HABER MERKEZİ
Sivil itaatsizlik kavramını bir nevi icat eden ya da içini dolduran Thoreau:
“Haksız kararlara veya kanunlara uymama şeklinde, şiddet içermeyen bir eylem biçimi. Otoriteye pasif bir şekilde direniş”tir diye tanımlıyor. Thoreau “İnsan, toplumsal bir kurumun haksızlık ettiğini görür ve buna içten inanırsa, karşı koymalıdır” der.
Bunun için kendisi bizatihi devletin koyduğu ve haksız bulduğu vergilendirmeye karşı durur. Vergi vermez ve bunun için tutuklanır. Onun yakınları onu orada çıkarmak için para cezasını ya da o vergiye denk gelen parayı ödeyerek almak ister. Ancak o bunu ret eder. Ve der ki: “Malı mülkü olmayan bir insan yalnızca bir kez bile Devlet için dokuz şilin (vergi) sağlayamazsa, benim bildiğim hiçbir yasanın sınırlamadığı bir süre hapse atılır. Bu süre, onu hapse atanların keyfine kalmıştır yalnızca. Ama bu aynı adam Devlet’ten doksan kez dokuz şilin çalacak olursa, çok geçmez, özgür bırakılır.” “İnsanı haksız yere hapse atan bir yönetim altında dürüst bir insanın asıl yeri tutukevidir” der ve tutukevinde kalarak haklı direnişini sürdürür.
Thoreau görüşlerini sadece yaşamın birkaç sahasına uygulamakla sınırlı kalmaz. Adeta bu ilkelerini yaşamın her sahasına uygular. Düşündüklerini ilkeler halinde savunur. Bu direniş biçimine ya da bu ilkeler toplamına: “Yaşamınız makineyi durduracak bir karşı sürtünme olsun. Benim dikkat etmem gereken şey, hiç değilse, kötülediğim bir haksızlığa araç olmamaya bakmaktır” diyerek adeta yaptıklarını felsefe haline getirir.
Yukarıda örneklendirdiğimiz vergi meselesinde bir vergi memuru “ne yapayım kanunlar böyle” diye bilir. Aynen bugün Türkiye’de olduğu gibi “hukuk böyledir, elimizden ne gelir.” Ya da “anayasamızda Üniter bir devletiz, tek resmi dilimiz var, tek bayrağımız var. Ve ilk dört anayasa maddelerimiz değişmezdir” de diye bilir. Başka bir ifadeyle “böyledir, ne yapalım” mantığına karşı da Thoreau diyor ki: “Vergi memuru ya da herhangi bir kamu görevlisi bana “Ama ben ne yapabilirim?” diye sorsa -nitekim sordu da- ona şu karşılığı veririm: “Gerçekten bir şey yapmak istiyorsanız eğer, görevinizden çekilin! Bir Devlet’in uyruğu onunla ilişkisini keser, görevlisi de işinden çekilirse, o zaman, devrim yapılmış demektir, ama isterse kan gövdeyi götürsün.”
Özünde Thoreau “bıçaksız, kamasız” bir direnme öneriyor. Ancak bir yerden sonra hükmedenler buna gelmezlerse insan olmanın bir erdemi olarakta “ama isterse kan gövdeyi götürsün” demesini de bilmektedir. Bu söylediklerini daha ileriye taşıyarak bir ezilen halk için “Bir azınlık çoğunluğa uyduğu sürece güçsüzdür; azınlık bile değildir. Ama bütün ağırlığıyla diretti mi, işte o zaman önüne geçilmez bir güç olur” diyerek direnmenin yaratacağı güce işaret etmektedir. “Bir ağaç ne kadar boy atmayı özlerse, kendine o kadar yüksek bir atmosfer bulur. Her insan, hemen hemen karşı konmaz bir güce kafa tutmalıdır” diyerekte direnmenin olmazsa olmaz kabilinde olan onurlu duruşuna da işaret eder.
Daha çarpıcı bir cümlesi ise: “En iyi hükümet en az yöneten hükümettir. Hükümetlerin en iyisi hiç yönetmeyenidir” diyerekte aslında Kürt halkı içinde yapılması gerekenlere işaret ediyor.
