. Murada kadar ki dönemde Türkmenlerle, Osmanlı beyliği/devleti arasındaki ilişkiye de burada değinmekte yarar vardır. Çünkü bu dönemlerde Türkmen boylar ile Osmanlı arasında çatışmalara varan ciddi bir sorundan bahsetmek mümkün değildir. Hatta aralarındaki ilişkiler biraz daha yakındır. Osman Beyin; Şeyh Edebali ( ki, kızı Mal Hatun Osman Bey ile evlidir), oğlu ve sonraki Han’lar (Sultanlar da denilebilir) Orhan Beyin; Geyikli Baba ve I.Murad’ında; Abdal Musa, Abdal Murad gibi Velai- Babai tarikat Şeyhleri ile olan ilişkileri de bunu göstermektedir. Yine Osmanlı devlet sisteminin oturtulmasında Hacı Bektaş Veli’nin, Türkmen Gazilerinin Bizans topraklarının Osmanlılaştırılmasında ve buralarda yaşayan insanların İslamlaşmasında oynamış oldukları rol, Hıristiyan çocukların savaşçı olarak devşirildikeri Yeniçeri Ocağının inanç olarak Bektaşilikle olan ilişkisini de unutmamak gerekmektedir. Yıldırım Beyazıt dönemine kadar da böyle gitmiştir. Ama sonrası dönem de tamamen ilişkiler tersine dönmüştür. Ancak Türkmenlerin direnişleri, bu süreçten sonra başlamamıştır. Kökleri 8.yy’da hem Emevi devletinin yıkılışında önemli rol oynayan hem de Abbasi iktidar kliğine karşı bir direniş içerisinde olan Ebu Müslim Horasani’ye, yine 9.yy’da Abbasi Halifeliğine karşı başkaldıran başında bir Türk komutanı olan Afşin Haydar bin Kavus’un bulunduğu, yine köle Türklerden oluşan ordu tarafından bastırılan; Babek Hüremi isyanına kadar dayandırılmaktadır. Selçuklular dönemiyle birlikte de artık sürekli bir hal alması söz konusu olmuştur. Selçuklulara karşı 1133’de Sultan Sencer’in esaretiyle sonuçlanan, kendi içerisinde birleşen Türkmenlerin İsyanı da, bunlardan ilkini oluşturmaktadır. Bu isyanın nedeni de, Selçuklulara vergi olarak koyun sürülerini göndermedikleri gerekçe gösterilerek, göçebe Türkmen topluluklara karşı geliştirilen baskı ve ordularını üzerlerine göndermeleri oluşturmuştur. Selçuklulara karşı ikinci büyük isyanları da Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde 13.yy (1237)’da yaşanmıştır. Baba İshak’ın adıyla anılan bu direniş dönemin en büyük isyanı olarak tarihe geçmiştir. Kürdistan ve Anadolu coğrafyası üzerinde yaşanmıştır. Adıyaman’da başlamış Halep’ten, Malatya’ya, Sivas’a kadar uzanmış Anadolu’nun derinliklerine; Tokat, Amasya vb. yerleşim merkezlerine kadar etkisini göstermiştir. Alevi/Türkmen direnişi olarak tarihe geçmiş olsa da, başta Kürt Alevileri olmak üzere, Anadolu Selçuklularından zarar gören diğer topluluklarda bu direniş içerisinde yerlerini almışlardır.
Bu özellik sadece Baba İshak direnişiyle de sınırlı değildir. Ebu Müslüm ve Babek Hürremi direnişinde de benzeri bir özellikle karşılaşılmaktadır. Onun içindir ki gerek Ebu Müslüm Horasani’ye ve gerekse de Babek Hürremi’ye tüm Ortadoğu halkları sahip çıkmakta kendilerinden kabul etmekte ve direniş tarihlerinde yer vermektedirler. Bunlar Ortadoğu’nun kimliksel, kültürel, inançsal zenginliklerini temsil etmişlerdir. Benzeri bir özellik 15.yy’da (1420) Osmanlı Sultanı I. Mehmet döneminde yaşanan Şeyh Bedrettin İsyanı içinde geçerlidir. İsyan Anadolu’nun Aydın, Manisa, İzmir vb. illerinde başlamış olsa da bugünkü Mekodanya içlerine kadar geniş bir alanda yaşanmıştır. İsyanın ağırlıklı gövdesini Türkmen Alevileri oluşturmakla birlikte, içerisinde Rum, Yahudi vb. topluluklar, esnaf, zanaatçı vb. toplumsal kesimler de yer almışlardır. İsyanın talepleri toplumcu bir özellik taşımakla birlikte, ortaklaşa bir yaşam sisteminin/düzeninin kurulmasını ön görmektedir.
16. ve 17.yy’lar Türkmen Alevileri için katliamlar ve bunlara karşı geliştirilen direnişler tarihi olmuştur. Bu yüzyıllar Osmanlılar için; her ne kadar imparatorluk belirlemesinde bulunuluyor olsa da, 15.yy’daki gücünü kaybettiği, o nedenle de Batıya doğru yönelimlerinin durduğu ve yönünü Anadolu?ya, Ortadoğu’ya çevirdiği bir dönem olmuştur.
Bu yüzyıllar da Avrupa’da kendilerini Roma İmparatorluğunun devamı ve mirasçısı olarak gören İspanya, Kutsal Cermen (Alman) Roma, Fransa, Avusturya-Macaristan imparatorluğu gibi güçlü devletler kurulmuştur. Buna mütakiben keşifler altında deniz aşırı yeni hegemonya arayışları kara yolları dışında ticaretin yapıldığı deniz taşımacılığına dayalı yeni yolların kullanılmaya başlamasına neden olmuştur. Tüm bunlar ise Osmanlının o güne kadar hazinesini doldurduğu servetlerin kaynaklarının geri çekilmesine tabiri caizse kurumasına neden olmuştur ve bunun bir sonucu olarak ta yönünü ?Doğu? ya doğru çevirmiştir. Mısır Memlukları ve İran-Safavileri ile içerisine girdiği büyük savaşlar ve İslam Halifeliğini ele geçirme arayışları da bunun bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Osmanlı devletinin ?Doğu? ya doğru başlattığı bu yönelimden Türkmen toplulukları da payına düşeni almıştır. Osmanlı bu süreçte Anadolu da tek tük kalmış, bir nevi otonom kalmış Türk beyliklerinin varlıklarına son vererek kendi egemenliği altına alırken; göçebe, aşiret özellikleri taşıyan ve komünal bir yaşam içerisinde olan Türkmen boylarına karşı da bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırılarda temel amaç olarak; Türkmenlerin, tebaa haline getirilerek Türkleştirilmesi (yani yerleşik yaşama geçmeleri, devlete sürekli olarak vergilerini vermeleri, savaşlarda yer alacak asker vermesi ve inançlarından vazgeçirilerek İslam/Sünni mezhebine geçmelerinin sağlanması) olmuştur. Bunu gerçekleştirirken de Şeref Hanın Şerefname kitabında yine Şükri Bitlisinin Mardin Kalesini düşürmek için Osmanlı ordularıyla birlikte Kızılbaşlara karşı nasıl ?mücadele? ettiklerini dile getirişlerinde görüldüğü ( Aktaran; Vedat Özgül- Kızılbaşlık ve Türkmenler) gibi kendileri gibi İslam/Sünni mezhebini benimsemiş olan başta Kürt aşiretleri olmak üzere, farklı kimlik ve kültürlerden olan toplulukları da kullanmışlardır.