Başka çarpıcı bir görüşe ise:” Hükümetin görevi, adaleti sağlamaktır. Nasıl bir hükümete saygı duyulacağını herkes bilmelidir. Adaleti sağlamayan bir hükümete, saygı duyulması doğru değildir.”
Türkiye gibi a’dan z’ye kadar adaletsizce işlerin yürütüldüğü bir devlete saygı duyulamayacağı gibi böyle bir devleti ilk elden dönüştürmek için yapılması gerekli olan çalışmaktır.
Yine; ”Bir çoğunluk haklı olduğu için ve azınlık onu adil gördüğü için hükümet sürmez. Çoğunluğun hakim olması, fiziki kuvveti diğerinden fazla olduğu içindir. Çoğunluk kararına göre karar veren hükümet, her zaman haklı olmaz. Kanunlara saygıdan çok, haklara saygılı olmayı geliştirmeye çalışmalıyız” diyerek sayıca az olanlara karşı sayıca çok olanların sayıca çok olduklarından dolayı istedikleri gibi yönetme hakkı doğmaz. Herkesin var oluşuyla birlikte temel hakları vardır. Herkesin bu haklara riayet etmesi temel bir görevdir.
Daha güzel bir düşüncesi ise:” Vatandaşlar hiçbir zaman vicdanlarını, kanun yapıcıya bırakmamalıdırlar. Önce insan, sonra vatandaş olmalıyız”dır. Vicdan iyiyi kötüden ayırt edebilme duygusu ise o zaman Türkiye adındaki kanun koyucu yapıya asla ve asla vicdan teslim edilemez. Vicdanlı olunacak ise o zaman yapılması gerekli olan böyle bir yapıya karşı direnişe geçmek olmalıdır. Bu bağlamda; ” Devletin yaptığı haksızlıklara karşı koymak, vatandaşın görevidir.”
”Seçimler satranç ve tavla gibidir, pek az ahlâkî unsur taşır. Oynadığımız oyuna ahlâkî unsur katmalıyız. Doğrunun hakim olması için oy vermek, sadece zayıf bir istek belirtmektir. Yığınların eylemlerine fazilet katılmalıdır. Oy vermekle yetinmek, fazilet yetersizliğindendir” diyerek işleri sadece ve sadece seçimlere havale etmeyi ret ettiği gibi insanları doğruların hakim olması için eyleme davet etme Sivil İtaatsizliğin en başlıca özeliklerindendir.
Hiçbir eksiklik ve yetersizlik duygusunu yaşamadan, yapmak istediklerimize inanıyorsak, karşımızda bizlere, halklarımıza ve insanlığa zarar verdiğini inandığımız bir faşizan yapı var ise, o zaman yapılması gerekli olan bu faşizan yapıya karşı durmaktır. Gücümüz ne olursa olsun, sayılarımız ne olursa olsun, yapılması gerekli olan karşı duruştur. Hem de gerekirse en sert olan karşı duruşu ortaya koyuştur.
Faşizm tüm gücüyle Türkiye toplumlarına ve Kürt halka yüklenmektedir. Faşizm kendisini kurumsallaştırmak için her şeyi yapmaktadır. Faşizme karşı yapılması gerekli olan direniştir. Bu direnişe silahlı direnişte dahildir. Ancak faşizm daha örgütlü direnişlere yol vermiyorsa, baskılar bireyi ve toplumu sindirmiş ise, orada yine yapılacak çok şey vardır. Makineyi durduracak sürtünme haline getirmeyi her bir birey deneyebilir. İşleyen faşist bir düzene bir çomak sokularak teklemesini herkes yapabilir.
Kürtlere onca saldırılar var iken Kürt halkının her ferdinin yapacakları vardır. Haksız bir devlet vardır. Bu haksızlığa karşı durma herkesin görevidir. Herkesin insan olma görevidir.
“Tanrı’nın kendisi ile birlikte olduğunu düşünen kişi, tek kişilik çoğunluktur.” Evet, kriter budur. Tanrının bizimle olduğuna inanıyorsak ve tanrıyı adaletin ve vicdanın ölçüsü olarak tanıyorsak, o zaman bizler çoğunluktayız. Bizler tek değiliz. Bizler çoğuz hem de devasa bir çoğunluk ve çokluk!
KASIM ENGİN