Tüm bunlara karşı önemli bir nüfus yoğunluğuna ve etki gücüne sahip olan Türkmen/Alevileri 16. ve 17.yy’larda Osmanlı devletine karşı neredeyse Anadolu’nun tamamında direnişe geçmişlerdir. Bir genelleme yapılarak Celali ayaklanmaları olarak da nitelendirilen bu direnişler içerisinde de: Şah Kulu ( 1511- Antalya?da başlayıp, Sivas’a kadar olan coğrafya da), Baba Zennun ( 1526- Kayseri’de başlayıp, tüm çevre illerinde), Kalender Çelebi (1527- Maraş’ta başlayıp, Tokat’a, Amasya’ya kadar varan bir alanda), Pir Sultan Abdal (16.yy’ın ikinci yarısı- Sivas) direnişleri önemli bir yer tutmuşlardır. Bu direnişlere; yine neredeyse tamamı olarak da değerlendirilebilecek olan ağırlıklı gövdeyi Türkmen- Alevi toplulukları oluşturuyor olsa da, topraksız köylülere, ağır vergi yükü altında ezilenlere, esnaflara, zanaatçılara, Medrese öğrencilerine, asker sınıfından olan Levent ve Sekbanlara, toprakları ellerinden alınan köylülere, vb. varıncaya Osmanlı devleti ve onun yönetiminde hoşnut olmayanlarında katılımları gerçekleşmiştir. Ancak, bu direnişler kanla bastırılmıştır. Gerçekleşen katliamlarda da 65 bin Türkmen Alevisi kuyulara doldurularak Osmanlı Paşası Kuyucu Murat?ın komutası altındaki askerler tarafından katledilmişlerdir.
16. – 17.yy İsyanları Sonrası
Bu şekilde direnişlerin kanla bastırılması ve ardından yaşanan katliamlarla birlikte, 17.yy sonrası; Türkmen Alevileri içinde yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmiştir. Osmanlı devleti katliamlardan geriye kalan Türkmen topluluklarına yönelik olarak yeni fermanlar yayınlayarak uygulamaya koymuştur. İsyanlara neden olan; vergilendirme, asker verme, belirli bölgelere yerleştirilerek Osmanlı tebaası olarak orada devlete karşı yükümlüklerini yerine getirerek, adeta birer karakol rolünü oynama, inançsal olarak da İslam/Sünniliğini kabul etmelerini sağlama vb. lerin yanı sıra; sürgün ve iskanlara başlamıştır. Boş olan, yerleşime uygun olmayan araziler, demografik yapısını değiştirmek amaçlı Müslüman ve Türk olmayan toplulukların nüfus olarak yaşadığı bölgeler, sınır boyları vb. gibi alanlarda öncelikli belirlenen iskan bölgeleri olmuşlardır.
17.yy sonrasında Balkan ülkelerinde, oranının yerleşik halkları içerisinde Türkmen toplulukların nüfus oranlarının çoğalması, o güne kadar yerleşik yaşamın fazla olmadığı bazı kurak ve bataklık bölgelerde yeni yerleşkelerin oluşması, Osmanlının sınır olarak belirlenen hatlarda vb. Türkmen nüfusun artması vb. bu anlamda önemli bir gösterge olmuştur. Ki, bunlar gerçekleştirilirken, askeri zor ve baskı ile birlikte teşvik edici, kolaylaştırıcı, özendirici, imkanlar sunan politikaların izlenilmesinden de geri kalınmamıştır.
Bunlarla da sınırlı kalınmamıştır. Türkmenlerin devlete karşı başka yükümlükler altına girmeleri de sağlanmıştır. Ordunun her türlü ağırlıklarının, yüklerinin, silahlarının ve nakli işlerinin gerçekleştirilmesi, yardımcı kuvvet olarak konumlanması, yol, köprü, imar, su yolu, onarım, bunların korunması, maden çıkarma, gemi yapımı, et ve hayvan ürünlerinin karşılanması vb. akla gelebilecek olan her türlü ihtiyacın karşılanması için kullanılır hale getirilmişlerdir.
Yine Türkmen Alevi inancının Komünal, direnişçi yanlarını tahribata uğratarak yok etme ve içlerinde işbirlikçi bir kesim arayışları içerisine girilmiş ve bu doğrultuda da önemli bir mesafe kat edilmiştir. Bu süreçle birlikte iktidardan/devletten uzak, kendi değerlerine bağlı bir yaşamı esas alan Türkmen Alevi toplulukları içerisinde, devlet fideliğinde yeşeren, iktidar nimetlerinden yararlanan özellikle de Ruhani kesimleri içerisinde işbirlikçilik geliştirilmeye çalışılmıştır. Anadolu Türkmenleri üzerinde önemli bir etkisi olan Hacı Bektaşi Postu içerisinde Babai ve Çelebi gibi yaşanan ayrışmanın da tartışmasız bir şekilde, bununla doğrudan bir bağı vardır. 16.-17.yy isyanları sonrasında çok sistemli bir şekilde uygulamaya konan bu politikalar, Türkmen toplulukların hızlı bir şekilde yerleşik yaşama geçmelerini sağlarken, onların elimine edilerek başkalaşıma uğramalarına giderek Türkleşme ve devlet dini/mezhebi olan İslam/Sünnilik içerisinde erimelerine ya da etkisi altına girmelerine neden olmuştur. Osmanlı devletinin, İran Safevileri ile içerisine girdiği rekabetin de etkisiyle diğer yorumlarına rağmen daha esnek olan ve bir yönüyle Müslüman ve Sünni mezhebinden olmayan toplulukların içerisine girmesi/kabul etmesi daha rahat olan Sünni/Hanifiliği devlet tarafından desteklenir bir konuma getirilmesinin de bunda önemli bir rolü olmuştur. Cumhuriyet sonrası yıllarda da Türkmen/Alevilerine yönelik uygulamaya konan bu politikalar daha sistemli bir hale getirilmiştir. Özellikle de Türkmenlerin yaşadıkları bölgelere yönelik olarak özel politikalar geliştirilmiş, devlet bünyesinde görevlendirmelerde bulunulmuş ve işbirlikçi bir kesim oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu şekilde Türkmenler sadece tarihteki yerleriyle, o da çarpıtılarak anlatılan hikayelerin anlatıldığı bir konu haline getirilmek istenilmiştir. Bunda da önemli oranda başarılı olunmuştur.
Gelinen aşamada Anadolu ve Kürdistan coğrafyasında Türkmen yaşamı, kültürü görülmez bir hale getirilmiştir. Konar-göçer yaşam tarzını esas alan Türkmen topluluklarının neredeyse izine rastlanamaz bir hale gelmiştir. Bu şekilde tamamen kapitalist pazarın bir parçası olarak, hakim Türk sınıflaşması içerisinde her işte kullanılan, her işe sürülen, iliklerine kadar sömürülen ?devlet toplumunun? bir eki, parçası haline getirilmişlerdir/ Türkleştirilmişlerdir. Kendi ekonomilerini oluşturmaktan, güvenliklerini sağlamaktan uzaklaşmışlardır. Çok sınırlı sayıda Toros dağları etekleri ve yaylalarında, Ege’nin Aydın gibi bazı iç şehirlerinde görülüyor olsa da bu gerçeklik değişmemektedir. Zaten bunlarda Turistik; gösterim/ ticari amaçlı olarak tutulmaktadırlar. Oysa Kastamonu’dan- Afyona, Çankırı’dan- Isparta’ya, Antalya’dan- İzmir’e, Manisa’dan- Balıkesir’e- Yozgat’a- Aksaray’a, Tokat’a, Amasya’ya Sivas’a oradan da Malatya, Adıyaman ve Serhata kadar uzanan Anadolu ve Kürdistan coğrafyasının derinliklerinde buraların bir zenginliği olarak hep kendilerini var etmişlerdi. Şimdi buralarda neredeyse isim olarak bahsetmenin dışında Türkmenlerden bahsetmenin bir olasılığı kalmamıştır.
Böyle bir gerçeklik içerisinde, Türkmenlik konusunda son derece bilinçli olarak yapılan çarpıtmalara da rastlanılmaktadır. Hatta denilebilir ki, Türkmenlik asıl gerçekliğine göre değil de, yapılan bu çarpıtmalara göre bilinçlere yerleştirilmeye ve hakim düşünce biçimi haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bu da daha çok devlet tarafından belirlenen resmi ideolojiye göre geliştirilmektedir. Bunu hem Türkmen/Alevi inancında olanlarda hemde Sünni/Hanifi mezhebine geçmiş ve kendilerini hala ismen Türkmen olarak ifadelendiren kesimlerde de görmek mümkündür.